Monday, February 19, 2007

Gecenin sürprizi takdimimdir...


Hiç televizyonu açmayı dahi düşünmediğim bir akşamda tesadüfen karşıma çıkan bir film cidden gecenin sürprizi oldu. Fatal Attraction. Hani şu Glenn Close ve Michael Douglas'ın oynadığı, ihtiras yüklü meşhur film. Daha geçenlerde dost meclislerinde konuşup, "yayınlansa da izlesek" diye düşündüğümüz bir filmdi. Haliyle birden televizyonda karşıma çıkınca, her şeyi bırakıp seyrettim.

Film 1987 tarihli ve 80lerin bütün görsel temalarını içeriyor. Permalı saçlar, bordo renk ojeli uzun tırnaklar, hem vatkalı hem de dökümlü olup, çoğunlukla tek omuzdan bir yana düşen gri-siyah renkli elbiseler veya sweat-shirtler. Bir de tabii unutmadan, 90li yıllara kadar çoğu filmde görmeye alışkın olduğumuz gibi, yoğun sigara tüketimi bir diğer 80ler teması çünkü artık böyle bir görüntüyü filmlerde pek sık göremiyoruz.
Konu ise, herkesin bildiği üzere, karısını aldatan evli adam ve ilişki yaşadığı kadının hastalık derecesindeki obsesyonu. Tabii filmin fiksiyon olması da, hikayeye ayrı bir mübala katıyor.

Glenn Close ağır derecede obsesif kadın, Michael Douglas da çok masum olmayan ama "affedilebilecek" adam rolünde. Bir de tabii adamın karısı var ki, pek hoş, pek masum, pek sevimli, pek kumral. Glenn Close sarışın çünkü. Nedense gerilim filmlerinde kötü kadın rolleri sarışınlara düşüyor (allmovie.com'da filmi aradığınızda çıkan "benzer filmler listesi"ndeki başroldeki kadınların hemen hepsi sarışın).

Glenn Close daha ikinci günden "arıza kadın" davranış biçimlerini sergilemeye başlıyor: adamın gideceğini anlayınca bileklerini kesiyor, ayrılığın haftasında adamın evini ve ofisini telefonla tacize başlıyor, sonrasında adamın evine gelip karısıyla tanışıyor, çocuğunu kaçırıyor vs. Nihayetinde ailenin ikametgahına elinde bıçakla gelip, elbisesinin üzerinden kendi etini yavaş yavaş kesmeye başlayıp çıldırdığında, yediği kurşunla o meşhur banyo duvarına yapıştığı sahne geliyor ve film bitiyor.

Hayatta her şey olabilir, her şey yaşanabilir de, bu biraz fazla sanki. Bir de neden gerilim-aşk filmlerinde hep kadınlar böyle takıntılı, obsesif ve arıza oluyor? Erkekler aşkta takıntılı değiller mi? Hollywood yapımcılarına göre değiller galiba, ya da öyle halleri pek para kazandırmıyor.

Bana göre filmin en arıza sahnesi, Michael Douglas karısı ve arkadaşları ile eğlenirken, Glenn Close evinde, yine üzerinde omzundan dökülen bir sweat-shirt giymiş halde, sabit bakışlarıyla yere çökmüş vaziyette olup sürekli lambanın elektriğini açıp kapadığı sahne.
'87 yılı Akademi Ödüllerine bu rolüyle Glenn Close en iyi kadın oyuncu dalında aday olmuş, ancak Moonstruck filmindeki rolüyle Cher 'e kaptırmıştır (bu da nasıl nasıl güzel filmdir).
Kısacası, cidden güzel ve gerilimi bol, arşivlik bir film. Ve gerçekten de gecenin sürprizi oldu. Ne var ki, bu kadar takıntılı ve marazlı insan, özellikle de marazlı kadın figürü görmek bir yerden sonra sıkıyor. Tamam aşk, tutku var da, nereye kadar? Olmuyor işte, diğer taraf istemiyor. Ne gerek var ısrar etmeye, küçücük çocuğun tavşanını öldürmeye, kendini küçük düşürmeye? Otur ağla işte haysiyetinle, olsun bitsin. 3 gün bilemedin 5 gün sonra geçer gider. Ama yine de güzel film, o ayrı.


No comments: