2010'nun son günlerine doğru, yine yanlış ve hatalı gözlemleriyle ortalıklarda dolaşan Akif Beki'nin sosyolojik çıkartmasına dair yazmışım. Bugün de ne yazık ki kendisinin yükselen değil artık iyice yükselmiş prens olmasından mütevellit her şeye dair konuşabilmesi, yazabilmesi ve ahkam kesmesi sonucu yine kendisinin,  2 gündür gerçekleşen 12 Eylül davasına dair  muhteşem çıkarımlarını okumak, tanık olmak durumunda kaldım.  Bahadır Baruter zaten rögar kapağını kendisine taahhütlü  gönderdiği için üzerine bir şey yazmak epey gereksiz kalsa da yine de dileğim var fani insan olarak: artık Akif Beki gibi sığ, mütebasbıs insanlar keşke biraz sussa, az konuşup az yazsa da. Ama bunu dilerken bile müstehzi gülüşüme engel olamıyorum; kendime, söylediklerime, dilediklerime dair. Biliyorum ki gün cehaletin para ettiği, itibar gördüğü ve tabasbus edenin yürüyüp gittiği, önünün açıldığı bir gün. Çoğunluk denilen korkunç kültürün zamanı şimdi. Ger gör ki bizler bu çoğunluk kültürünün içerisinde yer almadığımız ve mümkün olduğu kadar kendi şahsiyetimizle haysiyetimizin elverdiği şekilde yaşamaya çalıştığımızdan ekseriyetle yüreği şişenler, daralanlar, önünü görmekte zorlananlar bizler oluyoruz.
Uzatmayacağım. Hayatta herkesin, biz fanilerin bile, özgüvenin tavan yaptığı dönemi vardır, daha da olacaktır. Ama hayatta her yükselişi bir düşüş takip etttiğinden, önemli olan yükselişin değil o hiç beklenmeden gelen düşüşün şiddetidir. Bunlar daha çok iyi günler; her yer Garden of Eden, herkes ahbap, herkes destekçi. Oysa gelecek karanlık, sen de gençsin. Aynen bir zamanlar Kenan Evren'nin de genç bir asker olduğu, "buraları ben yönetirim" diye düşündüğü zamanlar gibi. Artık insan ömrü de uzun, yaşadıkça yaşıyorsun. Bir de spor sağlıklı beslenme filan uzayıp gider bu yıllar. Yani böyle giderse yaşlılığın uzun sürecek. Yani insan hayatının sonbaharını yani bir şekilde düşüşü de uzun yaşayacaksın. Ne demiş Althusser ; l'avenir dure longtemps yani "gelecek uzun sürer". Hayırlı olsun. Ve kabul et ki Bahadır Baruter 'den gelen bir cevap gibisini beklemiyordun, değil mi? oy oy oy.
***
Valla doğrusunu söylemek gerekirse Akif’i sinir etmek için gitmedik.  Aradım arkadaşları, Tarık’ı, Orhan’ı, İbrahim’i falan, dedim ki gelin  gitmeyelim, sinir olsun Akif. “Akif benim sünnetimde neredeydi” dedim.  “Madem ki o onca yıl sonra gelen mutluluğumda beni yalnız bıraktı,  gelmedi, kirvem olup elimi tutmadı, gelin biz de onu onca yıl sonra  gelen bu mutlu gününde desteklemeyelim” dedim. “Onu en hassas yerinden  incitelim, gerçek bir 12 Eylül muhalifini, bir demokrasi ve özgürlük savaşçısını desteklemezmiş gibi  yaparak, derin hassasiyetlerine ve yüce davasına kayıtsızmış gibi  durarak gösterelim tavrımızı” dedim. Akif her fırsatta 12 Eylül  rejimine karşı sesini yükseltmiş, 12 Eylül'ün  sağladığı imkânlardan yararlanmayı kesinkes reddetmiş, yararlananlarla  bile beraber yürümeyi ilkelerine sığdıramamış, bir zamanların  işbirlikçilerinin bugünkü popülist ikiyüzlülüklerine zerre itibar  etmeyen, ilerici, özgürlükçü, demokrat bir aydındır. Ve Akif çektiği  onca eziyetin, dışlanmanın ardından gerçekleşmekte olan yüce adalet  sayesinde nihayet bir nebze gün yüzü görebilecektir. Ama Akif benim  sünnetime gelmedi!.. Sen o sünnete gelecektin akif! 
***
No comments:
Post a Comment