Tuesday, March 25, 2008

P.S. Barcelona

Hemen hemen tanıdığım herkesin garip bir hayranlıkla hatta kimi zaman bana abartılı gelen bir ifade ile bahsettiği şehir Barcelona. Kalbini orada bırakan çok tanıyorum desem mübalağa olmaz. Ne var ki görmek böyle bir etki yaratıyormuş. Çok güzel bir şehir, Barcelona. Öyle Viyana veya St. Petersburg gibi sadece görüntüde güzel değil yaşamı, duruşu ile güzel bir şehir. Mutlu ve keyifli bir şehir öncelikle. Hayat güzel akıyor. Belki uzun yıllar faşist franco rejimden çekmiş olmanın getirdiği bir hafiflik var insanlarda. Barcelona tam anlamıyla yaşanılacak bir şehir. Kafelerinde uzun uzun otururken amerikano veya solo içilecek, la boqueria'nın tezgahlarında beraber balık yerken bira veya cava istenilecek, çıkışta eve götürmek için soyulmuş ve paketlenmiş meyvelerden alınacak, geniş bulvarlarında, aralarda kalmış meydanlarında koşturulacak, haftasonu maale maça gidilip katalanca bağrılacak, hele yazın tiril tiril bir vaziyette forn'dan croissant alınacak ve hamuru tüm yüze dağılacak şekilde yenilip o hale gülünecek, her türlü maskaralığın keyifle yapılacağı ve kimsenin dönüp bakmayacağı bir şehir, Barcelona.
"Herkes gibi senin de kalbin kaldı mı?" sorusuna ise cevabım "bilemedim birden bire" olacaktır. Ama orada yaşamak ister miyim denilirse evet der hemen bavullarımı yaparım. O kadar keyifli. Ayrıca fransızca bilenler için katalanca çok kolay.
*
Kısa kısa gezi notları:
1) ispanyollar da bizim gibi çirkin bir millet. kızlar pek tutunamaz ama erkeklere -büyük bir haksızlık olarak- çirkinlik yakıştığı için (misal javier bardem) ispanyol erkekleri olabilir.
2) her tarafa metro ile ulaşım var, çok rahat çok çabuk.
3) tarihimizde ilk defa aynı tribüne oturduğumuz bir maç seyrettik f.a. ile. atkılarımızı takıp bir heyecan içerisinde giderken çok uzakta olacağımız gerekçesi ile korktuğumuz ama sonrasında neredeyse içindeymişcesine görebildiğimiz bir açıdan hem takımı, hem maçı, hem ispanyolları, futbolun nasıl bir aile eğlencesi olduğunu seyrettik. gariban valladolid az kişiydi hem de en tepedeydiler ama maşşallah eşşek gibi bağırıp takımlarını destekliyorlardı. bu arada f.a.'nın morali onun boynundaki gs atkısının artık eskisi kadar tanınmadığı benim boynumdaki fb atkısının ise herkesin ilgisini çektiği, herkesin hakkında konuştuğu, güzel güzel telaffuz etmesiydi.
4) dali veya gaudi'yi insan beğenir beğenmez, sanatından hoşlanır veya hoşlanmaz ama bir deha olduklarını kabul etmek lazım (ben ki dali'den zerre hazzetmem, eleştirecek, burun kıvıracak bir şey bulamadım. ayrıca karısı gala'ya karşı olan büyük tutkusu müthiş etkileyici)
5) tur ile hiç gezmemekle beraber gidişte ve dönüşte mecburen karşılaşılıyor insanlarla. ve öğreniyoruz ki yüce türkler her gün tapas, meyve ve balık yemekten, ingilizce bilmeyen ispanyollardan, dali müzesinin uzaklığından ayrıca her taraftaki "sanatsal" görüntüden çok sıkılmışlar.
6) paskalya yortusunun olduğu gece meydanlardaki gösteriler bize çok ilginç gelmekle beraber katolikler için çok acıklıydı. ağlayan kadınlar, koskoca adamlar bugün bile dinin ne kadar etkili olduğunu gösterdi. yine paskalya vesilesiyle futbolculara yapılan çikolatalar ve hatta maçta 2 gol atan bojan'ninki komikti. bu kadar uğraş bu kadar süs...gerçekten insanoğlunu bazen anlamak çok güç.
7) burada pek yazdığım değildir ama aksi düşünülse de kahramanım j.a.'dır, kool ve sefa pezevengi yapıya sahip bir insandır öncelikle kendisi. bu tatil, bu gezi vesilesi ile belirteyim dedim.

1 comment:

Anonymous said...

barcelona yazılarını okurken daldım gıttımm,orda olmak ıstedım ama busefer fantastik 4'lu olarak sehrı yasamak ıstedım :) kolonı hayatıma orda sızle devam etmek ıstedım..cest l'amitie..