2008'in ilk never on sunday başlığı ile beraber rakamları da sıfırlayalım yenilensin her şey.
Geçtiğimiz günlerin ağırlığı, Baudelaire vari spleen duygusundan sonra belki de never on sunday halet-iruhiyesine dönmek iyi gelebilir. Cuma günü biraz hastalıktan, biraz halsizlikten biraz da ertesi günün ciddiyetine saygıdan cuma eğlencesini es geçmiştim. Geç cuma eğlencesi olsun, never on sunday olsun, fani ve hafif duygular yüklü olsun ....
Geçen gece yazmıştım glamour vs diye sevdiğimiz moda sayfalarında bu resimlere rastlayınca hah işte dedim. Chanel belki de en glamour markalardan biridir hatta markadır. Chanel Chanel'dir, Napoli'li bir tasarımcının Versace markası altında çıkan görgüsüzlüğü gibi bir şey değildir; klastır, zariftir, kalıcıdır. Yukardaki kız Chanel'in davetine katılan yeni nesil amerikan dizi oyuncularından. Tahminimce yaptığı vague yapılmış saçları ile 20'li 30'li yıllardaki Coco Chanel'e ve Chanel tarzına benzemeye çalışmak olmuş. Olmamış. O etek, eldivenler hepsi fiyasko. Hele hele vague saçları...Zarafet sonradan kazanılan bir şey değildir, insanda varsa vardır yoksa yoktur. Zorlamanın alemi yok. Glamorous olmak da benzer bir şeydir, ya parlarsın (her zaman her şekilde) ya da parlamazsın (ne galliano haute couture'un içinde ne de oscar de la renta elbisenin). Zorlamanın alemi yok.Yine aynı davetten. Ben beğenirim Selma Blair'i. Çok sıradan tipli değil. Belki de o yüzündendir. Elbise bana göre fazla çiçekli böcekli ama güzel bir elbise, beyaz ten, siyah saç siyah ojeler, siyah ayakkabılar. Çok da güzel pek de güzel.
Kim olduğu hakkında bir fikrim yok ama üzerindekileri beğendim. Chanel'in Hamptons'a uygulanmış hali gibi geldi. Ancak bunu böyle iyi taşıyabilmek için uzun boylu olmak gerekir ki ben gayet ortalama boyda bir insanım. Bazen şöyle uzun boylu kızlara özenmiyor değilim hani.İşte bir fiyasko daha ama bu diğerinden çok daha ötede. Kız zaten gayet çirkin sayılabilecek bir tip, yanı çirkin değil de sıradan işte. Transparan bir tip. O etek boyu, o eteğin kalçada daralması sonucu çıkan çirkin görüntü, ayakkabılar, ve asıl en önemlisi o duruş. Daha doğrusu duramama hali. Ben de her daim dik durmayı beceremem, fasulye gibi kaydığım olur ama işim de eğer bu olsaydı dik durmayı öğrenirdim. Hani eskiden İstanbul'un bazı semtlerinde sıklıkla gördüğümüz artık neredeyse çok az kalan dul madame'lar vardır, hep siyah giyen, etek boyu aynı bu şekilde olan, işte o görüntünün acıklı Hollywood versiyonu bu kız olmuş.
İsmi yazmasa o beğendiğim top model olduğunu anlayamayacaktım. Bazı insanlara böyle geniş gülmek yakışmıyor sanki. Suratsız hali daha bir güzel kendisinin. Ama uzun boylu alımlı güzel bir insan kendisi. Bu sefer ayakkabıları da uyumlu, o Kızılay'ın yardım ayakkabıları gibi duranları giymemiş ya da hayran kitlesi göndermiş kendisine bir çift manolo. Bir tek saati beğenmedim ama onun dışında elbise güzel, çanta idare eder, ayakkabılar güzel. Ha bir de belki saçları biraz daha sarı olabilirdi ki bunu sarı saça bayılmayan ben söylüyorum ama sönük kalmış saçlarının sarısı.Ve tabii güzel biri ile bitirelim nefret oklarımızı, eleştirilerimizi. Aslında çok beğendiğim bir tip değil de kendisi karşı cins bayılıyor onu biliyorum (yine aynı şey). Ama burada güzel çıkmış. Ayakkabıları hariç ki onlar facia bir şey elbisesi bilezikleri ve özellikle de kafasına taktığı tüy bir harika. Böyle çok ciddi, çok resmi bir şeyin çocuksu bir detay ile kırılmasına bayılıyorum. Ayrıca ben de böyle bir tüy takmak istiyorum. Nereden bulurum acaba?
Yoruldum, sadece moda olunca zevzek Hıncal gibi hissettim kendimi, daraldım gerçekten bir anda.
No comments:
Post a Comment