Tuesday, December 4, 2007

Kaderin cilvesi denilen şey


Garip şey şu hayat. İnsanın karşısına neyin ne zaman çıkacağı hiç belli olmuyor. İyi de kötü de bir anda insanın hayatında her şeyi, tüm düzeni altüst edebiliyor. Yanlış zamanda insanın karşısına çıkan büyük aşk, her şeyin sorunsuz gittiği sanılan bir günde gelen ani ölüm, bir sabah ansızın gelen işten çıkarılma haberi... Liste uzun; gider de gider, hatta her okuyan da şuraya "benim de başıma şu geldi" diye ekler.

Dün gazeteleri okurken, haberleri dinlerken tanık olduğum kaderin cilvesi, Guareschi'nin efsanevi eseri Don Camillo'nun hikayelerinden birini anımsattı.

Kısaca bahsetmek gerekirse 2. Dünya Savaşı sonrasında İtalya'nın Po Ovası'ndaki bir kasabada yaşayan ve aslında birbirlerinin en yakın arkadaşları olup sürekli kavga eden kasabanın rahibi Don Camillo ve azılı komünist belediye başkanı Peppone'nin maceraları bunlar.

Bir gün kasabanın en yaşlı adamlarından ve en ateşli komünistlerden biri ölüyor ve vasiyetinde hiçbir şekilde dini tören istemediğini, tabutunun kilisenin önünden geçerken çanların çalınması için kendiliğinden duran güzergahı çok iyi bilen atlarca çekilen kiliseye ait at arabasında taşınmasını değil; tüm varını yoğunu vererek özel olarak yaptırdığı, kullanan kişinin her şeyi mekanik bir aksamla idare ettiği bir arabada taşınmak istediğini belirtiyor. Cenaze günü geldiğinde dini tören istemeyen yoldaşları için Pepppone ve adamları kızılca bir tören hazırlıyorlar, her tarafı kıpkırmızı yapıyorlar ve heyecanla bütün kasaba ahalisi ile beraber yeni arabanın işleyişini görmek için bekliyorlar. Mekanik cenaze arabası kasabanın içinde hiç sorunsuz ilerlemeye başlıyor, ilerliyor, ilerliyor ve tam mezarlığa doğru kasaba meydanından çıkacakken kilisenin önüne yaklaşıyor herkes nefeslerini tutmuş "artık bir şey olmaz, vasiyet yerine geldi" diye düşünürken araba bir anda bozuluyor ve tam kilisenin önünde öylecene kilitlenip kalıyor. Şöför canla başla her türlü düğmeyi, kolu, vitesi deniyor, Peppone yetişiyor yardıma, hiçbir işe yaramıyor. İşte o sırada cenaze alayını penceresinden seyreden Don Camillo çan kulesine koşuyor ve var gücüyle çanları çalmaya başlıyor, inatçı ama bir o kadar yakın olduğu komünist komşunu uğurluyor. Çan sesleri ile beraber araba bir anda çalışmaya başlıyor ve herkesin şaşkın bakışları altında hızla ilerliyor.

Yukardaki bir hikaye. Eğlenceli, akdeniz kokulu bir hikaye. Gerçeklik payı var mıdır, bilemem ama olabilir çünkü neticede kuzey de olsa bahsedilen yer her an her şeyin olabildiği İtalya.

Benim neden bu hikayeyi anımsama sebebim ise, uçak kazasında ölen fizik profesörünün cenazesinde gerçekleşen resim hadisesi. İmamınki büyük densizlik, saçmalık, kendini bilmezlik ama kaderin cilvesi de böyle bir şey. Ölünce, o tabutun içine girince dünyaca ünlü, kendisini pozitif bilime adamış, çalışmaları ile parmakla gösterilen bir insan olmak bile hurafelerin gücünden kurtarmaya yetmiyor insanı.