Sunday, June 28, 2009

Never on sunday: biraz "sörler mektebi", biraz müzik, biraz sinema




Sakin bir yaz günü derken, never on sunday derken, tembellik derken, o kadar söylemişken korkumu eve giren güvercin derken, A. Ailesi'nin hiçbir şekilde itibar etmeyip hatta F.A.'nın "aa Michael Jackson'nın ruhu sana ziyarete gelmiş" diye dalga geçmesi derken, kurtarıcım her şeyi bilen adam, sevdiğimiz insan kool şahsiyet K.'yı arayıp yardım istemem derken karşıma çıkan "The Sound Of Music"...

Epey epey küçükken en sevdiğim filmlerden biriydi Robert Wise'ın 1965 tarihli bu filmi. Müziklerini ayrı severdim. Evdeki plağını dinlerken sözlerine garip bir dil uydurarak eşlik ederdim. Cidden mutluluğumdu o plak. Aslında çok belirgin hatırladığım üç plak var: The Sound Of Music, Johann Strauss'un valsleri ve Diana Ross'un şu anda bende olan plağı. İlkokula kadar sürekli bunlar dinlerdim Dual pikabın üzerinde.

Sainte Pulchérie'nin son rahibeli günlerinin öğrencisiydim. Öğrencisiydik. 4'müz de (fantastik olanı). Hatta ve hatta kimi zaman burayı okuyup yorum bırakan E. ve Magda da. Garipti, zordu, disiplinliydi ama ben çok severdim SP'yi. O kadar yaramaz, haşarı, ikmallerde geçen tembel öğrencilerden olmama rağmen. Daha geçen gece yemekte Fransız ve Alman ekollerini karşılaştırdığımız sohbette konuştuk, belki ben pek ikna edemedim ama SP'nin bize verdiği başka bir bakış açısı, başka bir eğitim vardı. Sonrasında ben çok hissettim doğru şeyi yaptığımı, doğru bir okula gittiğimi. Hem de tüm tembelliğimle, haylazlığımla, disiplin cezalarımla.

whatever ...SP'de bazen -ki çok nadiren olurdu- boş derslerde sörler bize film seyrettirirlerdi. Gerçi iki film vardı: biri The Sound of Music, diğeri de Prenses Sissy. Aman Allahım, delirirdim sıkıntıdan. Hele o gerzek Sissy'de. Offf sıkıcı romantik kız filmi delirtirdi beni. Genelde hep arkaya oturmaya çalışırdım ama kimi zaman manasızca bazı sörlerce en öne oturtulduğum olduğu için iyice daralabiliyordum. Fakat bir şeyi hep hatırlarım ki çok önemli bence. Sörlerle konuştuğunda yalan söylemediğin sürece sorun yoktu. Belki katolik ahlakı, belki iyi insan olmanın ahlakı bilmiyorum ama yalan söylemediğin sürece ceza alsan da çok ağır veya çok kötü olmazdı. Beni, ki çok iyi bilirlerdi Sör Isabelle kaç kere J.A.'yı özel bir görüşme yapmak için çağırmıştı, yalan söylemediğim takdirde derse girmememe izin verirlerdi. Hem A. Ailesi'nin benzer tutumu hem de sörlerin bu hali sebebiyle ben "kıçım ağrıyor, başım ağrıyor", gibi beyaz yalanların dışında pek yalan söylemem.

whatever... Sound of Music'in plağını yıllarca dinlediğim için hiç farkında olmadan müzikler aklımda kalmış. Özellikle de My Favorite Things. Yıllar sonra John Coltrane'i keşfedip de onun yorumunu dinlediğimde önce afallamış nereden duymuş olabileceğimi düşünüp epey sonra hatırlamıştım çocukluk günlerinin plağını ve o müziği.
Garip bir huzur ve huzurdan gelen bir muzır hal var üzerimde. Tarifsiz. Belki de acınacak halimde epey gerzeğimdir de haberim yoktur.

P.S. elbette ki filmde captain von trapp müthiş yakışıklı, kool bir insandır.

No comments: