Wednesday, March 5, 2008

Tepedeki şato bizim şato

Çok uzun zamandır okumadım ama bir zamanlar çok severdim Kafka'yı. Galiba ilk Amerika'yı okumuş, Dava ile devam etmiştim. İçlerinde en az Şato'yu en çok da Dava'yı sevmiştim.

Zordur okuması, başı sonu yokmuş olaylar, anlatılanlar hep aynı çemberin etrafında dönüyormuş hissi verse de çok etkileyicidir. Sekvotka gibi alman tedrisatından geçmemiş olsam da o dönemler Kafka'yı kendi dilinde okumuş olanları deli gibi kıskandığımı hatırlarım.

"vous n'etes pas du Chateau, vous n'etes pas du village, vous n'etes rien. Helas, tout de meme vous etes quelque chose, un de ces gens qui sont tout le temps sur les chemins, qui vous amenent constamment des histoires..."Franz Kafka, Le Chateau

**
Babasının dün geceki ani gidişinin ardından bugün belki de dünyanın en tatsız bürokratik işlemlerini yapmak zorunda kalan E. hastane koridorlarını arşınlarken, imamın kapısını, başhekimin odasını ararken hissettiklerini "Kafka kitapları gibiydi" diye özetledi.

Tam bilemesem de aniden, hiç beklenmeden yitip giden ardından insan kendisini karanlıkta bırakılmış, yalnız, görebildiği her şeye bir o kadar uzak hissedermiş gibi geliyor.
İşte belki de bu yüzden eldekilerin kıymetini bilmek, zamanı yaşamak gerekir çünkü dün o gözlerle gözün içine bakan yarın orada olmayabilir.

1 comment:

Anonymous said...

Akşam Olunca Eve Dönse Ölü Babalar

"...ayrılık ulkesinde delikanlilar, biyiklari dişlenmekten uc vermez gibi ne garip, ölmek saniyor çocuklar geceleri o denizlerde balik tutmak, marti olmak bize göre iş değil bir kartal kanadı olmak isteriz dağlarımızda bir biraksalar
bir biraksalar ay isiginin percemini daglara dusurdugu o aydinlikta
en guzel ciceklerle kucaklayabiliriz sizi…"

y.odabasi