Sunday, February 7, 2010

Never on sunday: P.S.



* kış günlerini, kış soğunu sevsem de kış insanı değilim (nasıl mutluyum kışın doğmamış olmama, anlatamam). baharın, ılık havanın tiril tiril hissettireceği günlerin gelmesini istiyorum artık. mart ile ilgili büyük planlar peşindeyim. nisandan önce mayıstan çok çok önce şubattan hemen sonra; martta.

* j.a. avatar'a gitmek istediği için avatar'a gittim. her şey mükemmel ama fazlasıyla mükemmel ve sıkıcı. en azından hikayesi sıkıcı. kötü amerikalılar, kötü dünyalılar, kötü dünyalılar içerisindeki iyi insanlar, iyi yerliler, insanların doğadan nefret etmesi, öldürmek için her şeyi yapması, elbette aşk (ayrıca öğrendik ki her şey bitse de seks bitmeyecek, ister insan ol ister avatar) ama gözlüklerle seyretmek vs eğlenceli, ayrıca hayal gücünün ifadesi de bir o kadar eğlenceli. ne var ki bana fazla bir şey ifade etmeyen bir film. o kadar teknoloji o kadar tasarım, bilmem bir yerden sonra iyice sıkıcı geliyor. ha, bir de bayağı şiddet sahneleri var filmde. çocuğum olsa herhalde belli bir yaşa hiçbir şekilde seyretmesine izin vermezdim ama gördüm ki salondaki minik çocuklarını getirmiş onlarca ebeveyn kendi doğru yollarındalar. 3 yaşındaki çocuğunu televizyonun karşısına saatlerce oturtan, boş zamanlarında eline bilgisayar oyunu verenleri de gördükten sonra herhalde önümüzdeki kuşakların boş beyinli olacağını düşünmek yanlış olmayacaktır. ebeveynlerinden daha boş beyinli ve daha aptal. offf. düşüncesi bile sıkıcı.

* bitti. nihayetinde. aylar sürdü ama şu anda masanın arkasında duruyor. tüm ihtişamı ile. ve şu anda bakıyorum. o kadar güzel ki. o kadar özel ki.

* erkek olsam sanıyorum favori markalarım american vintage ile supreme olurdu. şu supreme'e de bir ulaşabilsem içimdeki audrey hepburn'u kaykaycı yapacağım (bayılıyorum gri renkli erkek sweatshirtlerine) . fakat kız olduğum ve de gerizekalı moron berberim cuma günü saçımın rengini bok ettiği için r.'ninkine gitmek durumunda ve her şeyi baştan anlatmalı kendimi tanıtmalı istediğimi doğru ifade etmeliyim. hayır merak ediyorum 3 yıldır bir saçı aynı renge boyamak ne kadar zor olabilir? cidden. ve her seferinde mi kızılın içerisinde sarı olur. sarı ne ya? sarışın olmak istesem sarışın olurum. belli ki istemiyorum, belli ki istemediğimi her seferinde söylüyorum ama aptal olunca insan herhalde bazı noktaları anlaması imkansız oluyor. iyi insan olmak aptal olmayı engellemiyor. merak ediyorum bunun eline joystick'i ne zaman verdiler de beyin hücreleri öldü- ne de olsa o zaman play station yoktu, şimdiki çocukları play station'nın içine atıyorlar resmen. başarılı.

* espresso bizim harikulade ülkemiz sınırları içerisinde pahalı kahve. kimse bana starbucks'tan kahve içip de çok güzel kahve içtiğini söylemesin. kahveden anlamayanların ve nescafe'cilerin güzel kahvesidir starbucks. düşündüm de evde yapmak için espresso'ya verdiğim para beni öldürüyor resmen. lavazza imparatorluğu'nun velihatı ile izdivaç yapmak istiyorum, malikanemiz
qualita oro koksun istiyorum. ayrıca sürekli "çok yakınım" "beni çok sevenlerden" olduğunu söyleyip her uğradığında eli boş gelip de hemen "kahve isteyen" bedavacı takımına da hastayım. ayıp yahu! boş ve büyük konuşmanın, hazır yiyiciliğin bu kadarı da olmaz. bir kere de eliniz dolu gelin, değişiklik olur.

* bir şeyin kırılması bu kadar mı beklenir? umarım kırılır diye bekliyorum. mutfak tezgahından düşssün, kırılsın ve kırılan her sevdiği objenin kırıklarını toplayıp yapıştırmayı deneyen ben çöpe atmak için heves edeyim. hadi, kırıl artık.

* elbette star wars var akşamın eğlencesi olarak. hem de en güzel bölümü. hem de başka bir eğlence ile de beraber.

* 1 haftayı geçti. finito diyoruz biz buna.

No comments: