Sunday, September 25, 2011

Never on sunday # 11

eylül sonuna rağmen hala yükselen gün ışığı, hala insanı bir şekilde mutlu eden gece esintisi, cumartesi gecesi yemeği, zübeyir, rakı mutluluğu, g. leopard lover, bol bol anlatılanlar, anlatılanlara yorumlar hatta tatlı zorlamalar, "sakın ihmal etme"li cümleler, hırt gözüken şefkatlilerin buluşması, münferit, kulübe dönüşmüş bir münferit, dışarlara taşan müzik, dışarlara taşan insanlar, yemek yemediğine kanaat getirdiğimiz yeni vogue türkiye transferleri ile bir de o pembe bulutun ardında söylenmeyen vogue türkiye gerçekleri, nedense tarz olmayı fazlasıyla zorlama ile karıştırıp neticede sadece moda takipçisi olarak kalan yeni transfer vogue türkiye kızları, sakallı karşı cins-elbette-, g. leopard lover ile konuşurken, beğenirken, anlatırken hayatının ne kadar küçük olduğu gerçeğinin bir kez daha kendini hissettirmesi ile;
bir kez daha gereksiz insanlara gereksiz şekilde yüksek değer biçmenin yanlış olduğunun anlaşılması, kütüphanenin halledilmemiş olması sebebiyle hala toparlanmayan, yerde kitap ve cdlerle dolu salon; antep'ten bir türlü dönmeyen sevgi abla ve bir türlü yapılamayan temizlik ; bilinci ve hareket alanı kocası ile şekillenen ama tuna kiremitçi/elif şafak/evrenden torpilliyim minvalinde kitap okuyan ev kadınlarının "çocuğu özgür bırakıyoruz biz" saçmalıklarıyla büyüttükleri şımarık ve sevimsiz çocuklar ; heyecanla beklenen haberler ; kestane su siparişi ; deniz hissi ve never on sunday,

sıkıcı never on sunday p.s. #1 benim için kaale alınacak televizyon dizisi the sopranos ile sınırlı olduğundan o zamanki guilty pleasure'm
sopranos ve tony soprano da bitince pazar günleri/tatil günlerinde korsan dvdciden alınmış prison break, dexter mexter gibi gereksiz ve hatırlanmayacak dizilerle geçirilen vakti aynen dizilerin kendisi gibi gereksiz buluyorum.-yürek tüketen lost'u zaten geçiyorum artık- ta ki yine hbo imzalı games of thrones 'a kadar. evet, sean bean'li games of thrones için kaliteden, farklılıktan bahsedilebilir ama yukardakiler (ve misalleri) o kadar sıradan ki harcanan elektriğe, yorulan gözlere yazık. ha, true blood ve fangbang halim soruluyorsa; onu da sadece eric northman (yani alexander skarsgard) ve sıklıkla boyundan ısırılan ateşli yatak odası sahneleri için seyrediyorum. gerisi benim için boş, ilgileniyorum desem yalan olur. bu da yeni guilty pleasure'm olur.

No comments: