5-6 yaşlarındayken daha 80lerin ortasında Türkiye'de pek bir şey yokken, telefon numarasını verip karşı tarafın aranmasının beklendiği günlerde İsviçre mutluluğun ülkesi gibiydi. İsviçre sanki her şeyin masallarda olduğu gibi mutlu, sokaklarında aktığı şekerlemeden ağaçların olduğu bir yer iken Türkiye üzerindeki ağır siyah politik bulutun dışında gündeliğinde sanki 5 yıllık kalkınma programlarının uygulandığı kolhoz vari bir dünya gibiydi. Büyüdükçe, her şey değiştikçe İsviçre çocukluğumda yarattığı parlak büyüsünü yitirdi, Strasbourg'a 1,5 saat mesafedeki hali bile çekici olmadı. Yetişkinlik halinde elbette insanın sıkıcı bir hale dönüştüğü bir dönem olduğundan Charlie'nin Çikolata Fabrikası gibi romanlarda kurgulananlara, şekerden dünyalara, fantezi kurgulara inanmıyor. Benim için ise İsviçre'nin Charlie'nin Çikolata Fabrikası'nın fantastik dünyasının sonsuz dek çıkışı o pek meşhur tarafsızlığı sebebiyle oldu. Tarafsızlıkla ilgili sorunum var. Belki çok istisnai durumlarda tarafsız kalmak kabul edilir bir şey olabilir ama taraf tutmak daha doğrusu insanın kendi düşüncesini ifade edip onun sonuçlarını yaşaması çok önemli bir şey. Önemli çünkü taraf tutmak haysiyetli ve bir o kadar da şahsiyetli bir şey. Taraf tutmak fanatikmişcesine gözünü kapalı ağzından tükürükler çıkararak inandığını savunmak olmadığı gibi, her zaman güzellikler yaratmayabilir. Karşı taraftan gelen sonuçlar güzel olduğunda tabii her şey şahane de kimi zaman gelen tepkiler beklenildiği gibi sevgi dolu, onaylı, "aferin"li olmuyor. Ama yine de özgürce, insanın kendi iradesi ile verdiği bir karar neticesinde alınan bir taraf, belirtilen duruş. Doğru, belki kötü olmuyor ama hafif nahoş bir durum oluyor çoğunlukla. Yani kimi zaman insanın kendi düşündüğünü, inandığını söylemesi karşı tarafta kötü tepkiye yol açmasa da çoğunlukla dudağının büzülmesine sebebiyet verebiliyor. Zaten o büzülme tedirginlik verici bir durum çünkü bir dahaki sefer dudağını büzen tarafını gösterene bakmayabilir, onunla ilgilenmeyebilir, onu onaylamayabilir ve tabii nihayetinde sevmeyebilir. E o zaman birey "belki de gerek yok ya bu kadar tarafını belli etmeye" diye düşünebilir tarafsızlığı seçebilir. Olabilir, buna hiç itirazım yok. Nasıl mutlu ise odur. Ancak derdim aslında tarafsızlıktan ziyade tarafsız görüntüsü altında o kutsal tarafsızlıktan bir güzelce nemalanmak. Kanunlarla korunan ve tarafsızlığı sonucu kendine büyük karlar çıkartan İsviçre ile de tarafsız insanlarla da. İçeriği ne olursa olsun herhangi bir konuda görüşünü belirtmeyen ve " farketmez" diyen insan da benim için İsviçre gibi işte.
Türkiye ise zaten sürekli bağırarak kulakları tırmalayan vurgularla konuşan bir başbakana sahip, gündelik hayatta yüksek desibelin, ilişkilerde baskın karakterin haklılık olduğu sanılan bir yer. Taraf olanın kendini kaybetmişcesine kör vaziyette tuttuğunu bırakmaması ve illa büyük kelimelerle söyleme ihtiyacını duyduğu ve bunun alkışlanmasını takdir edilmesini bekleyenlerin yeri.
Oysa bir şeyler daha hafif daha sakin olmalı. Tarafını belli etmenin sonucu onaylanmamak veya küçümsenecek bir şey olmadığı gibi, karşısındakine sesini yükseltmememenin de eziklikten ziyade aslında ona duyulan saygı sebebiyle olduğu belki de anlaşılmalı. Hayal gibi değil mi? İşte o yüzden bana ne tam olarak İsviçre ne de tam olarak Türkiye. Sadece biraz hatta biraz filan değil bolca Eldorado'da olmak benim isteğim. Eldorado. Benimkisi bana, onunkisi ona ama neticede Eldorado. Yani hayal. Ama bana ait, benim çizdiğim şekilde.
No comments:
Post a Comment