Elbette mutsuz ve keyifsizim. İçim acıdı resmen.
Geçen hafta Fidel ve hatta Zidane için yazmıştım " bırakabilmek haysiyet gerektirir" diye. Doğru, gerçekten de gerektirir. Taraftar olmak, renklere tutkuyla bağlanmak kör olmayı, aptalı savunmayı, yanlışa doğru demeyi gerektirmez. Hiç sevdiğim oyunculardan değildir. Hep bir söylenen, ota boka itiraz eden, arkadaşını öğretmenine şikayet eden sınıfın muhbir öğrencisi intibası verir bana. Sevimsiz de bulurum. Zaten bir salaklık yapmış, takımını daha ilk dakikalarda yarı yolda bırakmışsın. Bari yaptığını kabul et, hata olarak gör ve çık git. Haysiyetinle çık o sahadan. Ağlayıp sızlamadan, söylenmeden. Ancak dediğim gibi haysiyet denilen şey zor bulunan bir değerli taş gibi. Ya da değerli taş söylemi fazla glamour kaçarsa, Alp Dağları'ndaki Edelweiss gibi diyeyim çocukluğuma bir gönderme yapayım. Kısacası kimi zaman haysiyet varolduğu düşünülende dahi olmayan bir özelliktir. Ya vardır, ya yoktur.
No comments:
Post a Comment