Benim için zor tercih. Her daim Hollanda'yı severim, hatırlamadığım kadar sayısız kereler gittiğim kendimi bir o kadar hissettiğim bir ülkedir. Hele bir de buna çok sevilen, çok aileden gibi hissedilen tanıdıklar eklenince bambaşkadır. A'dam güzeldir, Utrecht güzeldir, Rotterdam çirkindir ama neticede şehir, köyleri güzeldir. Bence Hollanda'nın insanı etkileyen tarafı rahatlığı, insanların kendileriyle barışık hali. Kimse kimseye bakmaz, kılık kıyafetine laf etmez, burun kıvırmaz, hayatına burnunu sokmaz hatta A'dam'daki evlerin pencerelerinde perde yoktur ama kimse dönüp bakmaz bile. Rahat insanlardır. Anglo-sakson tarafı ile epey bir karışıktırlar. Ailelerin çoğunda yarı ingiliz yarı amerikalı durumu vardır. Birçok insana hollandaca iğrenç ve feci kaba gelse ben bayılırım duymaya (aynı şekilde ibranice duymaya bayıldığım gibi). Almancada daha vahim değildir ama biraz daha farklı seslerle şekillidir. Ayrıca müthiş ingilizce konuşurlar, bakkalı, garsonu tuvalet temizleyeni hepsi ingilizce şakırlar kimse sorulan soruyu cevapsız bırakmaz mutlaka cevap verir. Şu gün gitsem hiç sorunsuz yaşarım, ne hayata ne de insanlarına uyum sorunu yaşamadan.
Fransa ve fransızlar ise pek sevilmezler. Sevenler kendileri ve amerikalılardır (belçikalılar da seviyor gibi gözükse de bence zerre hazzetmezler çünkü fransızlar için belçika gerizekalıların memleketidir). Okyanusu diğer yakasında bayılırlar fransızlara, fransız aksanlı ingilizce konuşulmasına. Sevmeyenlerin başında dünyanın çeşitli yerlerinde özellikle de Türkiye'deki misyoner fransız okulları mezunları gelir. Beceriksiz ve gerzek öğretmenlerin davranış ve fransızca öğretme biçimi sonucudur. Neticede fransızlar küstahtır, sömürgeci bir imparatorluk olmasının getirdiği küçümseyen tavrı vardır. Ne var ki bu tavır sadece türklere karşı değil; tembel ve sürekli bağırarak konuşan italyanlara, biracı ingilizlere, disiplinden patlayacak kadar sıkıcı almanlara, aptal amerikalılara...Tabii türkler alıngan ve kendine güvenmeyen bir millet olduğu için sanır ki "bu tavır sadece bize". Öyle değildir ama milliyetçiliğe gitgide saran türk insanına anlatılamaz bu. Ayrıca fransızların küstah lafına gereken cevabı verince susarlar, hemen yan değiştirirler. Fakat bunun için öncelikle fransızca konuşabilmek gerekir ki bu okullardan mezunların en büyük sorunu budur. Halen 60ların mantığı ile fransızca öğretildiği için öğretilemez. İşin doğrusu ben pek severim. SP& SB ve sonra Marc Bloch ve Strasbourg'un çok etkisi vardır. Bir yanım hep maviyi tutar ama turuncuyu da yadsıyamam. Bir yan Géraldine, Joel, Virginie, Patrick diye hissederken öbür yan da Gijs, Rebecca, Sjoerd, Veronica diye atar. Bir yanım merci, croissant, vin rouge, steak tartare derken diğer yanım danke, patat, kroket ister. Durum budur bende. Sanıyorum eşit hissiyata sahibim. Eşit sevindiğim eşit üzüldüğüm. Elbette özel sebeplerle. Yoksa genele vurmak gereksizdir.
Bir de bu "turuncu mu, mavi mi" durumuna "turuncu mu mavi mi yoksa yeşil mi" diye eklemek gerekir. Yeşil benim için "vadim o kadar yeşildir ki"...Yani İrlandadır. O kadar severim. İnsanını, yaşamını, kültürünü, edebiyatını, sinemasını, müziğini, ingilizcesini. Elbette özel sebeplerle. Yoksa genele vurmak gereksizdir.
No comments:
Post a Comment