Dün, bir anda gelen Hrant Dink'in ölüm (suikast) haberi ile yaşadığım dünyanın gerçekliğine geri döndüm ve yaratmış olduğum kozadan dışarı çıktım.
Nedense hiçbir şey aynı gelmedi sonra. Hayat tabii ki de devam ediyor ama artık sanki soru cümlecikleri daha bir arttı. "Neden" diye sormak istediğim birçok soru yerleşti beynime.
"Neden" öldürüldü? , "Neden" birbirinden farklı düşünceler beraber varolamaz? "Neden" kızı babasını son kez, soğuk asfaltın üzerinde hareketsizce yatarken gördü?
Ölümü, sevdiklerimin ölümünü, çok sevdiğim babamın ölümünü düşündüm... Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. Sanki bir acı saplandı yüreğime, nefes alamadım. Gözyaşlarımı tutamadım, süzüldü usulca çenemden aşağıya.
Tam 30 yıl fark var aramızda. 30 yaşındayken aldı beni kucağına, hep sevdi, sevgisini hissettirdi. Daha ben çok ama çok küçükken mektuplar yazdı bana kapatıldığı yerden, hayata dair öğütler verdi, ansiklopedi fasikülleri gönderdi. Büyüdüm, çok uzaklara gittim umarsızca, önemsemedim arkamdakileri, doğal geldi yaptığım. Yine mektuplar yazdı ama bu sefer ben de ona yazdım. Dileklerimi, yaşantımı, halet-i ruhiyemi, en önemlisi hayallerimi kağıda döktüm, onunla paylaştım. Hiçbir zaman "bunlar imkansız şeyler" demedi, hayallerimde hep benimle varoldu, gerçekleştirmem için elinden geleni yaptı.
Hep 30 yaş fark aramızda. Bu yıl, benim yaşımın tam iki katı olacak yaşı. Çocukken çook yaşlı gelen yaşlar, bugünün gözüyle "bahar" sanki. Daha yapacağımız o kadar çok şey varken, sonun her an gelebileceğini biliyor olmak çok ağır geliyor. Ne var ki, hayat da böyle bir şey, değiştirebilecek hiçbir şey yok. Yapılabilecek tek şey, ânı olabildiğince yaşayabilmek, gülebilmek, ağlayabilmek, paylaşabilmek, ve belki de en önemlisi hatırlayabilmek.