Dünkü sonucun heyecanı ve güzel giden şeylerin etkisi ile bugün memleketimin spor yazarları ne yazıyorlar, nasıl insanlar diye bir göz atmak istedim spor sitelerine.
Eskiden daha çok takip eder, okurdum ama şimdi sıkılıyorum ve gitgide bu spor yazarları denilen adamlara tahammülüm azalıyor. Bunun da tek sebebi spor yazarı olmayı çok kolay bir şey sanmaları. Herkes spor yazarı olmuş ama kimsenin neden bahsettiğinden haberi yok. Mesela Tanju Çolak. Spor yazarı olmuş haberim yok. Kendisinin yazabildiğinden de haberim yoktu ama orası ayrı. Kendisi ve türevlerinin yazıları zaten çok kısa, kaç vuruşluktur bilmiyorum ama hepsi bir ilkokul öğrencisinin yaz tatili kompozisyon defteri tadında. Basit, kolayca algılanabilen kısa cümlelerle süslü yazılar bunlar. Ha bir de unutmadan belirmeliyim ki, Tanju ve saz arkadaşlarında fevkalade "ağır abi" durumu var. Sürekli öğüt verme, "bak bir abi olarak söylüyorum sanaa hasan" halleri insanı kendinden geçiriyor. Savaş (Ay) da sıfatlarına bir sıfat daha eklemiş, spor yazarı olmuş (ya bir düş yakamdan demek istiyorum kendisine, ki şuradan söyleyeyim korkar benden kendisi).
Nasıl bir şuursuzluktur ki insan her şeyi yapabileceğini düşünebilir. Hayal etmek elbette güzel bir şey ancak insan haddini bilmeli şu hayatta. Bir de galiba eski fotoğrafçılar, müzisyenler ve televizyonun şeker çocukları işler tükenince spor yazarlığı yapabileceklerini düşündüler. Olabilir çünkü engelleyen yok. Aksine ülkenin yeni tekelini oluşturan holdingin sahibi bir kayınpeder, eski topçuluktan gelen veya şeker çocuk olup sabah programında hoplayıp zıplarken kazanılmış medya ilişkileri vs... Hal bu olunca, yabancı dil bilmeye, uluslararası spor basını takip etmeye gerek kalmadan veriyorlar gazetenin tekinde bir köşe, yazıyorlar sonra boş boş futbol hakkında. Unutmadan köşelerine koydukları resimlere de hayranım ben. O pozlar, bakışlar...hayran olmamak elde değil doğrusu.
Her şey benim çizdiğim kadar vahim değil elbette çünkü bu salaklar ordusundan ayrılan, yol yordam bilen, mürekkep yalamış, en az bir yabancı dil bilen, futbol dışında dünyadaki gelişmelerden de haberdar olan bir kesim var. Küçük bir kesim ama yine de insana futbol deyince, futbola biraz farklı bir gözden bakmak isteyince bulunan, rastlanan aslında tanıdık, bir masada oturup konuşabilecek yüzler.
Spor yazarı sıfatını almak kolay bir şey, köşen var yazıyorsun işte ama spor yazarı olmak sanılanın aksine zor zanaat. Hayattaki her şey gibi. Hepimizin sıfatları var çok önceden verilmiş, üzerimize dikilmiş ama o sıfatları hakkıyla olabiliyor muyuz, taşıyabiliyor muyuz? İşte orası tartışılır.
Ya da bütün futbol camiası bir şekilde W.A.G. olmuş gidiyor da farkında değil...
Eskiden daha çok takip eder, okurdum ama şimdi sıkılıyorum ve gitgide bu spor yazarları denilen adamlara tahammülüm azalıyor. Bunun da tek sebebi spor yazarı olmayı çok kolay bir şey sanmaları. Herkes spor yazarı olmuş ama kimsenin neden bahsettiğinden haberi yok. Mesela Tanju Çolak. Spor yazarı olmuş haberim yok. Kendisinin yazabildiğinden de haberim yoktu ama orası ayrı. Kendisi ve türevlerinin yazıları zaten çok kısa, kaç vuruşluktur bilmiyorum ama hepsi bir ilkokul öğrencisinin yaz tatili kompozisyon defteri tadında. Basit, kolayca algılanabilen kısa cümlelerle süslü yazılar bunlar. Ha bir de unutmadan belirmeliyim ki, Tanju ve saz arkadaşlarında fevkalade "ağır abi" durumu var. Sürekli öğüt verme, "bak bir abi olarak söylüyorum sanaa hasan" halleri insanı kendinden geçiriyor. Savaş (Ay) da sıfatlarına bir sıfat daha eklemiş, spor yazarı olmuş (ya bir düş yakamdan demek istiyorum kendisine, ki şuradan söyleyeyim korkar benden kendisi).
Nasıl bir şuursuzluktur ki insan her şeyi yapabileceğini düşünebilir. Hayal etmek elbette güzel bir şey ancak insan haddini bilmeli şu hayatta. Bir de galiba eski fotoğrafçılar, müzisyenler ve televizyonun şeker çocukları işler tükenince spor yazarlığı yapabileceklerini düşündüler. Olabilir çünkü engelleyen yok. Aksine ülkenin yeni tekelini oluşturan holdingin sahibi bir kayınpeder, eski topçuluktan gelen veya şeker çocuk olup sabah programında hoplayıp zıplarken kazanılmış medya ilişkileri vs... Hal bu olunca, yabancı dil bilmeye, uluslararası spor basını takip etmeye gerek kalmadan veriyorlar gazetenin tekinde bir köşe, yazıyorlar sonra boş boş futbol hakkında. Unutmadan köşelerine koydukları resimlere de hayranım ben. O pozlar, bakışlar...hayran olmamak elde değil doğrusu.
Her şey benim çizdiğim kadar vahim değil elbette çünkü bu salaklar ordusundan ayrılan, yol yordam bilen, mürekkep yalamış, en az bir yabancı dil bilen, futbol dışında dünyadaki gelişmelerden de haberdar olan bir kesim var. Küçük bir kesim ama yine de insana futbol deyince, futbola biraz farklı bir gözden bakmak isteyince bulunan, rastlanan aslında tanıdık, bir masada oturup konuşabilecek yüzler.
Spor yazarı sıfatını almak kolay bir şey, köşen var yazıyorsun işte ama spor yazarı olmak sanılanın aksine zor zanaat. Hayattaki her şey gibi. Hepimizin sıfatları var çok önceden verilmiş, üzerimize dikilmiş ama o sıfatları hakkıyla olabiliyor muyuz, taşıyabiliyor muyuz? İşte orası tartışılır.
Ya da bütün futbol camiası bir şekilde W.A.G. olmuş gidiyor da farkında değil...
No comments:
Post a Comment