Tuesday, November 1, 2011

Keyifli bir yaz akşamından soğuk bir sonbahar sabahına:büşra ersanlı

Büşracığım,

Geçen gün haberleri seyrettiğimde pek de inanmak istemedim ama olan olmuştu ve sen gerçek olmayan bir iddia uğruna önce gözaltına alınmış, şimdi de tutuklanmıştın. Hani, tamam biz hayatlarımızda böyle şeylere alışkınız ama yine de artık, bu devirde bu çağda içinde bulunduğumuz bu sistemlerde böyle şeylerin olması geleceğe dair umutları kırıyor.

Ben de bugünlerde - yani bu meşhur kck hadisesi öncesi- seni daha doğrusu M.T.'nin doğumgününde beraber yemek yediğimiz grubu düşünüyor ve önümüzdeki günlerde sizleri o gece yemekte konuştuğumuz gibi bana çağırmayı planlıyordum.
Seni de en son o yemekte gördüm değil mi? Burgaz'da, doğumgünü çocuğu senin kolejden arkadaşın M.T.,'nin doğumgünü kutlamak için ben, sen, John Wayne, F.A. & J.A., E.U. hep beraber deniz taksiyle geçip yine fantastik bir şekilde gece geri dönmüştük. Benim telefonla nasıl Turkcell yetkilisi ile konuştuğumu hatırladın mı? Yerlere yatmıştık gülmekten. Nasıl da eğlenmiştik, değil mi? Kadro zaten bombaydı; hepsi senin bugün muzdarip olduğun sözde demokratik bir hukuk devletinin iyice demokrasiden uzak olduğu ilk çağ tanrı- devlet tutuklanmış, işkenceler görmüş ve yıllarını genç yaşlarına rağmen sevdiklerinden çocuklarından uzakta hapislerde, sürgünlerde geçirmek durumunda kalmış insanlardı, sevdiğin arkadaşlarındı. Bir de çocuk, o da ben. Hoş 30'unu geçmiş insan hala çocuk kabul edilir mi? Edilir aslında değil mi, özellikle de anne-babalarının yanında. Hele hele kendi gençliklerini mücadele peşinde geçiren, çektikleri acılara rağmen-ki burada fiziksel acıları da çok önemsiyorum- geleceğe umutla bakan, toplumun entelijensyasını oluşturan insanlar ise.

Gerçekten de ne güzel bir geceydi değil mi Büş? Buraya bile yazmıştım, ne kadar eğlendiğimizi, keyifli vakit geçirdiğimizi. Oysa bak, bugün bizi nereye getirdi; o keyifli 22 temmuz gecesinden insanın ruhunu donduran soğuk bir sonbahar gününe... İnanılmaz
değil mi? Gerçekten de nefes aldığım her ana, her güne, müteşekkirim bu topraklarda (!). Yaşadığı her şeye, her acıya rağmen insana inanan, insanlığa dair umut taşıyan J.A.'nın hayata dair tüm olumlu duygularını paylaşmak istediği biricik evladı olsam da onun da umutlu onun kadar iyimser değilim sanıyorum. Aksine hayatın adaletsiz, insanların da iyi olmadığını düşünüyorum. Schadenfreude. Senin de iyi bildiğini tahmin ettiğim şu meşhur, "başkasının mutsuzluğundan mutluluk duyma"yı ifade eden almanca kelime. Bilmiyorum, ne düşüneceğimi , neye inanacağımı. Tek bildiğim senin bu yaşta, bu konumda bu devirde böylesine saçma iddialar yüzünden orada olmaman gerektiği.

Çıkışını, adaletin herkese adil şekilde işlemesini, adaletin gerçeğe gözünü kapamamasını, vicdanı ile aklını beraber kullanmasını yani seni salıvervemesini dört gözle bekliyorum Büşcüğüm. Unutma ki Melahat'ın doğumgünündeki o grupla daha bende yemek var, mönüde foie gras & şampanya var. O yüzden her şeyin daha iyi olacağını düşünerek hiç yılma! Ha bir de Büşcüğüm hatırladın mı Paris 'te 5eme'de sinemadan çıktıktan ben sana bira ısmarlamıştım bundan çok uzun yıllar önce. 2002'nin ilk aylarıydı; benim Strasbourg'daki son yılımda M.T.'yi görmeye Paris'e gelmiş, senin de gelmenle şahane bir grup oluşturmuştuk. Ama asıl bomba ne biliyor musun, meğer beni o gün taa o zamanlardan Philippe görmüş de yolda seninle yürürken ama tabii tipik fransız olarak rahatsız etmemek için seslenmemiş. Bunu da bu yıl, yıllar sonra Paris'te buluştuğumuzda söyledi, ben de "teyzemle dolaşıyordum" dedim. whatever. Kısacası Büşracığım çıkışta içeceğimiz yeni bir bira sefamız daha olacak. Yeter ki hold tight çünkü ben ve diğerleri yani hepimiz bekliyor olacağız.
Öpüyorum.

No comments: