Wednesday, June 12, 2013

"kuzucuklarım" arasındaki farkı bulun !

Bugün Gezi Parkı'nda direnişi başlatanlar, ellerinde iphone ile şaşırtıcı muhteşemlikte hareketlere imza atan Y kuşağı değil belki ama bizler 80lerde Adile Naşit 'in Uykudan Önce programında "iyi geceler kuzucuklarım" cümlesini duyup da yatağa gittik, hele hele ismimiz oradan söylendiğinde ise mutluluktan çıldırdık. Siyah yıllar, seksenler, Kenan Evren kabusu, tek kanallı devlet televizyonunda sürekli yayınlanan askeri tatbikatlar, adını unuttuğum ama çok sevdiğim iki kadın detektifin maceraları, herkesin sevdiği Beyaz Gölge'li günlerde saat sekiz civarı Adile Naşit'in kısacık Uykudan Önce'si başlar ve kendi tabiriyle bütün kuzucukları, televizyonun önünde iyice kuzucuk gibi olurdu.

Öyle börtü böcek isimleri üzerinden veya "aşkito", "aşkısı" tadındaki her türlü hitaptan hazzetmesem de "kuzucuk" başka. Cidden. Neticede çocukluğumdan kalan, Adile Naşit sayesinde güven duygusu hissettiren, dışardan asla zarar gelmeyecekmiş gibi rahatlatan bir ifade. Kuzu ya da zuzu en az aşkito kadar antipatik olsa da kuzucuk değil işte. Adile Naşit'in kuzucuklarına gösterdiği sevginin samimiyeti sebebiyle mutlaka böyle.

Dün ise İstanbul Gezi Parkı'ndaki direnişçi kuzucuklar başka bir iyi niyet mesajı ile güne uyandılar, belki bir nebze olsun güven duyup rahatladılar hatta ilerleyen saatlerde ebeveyn kuzucuklar beraberinde iyice küçük kuzucukları da alıp parka geldiler. Direnmek, karşı koymak, beraber olmak, farklılıklarla beraber yaşamanın mümkün olduğunu göstermek için. Ancak çok geçmedi ki meydandaki bütün kuzucuklar , korkunç kurt tarafından tuzağa düşürüldüklerini anladılar. Her şey bir anda savaş alanı haline dönüştü, sözde koruması için varolan kolluk güçleri hırsla karşılarında duran insanlara biber gazı, gaz bombasını gelişi güzel ve bol bol attı, insanlar korkudan ve panikten ezilme tehlikesi geçirdi, tekerlekli sandalyedeki insanlar polisin şiddeti karşısında kalabalıkta annelerini kaybeden küçük çocuklardan dahi daha savunmasız kaldılar, o küçük çocuklar o simsiyah kargaşada annelerini kaybedip ağladılar, birçok insanın kolu bacağı kırıldı, gözler hasar gördü, kimileri gözlerini kaybetti, değil sadece astımlılar alandaki kimse nefes alamadı vs vs vs.  Fiziksel hasarlar bir şekilde, bir gün, büyük ölçüde, hallolur ya da en azından onunla yaşamak gerçeği öğrenilir. Ama güven duygusunun yitirildiği  manevi hasarların etkisi ise kişinin üzerinde genelde pek geçmez, halledilmesi üzerine çalışılmadığı takdirde kişinin ömrü boyunca karşısına çıkan, vereceği her ciddi kararı saldığı korkularla olumsuz yönde etkileyecek derin arızalar yaratır.

Yine dün Gezi Parkı'ndaki kuzucuklar, sevgi postunu üstüne geçirmiş kurt tarafından ihanete uğradılar ve bir daha asla ama asla onların iyiliğini düşündüğünü söyleyen bir güce, devlet erkanına, müktedir olana hiçbir şekilde güvenmeyeceğini kendi gözleriyle gördü, içinde olarak yaşadı.

Bu ülke daha önce de kendi çocuklarını acımasızca öldürdü, yaydığı yalanlarla gencecik insanların yıllarını hapiste geçirmelerine sebebiyet verdi, kardeşi kardeşe düşürdü ve  yoluna devam etti. Bütün erk sahipleri gibi. Sistemin işlemesi ancak bu yolla mümkün olur. Ama işte dünyada nisbeten bunu insanı şekilde demokratik yollarla yapan var, burada yaşanıldığı gibi bunun tamamen aksini yaparak tek olarak hakimiyetini kuran da var.

Anarşizm 19. yüzyılda ilk şekillendiğinde devlete ve otoriteye karşı duran bir felsefi akım olsa da zamanla fiziksel şiddet içeren hale dönüşüp erk tarafından "tehlikeli" olarak kabul ediliyor. Oysa otoriteye karşı çıkmak, durabilmek insanın doğasında olan şey. Bizde zaten anarşik olmanın bedeli çok ağır olduğundan felsefesinin temeli bile konuşulmaz. Bugün artık modern toplum düzeninde anarşizmin felsefi anlamda uygulanıp yaşanabilmesi mümkün değil elbette ama yine de iktidar sahibi (ve sahiplerine) karşı mesafeli durabilir, varlığımızı tamamen ona ve kurduğu sisteme adamayabilir hayatta bir duruş, haysiyet ve şahsiyet sahibi olabiliriz. Büyük hareketlere gerek yok, arada bir Proudhon 'u hatırlamak kafi olabilir. Veya vicdanının sesini, o herhalde en kolayı.

proudhon- "“to be governed is to be kept in sight, inspected, spied upon, directed, law-driven, numbered, enrolled, indoctrinated, preached at, controlled, estimated, valued, censured, commanded, by creatures who have neither the right, nor the wisdom, nor the virtue to do so . . .”

 Bir vicdanın (!) sesi de işte dün böyle geldi. "Kuzu kuzu" derken kötü kurt postu altında.  Parktaki gençlere sevecenlikle yaklaşan, ıhlamur kokularından bahseden yöneticiden geldi bu ses. Tam da yaşananlardan yani devlete güvenen kuzucukların, yavrucukların, evlatcıkların kötülüklerden, nifak tohumlarından korunması için gerekli iyi niyetli tedbirlerin ortalığı savaş alanına çevirmesinden hemen önce. Peki ya sonra?

GEZİ PARKI ve TAKSİM'e KESİNLİKLE DOKUNULMAYACAK,SİZLERE ASLA DOKUNULMAYACAKTIR.Bu sabah ve bundan sonra polis kardeşlerinize emanetsiniz.

Sevgi kesinlikle para ile satın alınır da anlaşılan vicdan alışverişinde para geçmiyor. 

P.S. entelektüel bir telaşa gerek yok; proudhon 'nun kadınlara dair ne kadar korkunç bir tip olduğunun farkındayız.

No comments: