Monday, December 31, 2007
"Mış gib"i değişikliği
P.S. Şu sayfalara o kadar çok şampanya resmi koydum ki bugün için koymayayım dedim, eskilerden kullanalım. Ama aksın şampanya, yeni yılın şerefine, her şeyin şerefine ...
Sunday, December 30, 2007
Gece VIII
Yılbaşı öncesi E.'nin evindeki mini Anadolu tatları temalı kutlama, günlerdir süregelen ve yutkunmamı zorlaştıran ve aldığım tüm ilaçlara rağmen geçmeyen boğaz ağrısının sebebini öğrenmem ve bu bilginin bir anda bende placebo etkisi yaratması, devam edilen mekanlar...
Yan, Yan, Yan, Yan...
P.S. Boğazımın bir türlü geçmeyen ağrısı 2.çakramla alakalıymış. Ciddiyim. Söylemek istediğim ancak bir türlü söyleyemediğim bir şey bende böyle bir etki yaratıyormuş ve kendini böyle ortaya çıkartıyormuş. Çok anladığım şeyler değil böyle felsefeler ama duyunca hoşuma gidiyor. Sonra unutabiliyorum ama duyduğumda, düşündüğümde mantıklı gelebiliyor. Bu seferki mantıklı çünkü bir türlü yapamadım ki efsanevi konuşmamı. Kaç zaman oldu, başlıklıları neredeyse unutacağım. İşte yeni yılın ilk yapılacaklarından.
P.S. (2) Never on sunday diye uzun uzun yazacağım diye düşünürken kahvaltıya gidiyormuşum. Ben, alors, au retour diyelim.
Saturday, December 29, 2007
Bazen
Friday, December 28, 2007
İltifat
Dün bir, bugün iki bu haftanın iltifat kotasını doldurdum sanki. Dün kadim dostum Sekvotka beni Rita Hayworth'a benzetti, mest etti. Az önce kelli felli adamlardan biri "hayatımda ilk defa viski hakkında bu kadar bilen bir kadın ile karşılaşıyorum etkilendim" dedi, yüzümde tebessümü daimi kıldı.
Evet hoşa giden bir şey ama bazen nedense kabul etmesi zor olan bir şey. Ama yine de güzel.
Birazdan gidiliyor parti, açılış, sergi, yan...the night is young
Cuma akşamı ofis
Bombalar düşer bilare bu sayfaya
Cuma eğlencesi 6
Adını hâlâ ezberleyemiyorum ama maşallah people/vogue tipini ezberletti. Gayet güzel, nadir beğendiğim sarışın bir insan kendisi de giydiği elbiseleri pek bir beğensem de şu ayakkabılara olan takıntıyı çözebilmiş değilim. Gerçekten. 1 değil, 2 değil, 3 değil her hafta şuraya koyuyoruz bir resim, kız güzel, kıyafet güzel ama altta Kızılay tarafından verilmiş gibi duran şu çirkin siyah ayakkabılar. Yok mu, alamıyor mu diye merak ediyor insan? Alamıyorsa hediye de mi gelmiyor markalardan? Genişliği yarım dünya çapında, zengin bir sevgilisi yok mu elmaslarla bezenmiş bir şekilde hediye etsin bir çift Manolo, Sergio Rossi, Jimmy Choo. Hayır o da yoksa buradaki hayranlarına söyleyeceğim, adresine bir çift siyah klasik stiletto gönder, kap kızın gönlünü diyeceğim. Olmaz ki ama bu kadar zevksizlik!
Tam da beğendiğimiz güzel kızlardan diye yazdık kız uyuşturucu ile yakalanmış hapse atılmış sonra da kefaletle çıkmış geçen gün. Valla ne olacak bu gençliğin hali?Alkol, uyuşturucu, décadent süren bir hayat. Geçen gün Sekvotka ile konuşuyorduk, "alkol her türlü kötülüğün anası" diye yanılmamışızzzzz....
Ve işte sevdiğimiz insan. Az önce engin bilgi kaynağı People dergisinden okudum ki karısı ile beraber boşanma talebinde bulunmuşlar ki, o da gayet güzel bir insan, hiç bok atmayayım şimdi. Gerçekten şuraya her bir şeye yaptığım 5'lik, 10'luk listelerden bir tanesini de çirkin ama karizmatik erkek listesi yapsam benim için ilk sıradadır. Bu kadar mı beğenebilirim bir insanı? Haysiyetli, tavırlı, piç ruhlu, takım elbisenin yakıştığı, iyi kavga eden gibi duran, ağır bir insan. Valla şu saate kadar buralardan öyle "seviyorum meviyorum" gibi laflar etmişliğim yoktur, ilanı aşklar zordur benim için ama söylüyorum ki seviyorum kendisini...Derdim kendisinden küçük sean'lar yapmak istiyorum diye ama irlanda kökenli biri olarak maşallah yapmış iki tane erkek çocuğu. Ama bugün, şu an istesin, hemen yaparım bir tane küçük kız çocuğu.
Cuma bugün, parti var, açılış var, gecelerdir kaçırdığım partilerin yakalanışı var var da var. Bugün blog fani olsun, komik olsun, çok mu?
Thursday, December 27, 2007
İnat
Tam giderken
Gilda- would it interest you to know how much I hate you, johnny?
I hate you so much that I'd destroy myself to take you down with me.
Tam çıkıp gidecekken kadim dostum Sekvotka'dan beni benzettiği muhteşem kadına dair bir mail ve yazma zorunluluğu. Uzun zamandır aldığım en güzel iltifattı. Cheers!
Evet, evet patlatacağım şampanyayı. Hem gelen yeni yıla, giden yıla, yaşananlara, yıldönümüne...
Fantastik diyaloglar III
çalan cep telefonundaki diyalog
le boss- ben şimdi eczanedeyim benim gözümün kızarıklığın ne alıyorduk biz?
anotherstar- vizine
le boss- emin misin? sanki başka bir isimli bir şeydi.
anotherstar- hayır değiiil.
le boss- peki, peki, aldım zaten, geliyorum ofise
çalan cep telefonundaki diyalog 2
le boss - ben gelmeyeceğim öğleden sonra, sorun yok değil mi? gelmeyeyim değil mi?
anotherstar - yok gelme artık, pazartesi tatil olduk bir de bilgine, maillerine bak, kontrol et.
le boss - öyle mi? güzelmiş
anotherstar- son bir şey: anahtarın yanında mı kontrol et!
le boss- hiiiiiiiii. galiba unutmuşum odada çantada bulamadım.
anotherstar- sen dolan biraz mahallede, yollarım birazdan biriyle.
P.S. Evet, bizde pazartesi günü-yılbaşı günü iş yok!!!
P.S. (2) Haliyle le boss ile böyle hierarşik olmayan bir ilişki çeşidi olunca her şey bir rahat oluyor, sanki patron benim gibi gelip gitmeler, vs. Gayet rahatım burada, hele bir önceki kabustan sonra...
Beğenide yalnız olmamak
Kin, nefret duygulari ile bir erkek
Kendisini pek tanımasam da, sadece davetlerde karşılaşıp sohbet etsem de sever, benim çok sevdiğim pek bir franko ifadeli sizli bizli bir çerçevede oldukça samimi sohbetlet ederdim. Kendileri aynı zamanda önemli bir pozisyondaki fransız bir şahsiyet olduğu için de pek bir kibar, nazik bir insandı hatta oldu olacak jenti diyeyim de tam olsun.
Yine bir gün bir davette bir sohbet esnasında ben şampanya sevgimi dile getirirken "bende nasıl olsa çok var bir gün bir davet vereyim evde hep beraber içelim" diye önerince ben de "oh mon dieu, c'est magnifique" deyiverdim. Haliyle de beklediğim evde ufak bir gruba bir davet yemek neyse ne artık. Sonra ortaya çıktı ki davet denilen şey sadece bana, ben ve o şeklinde, başka kimse olmadan, evde, vs vs vs. Feci tabii. Ben müthiş bir manevra ile çok güzel bir şekilde idare edip "benim sevgilim biraz gariptir adam madam döver ben gelmeyeyim sizin de başınıza dert olmasın" diyerek çıktım işin işinden.
Asıl işin ilginci bu hiçbir şekilde açık olmayan ama transparan olan tekliften sonra benim davranış biçimimin değişmemiş onun işe değişmiş olması. Adam yüzüme bakmıyor. Yarım ağızla sohbetler filan. Ne kadar gereksiz davranış biçimleri bunlar ya? Kaç yaşında herifsin, adam gibi adam ol işte, sen beğeniyorsun diye karşındaki de seni beğenmek durumunda mı? Dünya siz erkeklerin beğeni döngüsünde dönmüyor neticede, hani gerçekten sizin beğendiğiniz, aşık olduğunuz artık ne boksa aynı şekilde hissetmeyebilir, öyle görmüyor olabilir. Hayat böyle bir şey, yani reddedilme, istenilmeme, "sadece arkadaş kalalım" gibi hissiyatlar doğal karşılanmalı şu yaşam denilen şeyde. Biz normal karşılıyoruz mesela. Yalnız erkeğin kadınla olan ilişkisindeki şuursuz bir şekilde yükselen müthiş erkek egosu nasıl inecek ben onu öğrenmek istiyorum.
Az önce bahsi geçen fransıza bizim koridorda rastladım, S.A. ile görüşmeye gelmiş de, beni görünce yarım ağız bir bonjour dedi de, yazayım dedim. Quel idiot!
Wednesday, December 26, 2007
Garip bir renk
Nicole Kidman'nın giydiği Balenciaga bir takım olup geçenlerde bir gece giydiği imiş. Yandaki de Balenciaga defilesinden. Takım tam olmuş da bence facia olmuş. Neden bir insan böyle bir şey giymek ister? Zaten ucuz gri, sönük ve kişiliksiz takımlarını giyip, şirketin verdiği gri sedan arabaları ile trafikte saçmalayan kadınları ezmek istiyorum (dün sabah gördüm yaşadım yani ne dediğimi biliyorum), bu resimle gri takım hadisesine iyice sinir oldum.
Giyen giysin de bana gelip kimse "güzel oldu mu" diye sormasın. Baştan söylüyorum çirkin.
Bu da gün ortası boğazlarımda batan dikenli tel varmış hissi yaşarken can sıkıntısından girilmiş post'tur.
Tuesday, December 25, 2007
Haysiyet
O zamanlardan beri önemli bir kavram oldu benim için haysiyet. Kimi zaman öylesine, yerli yersiz kullandım, kimi zaman ise ağırlığıyla, hakkını vere vere. Kimi zaman F.A.'nın yakın arkadaşı M.B.'nin kullamına özenip rakı, viski gibi içkileri tanımlarken, kimi zaman ise daha acı bir şekilde bir insanı tanımlarken.
Önemlidir benim için bir insanın haysiyetli olup olmadığını bilmek. Aslında haysiyetli olmak çok zor değildir (kim bilir kaypak olunca belki de zordur da). Düşündüğünün, ağzından çıkan kelimelerin arkasında durmak, bir duruşa, inanca sahip olmak, inanmadığına inanıyormuş gibi yapmamak zaten olması gereken geldiği için olağanmış gibi gelir.
Gün gelir insan zorlanır haysiyetli olmakta. Hayat hiç farkettirmeden oyunlarını oynar, insanı ikilime sokar, ucuz düşüncelere iter, iradesini, inancını, kıymetdârını sınava tabi tutar. Sonuç dünyanın sonu değildir elbette, herkese göre değişen bir durumdur. Kiminin umrunda olmaz haysiyetsiz olmak, kiminin ise koltuklarını kabartır haysiyetli olmak. Zaten ya o'sundur ya da değil.
P.S. Aman derim hemen, nefret oklarımı yönelttiğim düşünülmesin. Az önce bir arkadaşımla konuşurken yine haysiyet kelimesini telaffuz ettim, onun üzerine aklıma geldi yazmak. Yani elma yine sadece elma bu yazıda.
* küçük bir motto yazayım da tam ders vermiş gibi olayım:
"dignity consists not in possessing honors, but in the consciousness that we deserve them"
Aristoteles
Monday, December 24, 2007
Sabah Keyfi VI
Nedense pek sevdiğim bir şarkıdır bu. Melodisi güzel, sözleri güzel, sabah kahvesi ile şöyle denize bakarak dinleceklerdendir.
Chicago grubum değildir, çok da bilmem. Aynen Toto, Blood Sweat & Tears bilmediğim gibi. Bu gruplar genelde müzisyenlerin, gitaristlerin büyük hayranlık duyduğu gruplardır.
Chicago 1978 yılında yapmış Hot Streets albümünü, No Tell Lover şarkısı da öyle duygusal gibi gözükmeyen ama insanı köpek eden şarkılardandır.
Sabah keyfi olsun, kahve içilsin mutlaka, yanında da sigarasını yakan yaksın. Hatta Fransa'dakiler hep yaksın çünkü 1 ocak'tan itibaren yasaklanıyormuş.
No Tell Lover- Chicago
Pretty smile lovely face and a warm breeze now I need you lady
Youre my no tell lover
Every night in a different place Ill meet you tender lady
Youre my no tell lover
Everyone keeps tellin me that this affairs not meant to be
Even though I need you night and day
Walk away if you see me coming, even if its you Im lovin
Every minute is an hour every days a lonely lifetime
Youre my no tell lover
The little time that we spend together just cant last forever
Youre my no tell lover
Everyone keeps tellin me that this affairs not meant to be
Even though I need you night and day
Walk away if you see me coming even though its you Im lovin
I want her
I cant leave her
I wont live without her
Theres nothing left to say
I want her
I cant leave her
Pretty smile, lovely face and a warm breeze now I need you lady
Youre my no tell lover
Every night in a different place Ill need you tender lady
Youre my no tell lover
Everyone keeps tellin me this affairs not meant to be
Even though I need you night and day
Walk away if you see me coming even though its you Im lovin
I want her
I cant leave her
I wont live without her
Shes my no tell lover
Sunday, December 23, 2007
Never on sunday VIII
whatever ...
Günlerdir, çocuk yaşta hamile kalıp bebek sahibi olma hadisesini yazacağım da unutuyorum bir şekilde. Ebeveynlerinin hırsına çocuk yaşta kurban olan Britney Spears'ın 16 yaşındaki kız kardeşi hamileliğini açıklamış muhafazakarlık ve dekadansın yaşandığı ülkede. Ve tabii daha da ilginci çocuğu doğuracak olması. Hadi bizde, 3. dünya kabul edilen bir ülkenin taşrasında başka şartların, eğitimden uzak başka hayat biçimlerinin sürdürüldüğü bölgelerde ne yazık ki olağan bir vak'a olmasını anladık ama televizyon önünde, sahne üzerinde geçen, her daim bahar havası yaşanan melekler şehrinin en pahalı semtlerinde milyon dolarlık evlerde yaşayan insanların böylesine aptalca bir hareketi nasıl yapabildiğini anlamakta zorlanıyoruz. Gerçi Amerika'nın çok muhafazakar bir ülke olduğunu, kürtajın birçok eyalette yasaklandığını, televizyon dizilerinde bu konuya hiç değinilmediğini veya değinilse de sonucun-sebebi her ne olursa olsun ki buna istemeyerak kaza olarak yapmak veya tecavüz de dahil- çocuğu yapma çözümüne gittiğini biliyoruz. Gerçekten de hiçbir açıklama bana hangi konumda olursun, ne kadar paraya sahip olursa olsun, 16 yaşındaki bir kız çocuğunun çocuk sahibi olmasını haklı kılamaz, mantıklı bir hale dönüştüremez. Çocuk olan çocuk sahibi olursa, gün olup da içindeki ses "neden çocukluğunu yaşamadın, neden oyun oynamak yerine bebek bezi değiştirmeyi tercih ettin, neden böylesine sağlıksız seçim yaptın" dediğinde neler olacağından kim sorumlu olacak? Beceriksizlikle, umarsızca, hatta tüm hayatını değiştirme sebebi olduğu için onu suçlayarak, belki de nefret ederek büyütüp ortaya çıkardığında bugün onları koruyup gözetmesi, eğitmesi, doğru yola yönlendirmesi gereken vasileri ne diyecekler? İşte yitip giden bir hayat daha.İşte gereksiz bir aktivite daha. Yakında Beşiktaş'ta açılacak olan yeni alışveriş merkezinde de yer alacak olan ingiliz modacı Paul Smith futbol topu tasarlamış, daha doğrusu giydirmiş, Anna Wintour 'un Vogue da bunu "must have" objeler listesine almış. Nedir bu ya? Ve neden? Bunu kim alır? Alsa bile bu top oynanmak için değil herhalde, büfenin üstüne, dantel üzerindeki çin biblolarının yanına koyarlar diye düşünüyorum. Ya da belki muhteşem insan David Beckham'a kendisinden daha da muhteşem karısı evlerinin bahçesinde oynaması için hediye edebilir, giydiği kıyafetlerle uyumlu olması babında...Offf.
Gerçekten never on sunday...
Saturday, December 22, 2007
Aradaki fark
Ancak şaşırtıcı gelse de bu tarzı seven karşı cins de mevcut. Hiç aşağıdaki güzelim La Perla tasarımlarından etkilenmeyen, beğenmeyen, "ne bunlar böyle dantelli mantelli" diyenleri de var. Zevk işte, herkeste ayrı bir hal alıyor. Alana mani olmayayım kendime almayayım derim, o kadar.
Bakınca farkettim bu La Perla reklamındaki manken acaba Revlon Bedroom Eyes reklamındaki ile aynı kişi mi? Belli 3-5 isim dışında isimlerini, tiplerini bilmediğim için merak ettim şimdi. Bilenlerden açıklayıcı bilgiyi bekliyoruz yine.
Komik mutluluklar
easy come easy go
Friday, December 21, 2007
Motto # 11
Publius Terentius
Bu sefer de latince olsun, benden beklenmeyen konulardan biri olsun istedim. Pandora'nın Kutusu'ndan bu çıktı. Cheers! Gerçi daha önce şampanya kadehimizi kaldırmıştık ama pourquoi pas un 2eme tour?
Cuma eğlencesi 5
Anneler ve kızları ile gidecek olursak bu da Isabella Rossellini'nin Lancome yüzü olmuş kızı. Kendisi bir dönem yaşının geçkinliği sebebiyle işine son verilmiş olsa da sonra geri dönmüş ve kızının onlarla imzalayıp paraları almasıyla bence gölünü atmıştır firmaya. Galiba güzel annelerden her zaman güzel kızlar doğmuyor. Isabella da hoştur, albenilidir de bir annesi Ingrid Bergman'ın güzelliğinde değildir. Anlaşılan o ki, adamlar da yani baba da önemli faktör.
Zevk sahibi olmak zor şey bu dünyada. Yetiştiriliş tarzı, evde ailede çocukken yaşarken görmek zevkin, tat almanın oluşumunda önemli etkenler. Anlıyorum kendisi Rusya'nın fakir köylerinden birinde fakir bir ailenin çocuğu olarak yokluk içinde büyüdü; haliyle ekmeğinin peşinde koşarken kremanın ekşiliğini anlayabilecek olanaklara sahip değildi ne var ki kendisi bugün gayet zengin ve varlıklı bir aileye gelin gitmiş, bir de üç çocuk yapmış insandır (hele bir de sağlam bir prenup yapmışsa o üç çocukla ayrılınca da zengin genç şen dul olur) Ancak şu kıyafeti şöyle giyinmesini engelleyecek birileri olmalı etrafında diye düşünüyorum. Öncelikle içindeki o gereksiz uzun kolluyu çıkartsın ve lamenin üzerine dore çanta takılmayacağını biri söylesin. Kendisi her hafta başka bir facia halinde.
Geçen hafta güzelle başlamışken bu hafta güzelle bitirelim. Açıkcası Monica Bellucci ve Dior arasındaki reklam kampanyasını ben bilmiyordum, takip etmemişim ancak Vogue'un arka sayfasındaki Dior reklamını görünce farketmiş oldum (gerçi o resim daha güzel ama bulamadım; hoş nerede arayacağımı da bilmiyorum ama bakıyorum öylesine sayfalara). Kadın güzel de nedense Dior beğenmediğim, etkilenmediğim bir markadır. Hele çantaları filan... yazmıyorum bile o kadar gereksiz. Ancak tabii Galliano evlere şenlik, neredeyse efsanevi bir tasarımcı. Ayrıca Galliano ve Bellucci çanta ve makyaj ürünleri dışında bir Dior lingerie çekimleri yapmışlar ama ben görmedim, yazılanların yalancısıyım. Dior ile bitirmek gerekirse o halde bizim ülkenin ugly people dedikodusu ile bitireyim nokta olsun. Birinci olmasa da ikinci kaynaktan gelen habere göre pek zengin, pek para saçan biri, bir dönem Lucescu'nun pek sevdiği, sıklıkla gittiği italyan lokantasında yanındaki benim hiç beğenmediğim ama mesela M.'nin beğendiği bir tip olan sevgilisine Dior tuvalet hediye etmiş. Hem de kırmızı, hem de herkesin ortasında, hem de hediyeyi getirip veren adamın şöförü. Evet, şu son hareket epey bir falsolu ve ucuz ama tuvalet kim bilir ne kadar , hediyeyi alan da basmış tabii çığlıkları.
Old recipe'nin bittiği gün.
Sabahki haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla hiç tatlı sevmeyen birine bile çikolatayı tarifsiz kılan bu marka da gitmiş, benjaminlerin yeşil cazibesine bırakmış kendisini. Alan markayı hiç sevmem ama işin doğrusu sevmeme sebebim politik ve dini konulardan öte tamamen taklit olmalarıdır. Yaptıkları her şey, çıkarttıkları her ürün birer kopya ve taklit olması. Taklitten zerre hazzetmem; ne mücevherinden, ne çantasından, ne de insanından.
Thursday, December 20, 2007
La paix
Eskinin tabiriyle "sulh", günümüzün deyimiyle "barış" önemli şey şu hayatta. İnsanın ne kendine, ne de bir başkasına küs olması iyi şey değil. Kim bilir belki de en kötüsü insanın kendisine küs olması, onunla uğraşması, onu didiklemesi, yaralaması.
Barıştık biz. Dün gece. Belki de çok gerekli olmayan ama yüzyüze yapılması gereken bir yemekli konuşma esnasında. "Küs" idik desem yalan olur, abartılı olur ama garipti işte. Bir süredir devam ediyordu, dün sonlandı. İyi oldu. Zaten bizimkisi gibi şeyde çok devam edemezdi ama yine de garipliğin sürmemesi iyi oldu. Hem artık barıştığımıza göre diskoya da götürebilir beni (bir de merak ediyorum kendisinin bu ergenlik dönemi daha ne kadar sürecek?).
P.S. Kelimenin fransızca ifadesi olan La Paix aynı zamanda şehrimizde bir hastanenin ismi. Hatta ve hatta Sekvotka bu hastaneyi ve ikamet edenlerini pek iyi bilir deyip, kendisine sevgilerimi iletirim buradan.
P.S.(2) Yukardaki desen Picasso tarafından 5 aralık 1950'de Fransız Komünist Partisi'nin 30. yıl kongresi için verdiği siparişi üzerine yapılıyor. Bu çalışmada Picasso güvercin ve kadın temalı 29 adet desen çiziyor, Paul Eluard da bu çizimleri şiirleri ile süslüyor.
Wednesday, December 19, 2007
Aralık ayı
Vogue UK aralık sayısını "glamour issue" olarak yapmış... o halde this one goes for me.
*aralık ayı geçen yılın muhakemesinin yapıldığı ay derler. milletinkini bilemem ama ben benimkini kendi çapımda yaptım ve geçtiğimiz yıl yaptığım her şeyin altına hiç kıvırmadan imzamı atarım, yaptıklarımı yine yaparım.
Notaların etkisi
Tuesday, December 18, 2007
Venüs/ Afrodit
sandro botticelli, 1485, "la nascita di Venere"
Galleria della Uffizi 'den çok etkilenen ama kalbini orada bırakacak kadar çarpılmayan F.A.'dan esinlenip yazılan bir post'tur bu. Bir de tabii Venüs'ün benim gezegenim olması, vs gibi durumlar da etkili oldu demeliyim. Ayrıca güzel bir şey arada sırada insanın Rönesans döneminin allegorik eserlerine bakması, başka bir dinginlik, estetik duygusu veriyor. Ah bir şöyle evlerinin bahçesindeki Rönesans dönemi sanatçıların heykellerine tırmanarak çocukluğunu geçiren Medicis ailesinin devamı olamadık şu hayatta. Veya bir Rothschild veya bir Camondo... Cazzo!
Biraz Toscana, biraz Lombardia
Seviyoruz Çizme'yi, Çizme'nin insanlarını, yemeklerini, yaşam tarzını...
Monday, December 17, 2007
Kabus gibi görüntüler
Kıyafetlerde, tahammül edemediğim Victoria'nın başına gelen kadar kötü bir görüntü olamaz. Dapdar, sımsıkı acayip kıyafetlerde göğsün yandan fışkırması. Büyük talihsizlik! Aslında çok dar da giymeye gerek yok, düzgün iç çamaşırı giymeyen kadınların hepsinde görülen vakadır bu fışkırma durumu. Victoria'nın başına neden geldiği düşünülürse kendisi -1 beden, giymeye çalıştığı kıyafetler -2 beden ama boob size +5 beden olduğu için oluyor tüm bu manasız durumlar.
Kötü, çok kötü. İşte modern hayatlarda çirkinliğin tarihi.
Konutta bomba
Sunday, December 16, 2007
En meşhur takvim
Bu yılın teması asya/eastern bir şeylermiş de ben pek beğenmedim diyeyim. Geçen seneki sinema teması ve mankenleri daha güzeldi.
whatever...
Bu takvimler iyi, güzel, hoş da biz kızlar için aynı seviyede, aynı klas estetik anlayışında takvim yok mu mesela ? Neden hep karşı cinsin gözüne hitap ediyor böyle çalışmalar? Muhtemelen ben bihaberimdir de, Aydınlanma Çağı'nın kapılarını açacak varsa mutfağa asmak üzere bekliyoruz.
Saturday, December 15, 2007
Gece VII
Galiba insan gece çıktığında gittiği mekanlarda çok kolay değişiklik yapamıyor. Belki o yüzden de eğleniyor. Yemek için aynı mekan, eğlence için aynı mekan, müdavim olmak, hesapta indirim olması, keyifli olmak, iğrenç bir davranış biçimi olarak dj'den şarkı istemek (evet, bunu dj kültürü üzerine sosyolojik bir tez yapmış anotherstar söylüyor. adamlar gerçekten bundan hoşlanmıyor), çılgın danslar, bazı girişimlere, beğenilere Sekvotka'dan poker üzerinden yorumlar (poker oynayan erkeklerde sürekli olarak gündelik hayatı poker ile karşılaştırma durumu var) vs vs vs...
Yan yan yanmam lazım.
P.S. Reflümden dolayı pek dikkatliyim içki tüketiminde. "dur" diyebiliyorum beyin hücrelerime. İyi bir şey bu.
Friday, December 14, 2007
Güzel, çirkin derken...
Cuma eğlencesi 4
Önce güzelle başlayalım. Amerikan Vogue'nun patronu Anna Wintour istemiş Georges Condo diye bir sanatçı Andy Warhol'un 1976 tarihli The Red Queen tablosunun önünde hiç sevmediğim marka Calvin Klein kıyafetler ve çok sevdiğim marka Bottega Veneta halka küpelerle-çok seviyorum hoop earring denilen şeyi yine ismini bilmediğim ama çok bilindik bir mankenle resimler çekmiş, Vogue'un aralık sayısına sayfa sayfa sergilenmiş. Gerçi burada belli olmuyor (ki bu iyi bir şey) ama kızın saçlarının rengi felaket. Kül rengi. Aman yarabbim. Saç rengi demişken de demek ben bu röfle hadisesine acayip tepkiliyim bunu anladım çünkü kaç kişi reflüyü röfle algılayıp "hayıır benim saçlarımda röfle yok" diye satırlarca ısrar eder?
whatever...
İşte bir facia anı. Belki hepsi için değil ama Courtney Love için gayet öyle bir an. Bu kadın yaz aylarında geçirdiği çeşitli estetik ameliyatlarından sonra inanılmaz ince bir vaziyette çıkmıştı karşımıza. İnce olmak güzel şey elbette de bence acayip çirkin olmuştu yani garip bir incelikti o. Bir de yüzünü yaptırmıştı ki... o surata yorum yapmıyorum. Şu resimde de gayet çirkin. Bir şeyler oldu bu kadına. Para içinde yüzmenin getirdiği bir şey belki de (ölen kocası kurt cobain, şu anda bile-yani ölümünden sonra-en çok kazandıran sanatçı). Kıyafeti de çok kötü. Resimde elbette tek güzel var, Kate Moss. Anladık kokainman filan ama güzel işte. Öyle hokka burun, bebek yüzlü güzellerden değil, başka bir albenisi var. Kıyafeti de çok güzel. Hele o ipek bluz tam benlik (pantalonu almayayım, zaten giymiyorum). Stella McCartney ise işte "tel père tel fille". Babası da çirkin bir şey, bu da böyle işte.İşte cumanın sükut-u hayali. Gerçekten güzel kız. L.C. ile pek beğenirdik. Hatta en son geçenlerde saçlarını koyu renge boyamıştı ki tüm güzelliği ile salınırken bugün şak diye karşıma çıkan şu fecahat ötesi renkle çıktı. Bu kız ve onun yaşıtı yeni hollywood yıldızları grubunun rachel zoe diye anoreksik ve çirkin bir imaj danışmanları var, acaba kadın bunları kıskanıyor da mı böyle çirkin ötesi, kızcağızı en az 10 yaş yaşlı gösteren bir saç rengi yaptırtıp şu üzerindeki zibidi kılığı giydiriyor?
P.S. Geçenlerde blogu okuyan karşı cinslerden biri adını bir türlü ezberlemediğim ama tipini pek beğendiğim top model için "sen bir beğenmişsin kızı" dedi. Beğendim valla, güzel kız, yalan değil. Güzel güzeldir çirkin de çirkin ama koynuma almak gibi bir niyetim yok; o yüzden kendisine buradan hediyem olsun.
P.S. (2) Farkettim ki karşı cinsin latekse bir zaafı var. Bizim buralar biraz köy, varoş içinde bauhaus olduğu için kendime siyah lateks çizme aldım (lateks ama havalı, parlak parlak yürüyorum çamurların içinde). Sabahtan beri yürürken tanıdığım selam verdiğim her karşı cins "ooo ne güzel çizmeler, çok yakışmış" deyip duruyor. Anlamıyorum ki adamları. Sanki ayağımda bana yakışacağı düşünülen yeşil manolo blahnik ayakkabılar ile yürüyorum .
Thursday, December 13, 2007
Zayıf nokta
2007'de gidenlere bir isim daha
whatever...
Hal böyleyken sevmediğim, eleştirdiğim adam boldur müzisyen tayfasında. Misal Ike Turner. Zerre hazzetmem. Müzisyenliğine itirazım yok. Bir deha değildir elbette ama iyi blues, R&B müzisyenidir. Ama asıl başarıyı ikinci karısı Tina Turner ile yakalamıştır. Her ne kadar öyle olsa da, kadına etmediği eziyet, atmadığı dayak kalmamıştır. Ne mutlu ki, Tina Turner Ike'dan güç bela ayrıldıktan sonra gerçekten de müzik tarihindeki sayılı "comeback"lerden birini yapmıştır. Aylarca süründükten sonra yanlış hatırlamıyorsam eski dostu Eric Clapton'nın de araya girmesi ve Capitol Records ile görüşmesinden sonra 1984 yılında Private Dancer albümünü çıkartıyor. İşte o herkesin çok sevdiği parça what's love got to do with it bu albümde yer alıyor ve kesinlikle bir Ike Turner bestesi değildir (iki ingiliz besteciye aittir şarkı). Şarkıyı albümün prodüktörleri sıradan bulsa da Tina şarkıyı başka bir ses tekniği ile okuduğu ve zaten klipte taş gibi bir halde kendini göstermesiyle şarkı patlıyor. Güzel parçadır, orası ayrı. Ve bu albümden sonra Tina tekrar sahnelere dönüyor, dünya turnelerine filan çıkıyor, o kaba saba Ike da yerel olarak çalmaya devam ediyor (ama tabii dünyada telif sistemi iyi işlediği için oradan düzenli parasını alıyor. ayrıca bu telif mevzusunda da tina'nın hakkını yemişliği vardır; gayet puşttur). O yüzden hiç sevmem kendisini.
Tuesday, December 11, 2007
myself/yourself and the motto
elisabeth: how did you know? how did you know I'd respond to you the way I have?
john: I saw myself in you.
"nine 1/2 weeks"
P.S. Saçlarım yukardaki gibi olduğundan beri pek bir beğenmeye başladım böyle saçlı modeller, resimler. Empatinin bir tür başka versiyonu herhalde böyle olsa gerek.
whatever... güzel işte.
Bobo şehirde çadır meselesi
Bir başka fantastik insan Kaddafi yıllar sonra resmi ziyarete gittiği Fransa'da ultra lüks otellerde kalmak yerine, Paris'in göbeğin diktiği çadırında kalmayı tercih ediyor.
Yeni yıl dilekleri, hediyeleri, zevzevklikleri
Şu meşhur dizilerden birisinin oyuncusu popüler kültürün en bilinen figürlerinden olan Noel Baba'dan kendisi için yeni yılda fantastik bir dilekte bulunmuş: Adriana Lima ile bir gece.
Bu zeka geriliğine fazla bir şey yazmayacağım, narin ellerime yazık. Diyeceğim tek şey: "hmm tabii ya, neden olmasın" Adriana da seni bekliyordu Manhattan'daki lüks dairesinin kapısında "şöyle yağız bir türk genci gelse de bana cennettin kapılarını açsa diye".
Sabah sabah gerçekten yine evlere şenlik ugly people manzaraları bunlar.
Monday, December 10, 2007
Özlü sözlerde hayat dersi
Hayda! Sen ne istediğini bilsen kaç yazar, ben asıl neyin ne olduğunu, ne istediğimi biliyorsam? Kimsin, nesin, kaç günlük, kaç saatliksin, nereden geliyor bu özgüven? Valla vakit kaybı; cevap yazarken sarfettiğim enerjiye yazık.
Bıraktım artık bu beyhude çabaları. Nafile. "balık baştan kokarmış" Sapıtmaya başladığı an, bırak gitsin! İnsan biraz şuurlu olur, bir kendine, hareketlerine bakar, ya da en güzeli aynaya bakar da onun üzerine bu kadar iddalı konuşur.
Şiştim valla.
Şu komik ingiliz erkekleri
Bir de bunların celebrity olanları var ki sürekli bir vukuat halindeler. Nedense ingiliz erkeklerinde beraber oldukları güzel, hoş kadınları dadı veya geceleri kaldırımda çalışanlarla aldatmak gibi garip bir davranış biçimi var. Mesela Jude Law, mesela Hugh Grant. Paçoz bir durum değil mi bu? Sienna Miller gibi biri ile berabersin (hiç bayılmam da güzel işte)
mutluluk pozları, yüzükler, her gece eğlenmeler ama sonra gidip çocuklarına bakan, seninle hiçbir şekilde aynı hayatı paylaşmayan, bambaşka bir insan olan dadı ile aldatıyorsun( dadıyı da, diğer kaldırım mesaisi yapanı da gördük. ne gerek var diye düşünemeden edemiyor insan) Mesela ne ilginç geliyor, nesi çekiyor Sienna Miller'dan veya Liz Hurley'dan sonra? Sıradanlığı mı? Basitliği mi? Gölgede oluşu mu?
Bu post'un da sebebi sabahki tabloid haberleri. Hugh Grant yine alemlerde yakalanmış da, yine benzer bir meslek grubu icracıları ile beraber.
Bazen hiç anlamıyorum karşı cinsi.
Sunday, December 9, 2007
Eski açık siyah şişe desene
Never on sunday VII
Ne yazik ki büyük heyecan fırtınası fazla sönüktü. Evet heyecan, coşku, adrenalin ama... "Ama" işte, hiçbir değişiklik yok, sonuç bize yine mutluluk, onu bunu arayıp deli etme anı vs ama öyle yazıldığı, çizildiği kadar istatistiklerde en tepede yer alan bir mücadelenin olması gerektiği gibi kıran kırana değildi (ayrıca bu konuda yazıp çizen herkesin bir süredir varolan istatistikler üzerinden konuşma durumu gitgide daha da sıkıcı bir hal alıyor). Benim bu oyunda hep sevdiğim şey olan sürprizlerden eser yoktu. Mutluyuz da ben şahsen şöyle hiçbir şeyin belli olmadığı, her an elden gidecekmiş gibi yaşanan bir 90 dakikayı dünkü sıradan oyuna tercih ederdim.
alt başlık: kız taraftar durumu
Hani biliyoruz ben çoğu zaman hemcinslerime karşı fazla önyargılı, katı olabiliyorum ama dün gördüğüm manzaraya artık bir şey diyemedim. Barın önünde oturan ve maçın başlamasını bekleyen, altı ay öncesinin yapma sarışını ama bugünün moda rengi olan kızıla boyatılmış fönlü saçlarıyla oturan formalı iki kız ve pantalonun altına giydikleri siyah rugan stiletto'lar halen gözümün önünden gitmiyor. Siyah rugan stiletto. Siyah rugan stiletto. O kadar acayip geldi ki o görüntü gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Yine bir başka bir gözlemim olan beraber oldukları erkeklerle takım değiştiren, takım tutan, ya da herhangi başka bir konuda şekle giren kadınlardan hazzetmiyorum. Şahsiyetsiz buluyorum. Yanlarında yarım dünya adamlarla içeriye girdiklerinde küpesi, sütyeni, tişörtü, sweatshirt'ü, şapkası, ile yürüyen souvenir dükkanı misali geç gelip onu bunu öpmekle geçen dakikalardan sonra oturan ve asla maçı seyretmeyenlere bakakalıyorum ben.
Dediğim gibi, heyecanım, coşkum büyüktü ama sıradanlıkla gitgide azaldı. Umarım bahar aylarındaki bu kadar sıkıcı, bu kadar vasat olmaz.
motto: "Il n'est qu'une chose horrible en ce monde, un seul péché irrémissible : l'ennui" -OSCAR WILDE
Saturday, December 8, 2007
Heyecan fırtınası
P.S. Bugünkü gibi heyecanlarda kendime çirkef demem; yanlış bir ifade biçimi olur. Ancak gayet iğrenç ve seviyesiz sıfatları uygun olabilir.
P.S.(2) Bazen kendime çok gülüyorum. Kuaförden çıkmış Anna Wintour'unkinden daha güzel kesilmiş bob saçlar, kırmızı ojei tırnaklar ve boyunda o renklerin atkısı...Gerçekten bazen çok gülüyorum hallerime (ama etek yerine pantalon giymeyi akıl ettim, bu da bir şeydir)
Thursday, December 6, 2007
Erken cuma eğlencesi
Kız top modelmiş, geçen sefer öğrendik. Ben yine elbiseyi boynundaki şey hariç beğendim, kızın dizkapaklarını zaten çok kıskanıyorum.Saçı kötü olmuş ama güzel kız (dikkat renkleri güzel demiyorum başka bir şey, bir albeni var).
Geçen gün okuyan biri sordu "renkleri güzel" nedir diye; işte aynen aşağıdaki gibi bir şey. Çirkin mi değil tabii, gayet güzel. Ama o kadar. Ne bir albesinisi, bir alımı, bir farklılığı yok. Güzel gözlü, güzel burunlu, güzel bir kız işte. Hiçbir falsosu yok ama hiçbir fazlası, farklılığı da yok. Renkleri güzel. Genelde iyi aile kızları, masum, efendi görüntülü kızlar bu tanıma giriyor. Ya da biz hep öylesine rastladık. Belirteyim bu tanım benden değil, M.'den çıkmadır. Ben de %100 katılıyorum. Ama tabii karşı cinsin gözünde her şey başka, biz öyle göremiyoruz. Biz kızlara göre bir tanım bu. Neticede şöyle bir süzüyoruz, kendimizce "tutunur" veya "tutunamaz" diyoruz ama koynumuza almak istememiz gibi bir durum olmadığından bu kadar not veriyoruz. O yüzden de karşı cinsin bazı kadın tip beğenilerini zerre anlamıyoruz.
Merak edilen bu tanımlamanın açıklanmasından sonra yine talep üzerine gelen "çirkin ama karizmatik erkekler" tanımlaması üzerine olacaktır ama daha vakti belli olmamakla beraber Anotherstar'ın ruh haline bağlıdır.
P.S. Sanal alemlerlere, ortamlara bu kadar laf edip içinden çıkan sürprizlerle bu kadar mı eğlenir bir insan? Doğru, pek inanmıyorum sanal alem üzerine kurulanlara ama bazen de yanılabiliyorum. Dün yine bu sanal ortamların birinden gelen bir mesaj güldürüp eğlendirdiği kadar merak da uyandırdı. Hiç tanımadığım sadece yaptığı tanımlamalardan, açıklamalardan bildiğim ama bir şekilde arada bir birbirimizden haberdar olduğumuz biri, şu an vitrindeki yeşil manolo blahnik'leri görüp beni anımsamış. Ne denir ki buna, cheers'den başka. Olsa şampanya kadehimi kaldıracağım. Ayrıca yarın gidiyorum Kanyon'a görebilmek için.
Nakit kazanç
Bu hafta Sekvotka'nın yakinen bildiği Los Angeles'in zenci pimpler gibi para saçıyorum galiba. Elimizdekiler onların benjamin'lerinden değil ama kendimizce kıymetli işte. Hele hele geçen gün uçuk bir meblağa aldığım bir panettone var ki...Ben şaşkınım, B. şaşkın, herkes şaşkın...Neyse oldu madem ki, şanım olsun diyorum.
Motto # 9
Tuesday, December 4, 2007
Kaderin cilvesi denilen şey
Dün gazeteleri okurken, haberleri dinlerken tanık olduğum kaderin cilvesi, Guareschi'nin efsanevi eseri Don Camillo'nun hikayelerinden birini anımsattı.
Kısaca bahsetmek gerekirse 2. Dünya Savaşı sonrasında İtalya'nın Po Ovası'ndaki bir kasabada yaşayan ve aslında birbirlerinin en yakın arkadaşları olup sürekli kavga eden kasabanın rahibi Don Camillo ve azılı komünist belediye başkanı Peppone'nin maceraları bunlar.
Bir gün kasabanın en yaşlı adamlarından ve en ateşli komünistlerden biri ölüyor ve vasiyetinde hiçbir şekilde dini tören istemediğini, tabutunun kilisenin önünden geçerken çanların çalınması için kendiliğinden duran güzergahı çok iyi bilen atlarca çekilen kiliseye ait at arabasında taşınmasını değil; tüm varını yoğunu vererek özel olarak yaptırdığı, kullanan kişinin her şeyi mekanik bir aksamla idare ettiği bir arabada taşınmak istediğini belirtiyor. Cenaze günü geldiğinde dini tören istemeyen yoldaşları için Pepppone ve adamları kızılca bir tören hazırlıyorlar, her tarafı kıpkırmızı yapıyorlar ve heyecanla bütün kasaba ahalisi ile beraber yeni arabanın işleyişini görmek için bekliyorlar. Mekanik cenaze arabası kasabanın içinde hiç sorunsuz ilerlemeye başlıyor, ilerliyor, ilerliyor ve tam mezarlığa doğru kasaba meydanından çıkacakken kilisenin önüne yaklaşıyor herkes nefeslerini tutmuş "artık bir şey olmaz, vasiyet yerine geldi" diye düşünürken araba bir anda bozuluyor ve tam kilisenin önünde öylecene kilitlenip kalıyor. Şöför canla başla her türlü düğmeyi, kolu, vitesi deniyor, Peppone yetişiyor yardıma, hiçbir işe yaramıyor. İşte o sırada cenaze alayını penceresinden seyreden Don Camillo çan kulesine koşuyor ve var gücüyle çanları çalmaya başlıyor, inatçı ama bir o kadar yakın olduğu komünist komşunu uğurluyor. Çan sesleri ile beraber araba bir anda çalışmaya başlıyor ve herkesin şaşkın bakışları altında hızla ilerliyor.
Yukardaki bir hikaye. Eğlenceli, akdeniz kokulu bir hikaye. Gerçeklik payı var mıdır, bilemem ama olabilir çünkü neticede kuzey de olsa bahsedilen yer her an her şeyin olabildiği İtalya.
Benim neden bu hikayeyi anımsama sebebim ise, uçak kazasında ölen fizik profesörünün cenazesinde gerçekleşen resim hadisesi. İmamınki büyük densizlik, saçmalık, kendini bilmezlik ama kaderin cilvesi de böyle bir şey. Ölünce, o tabutun içine girince dünyaca ünlü, kendisini pozitif bilime adamış, çalışmaları ile parmakla gösterilen bir insan olmak bile hurafelerin gücünden kurtarmaya yetmiyor insanı.
Monday, December 3, 2007
Motto # 9
Fool me twice, shame on me...
Sabah sabah
Şu anda radyoda Love Hangover çalıyor. Hem de uzun versiyonu. Zaten mutlu halim, katlandı da katlandı. Seviyorum Diana Ross'u, 70'lerin sonlarındaki disko halini, Love Hangover'ı.
Sabah da arabada yine birilerine hediye olarak çektiğim compilation cdlerden birini dinlerken Another Star'ı dinledim. Artık kaç dakikada uçtum buraya bilemiyorum ama gayet hızlıydı. Bu arada yine farkettim de ne güzel cdler hazırlıyıp hediye ediyormuşum ben öyle içimden gelince.
Sunday, December 2, 2007
Never on sunday VI
Pazar günü yine balık pazarı, yine serin hava derken akşam evde muhteşem 4'lü ve artı 2'nin gelmesiyle keyifli akşam, eğlenceli gece.
B.'nin, maçtan çıkan ve üzerinde o takımın formasıyla bu eve giren K. ile beraber önce gelmesi, fantastik hamsi tava faaliyetinde fritözün erimesi (gerçek anlamda erimesi), diğer tavanın ucunun alev alması, 700 gr patlıcan salatası, şuursuzluk sonucu uçuk bir meblağa alınmış panattone, yeni oyuncağın kendi içindeki oyuncak photo booth ile deliler gibi eğlenme ve R. & M. ile müthiş resimler çekme, Ke. Beşiktaş maçı, ...
very happy never on sunday...Again... with friends...
P.S. Arka arkaya yaşanan fritözün erimesi, tavanın alev alması ve bir anda sifonun bozulması gibi fantastik durumlarım karşısında hemen evim için kurşun döktürmek istiyorum.
P.S.(2) Bugünkü balık borsasında değişiklik yok, hamsi aynı fiyat, lüfer 1 lira daha ucuz.
P.S. (3) Bence balık pişirmek karşı cinsin görevleri arasında olmalı. Çok külfetli, çok yağlı, çok yorucu.
P.S. (4) Bir yemeği daha başarı ile fırın olmadan atlattık. Demek ki pasta börek pişmiyorsa bir evde fırına da gerek yokmuş.
Gece VI
Herkesin gittiği, herkesin olduğu, herkesin görüldüğü parti,parti mekanı olarak şehrin en can damarı olan tren garının seçilmiş oluşu, mekanın sanki boş kiliseyi andırması, dj food, sanat sepet ve sosyete tayfasının birlikteliği (mesela bir kelebek muhabirinin kaçırmaması gereken bir davetti diyelim tam olsun)...
İyidi, hoştu, egoyu iyice yükselticiydi ama bir önceki gece kadar eğlenceli ya da sansasyonel değildi.
P.S. Kendisini tanımam etmem de kafasina daha paketinden çıkartılmamış chopstick takmış bir Zeynep Tunuslu'dan iltifat yemiş olmam iyi midir, kötü müdür çözemedim.
P.S. (2) İşin doğrusu gece ve parti pek glamour değildi mamafih ben iyice geri döndüm glamour ruh halime. Barışsak, birbirimize sırtımızı dönmesek de şu muhteşem glamour halimle Şamdan'a gitsek.
P.S. (3) Ben diskoya götürülmek isterken kendim de diskoya götürecek insan intibası yaratıyorum galiba. Sabahın ilk saatleri, gelen mesaj "anotherstar beni diskoya götür" şeklinde olunca cevap da "ben zaten diskodayım" oluyor.
Saturday, December 1, 2007
Motto # 8
*buggin' out- yo, Sal, we're gonna boycott your fat pasta ass.
Fantastik Diyaloglar II
anotherstar - ... neyse işte hatırlamazsın ama sizin okuldan da küçük tabii sizden.
b. - kim bilmiyorum ama döverim eğer küçükse
anotherstar- aa tabii canım ona ne şüphe
sekvotka- döver döver. öperim seni.
b. - ya evet annenle beraber diyeceğim şimdi
sekvotka- hahahaaha
* önden yürüyen grupla ufak bir çarpışma anı ve 3 kızın yanındaki tek erkeğin zevzek çıkması üzerine benim laf etmem ve:
b. - döveyim istiyorsan
anotherstar- yok paşam değmez başkasını döversin
sekvotka- döver döver
* bu sabah telefonda:
b.- sence ben başkasının ceketini almış olabilir miyim? mesela bir kadının?
anotherstar- hahaha! tevekkeli ben de o yüzden ceketin kollarını kısa, belini de dar gördüm de söyledim. ama sana laf anlatmak zor paşam
b. hadi ya!
Foto Şipşak
Gece V
Yine beklenmeyenlerle, sürprizlerle dolu bir geceydi. Aslında böyle olmasını planlamamış olsam da, yaşamımda arada bir sekteye uğrayan glamour gece ruhum geri döndü ve hiç hesapta yokken kendimi giyinmiş, süslenmiş dans ederken buldum. Gayet keyifli, gayet happiness bir durumdu.
Hamdi'ye baskın, Sekvotka, çirkin ama karizmatik insan B., sanki lisedeymişcesine arabanın arkasında bağıra bağıra Pearl Jam söylemeler, Yan'daki B. ve M.'ye sürpriz ...
Çok da güzel, pek de güzel! Seviyesiz mi diye düşünülürse; evet gayet seviyesiz ama gayet eğlenceli.
Friday, November 30, 2007
Cuma eğlencesi 3
Yıl sonu yaklaşıyor, Manhattan'da charity faaliyetleri artıyor, herkes katılmak, kendini yeni elbisesi ile göstermek için yarışıyor. Ancak ben böyle bir şey giyip değil davete sokağa çıkmazdım. Aman yarabbim! Gerçekten her şey para pul değil bu dünyada. Bak işte olmayınca olmuyor bazı şeyler, sonradan zevk kazanılmıyor. Bu kadın da bir şey, new yorklu bir socialite cinsi bir şeydir ama çıkaramadım yine.
Şu salak, kısa boylu Tom Cruise ile beraber olduktan sonra ezilen, değiştirilen kadındı, şimdi yeni saçları, çocuk filan, ben derim ki önü açık. Tek falsosu kızı ile aynı saç modeline sahip olması. Bu kötü işte. İlerde aynı giyinme riskleri mevcut. Neticede güzel şey insanın çocuğuna benzemesi, çok itiraf edilmeyen duygulardan biri de bu değil mi çocuk yaparken. "bana benzeyen benden bir tane daha" düşüncesi. Valla benim düşüncem bu. Daha yapmadım da yaparsam bana benzemesini temenni ederim. Benden bir tane daha. Geçen gün J.R. "senin çocuğunu, o halini çok merak ediyorum" diye . Ben baştan söylüyorum işte "benden bir tane daha", var mı dahası? Tom Cruise'a dönersek kısaca "kısa boylu karşı cins bir komplekslidir, garip bir eziklikleri, acayip ruh halleri, alınganlıkları vardır" deyip bitireceğim. Ayrıca şu anda saçlarım aynen böyle, pek beğeniyorum.
Güzel kadın, kötü kıyafet... O kurdele ne allah aşkına? Kim veriyor bu fikirleri? Charlize Theron da Oscar Töreni'ne boynunda kafasından büyük yeşil renkte kurdele ile katılmıştı, alay konusu olmuştu "köylü güney afrikalı" diye. Kurdele olabilir de boyut diye bir şey var şu hayatta. Söylüyorum her şeyde "size does matter".
Bu cuma da biter gider dükkan kapanır (aslında bu cuma dükkan daha erken kapanacaktı ama that's life)
Şu lansman denilen şey
Muhtemelen her gün gördüğümden olsa gerek bana bu bizim mekan hiç mi hiç çekici gelmiyor. Pek bir bauhaus pek bir steril geliyor ama seveni çok, aktivite yapmak isteyeni çok, hatta düğününü yapmak isteyeni çok.
Dün gece bizim mekandaki havalı Asmalı Mescit mekanı yukardaki "fake" markanın lansmanı sebebiyle kapalıydı, defilesi vardı, kalabalık insanları vardı, bizimkinin çaldığı gruplardan biri vardı sahnede. Bence gayet kötü, gayet tapon, gayet sıradandı. İnsanlar zaten bir kötüydü (hepsi aynı saç modeli ile dolaşan kadın tipleri, yuppie olamamış orta sınıf yöneticiler vs), hemen kaçtım defile mefile hak getire (neden bu kadar çok bilinen bir markaya lansman yapılır ki? hedef kitlelerinden herkes biliyor zaten) Sadece bizimkini, U., dinlemek sonrasında yine çalacağı diğer grubun çıkacağı Roxy'e Sekvotka ile buluşmak için bekledim.
Ben çaldığı, son zamanların epey ünlü grubunu sevmiyorum ama seveni çokmuş. Doldurmuşlar mekanı. Bunlar eskiden şimdiki solist ile başka bir isimle müzik yaparlardı, bu sefer davuldaki U.'ya basta kardeşi Boogie Boy eşlik ederdi, 90ların ortasıydı sanki, yine Roxy'de hafta içi günler çıkarlar, sahnede komik olurdu iki tane aynı tip.
whatever...
Roxy'nin Yan'ı güzel fena değil. Herkes gitmişti de ben gitmemiştim; güzelmiş. Gittim Sekvotka oturmuş bara bekliyor, büyük kavuşma sarılıp öpüşme anları (çünkü işin doğrusu uzun zaman olmuştu sadece ikimizin buluşmayalı). Dedikodular, atılan şen kahkahalar, zevzeklikler, seviyesizlikler, derken bitti gitti. Özlemişim sırf ikimiz olmayı (çıkışında şamdan diye tuttursam da zoraki olarak bir sonraki sefere attık)... Bugün de cuma, akşam yine" yan yanmam lazım daha çok yol almam lazım".