* abartılı duygular
Geçen gün yazdığımda "abartılı duygular" demiştim, aynen arkadasındayım. Hele bugün gazeteleri okuyunca hiç de fena bir tesbit yapmadığımı görüyorum. "bu yazıyı gözyaşları içerisinde yazıyorum". Nasıl bir başlıktır bu? Tamam anladık yurtdışında türk olmak çok zor, gerçek bir ırkıçılık söz konusu ama bizde hiç mi hata yok hiç mi yanlış yok? Gittiği ülkede konuşulan dili bile öğrenmeyen-öğrenemeyen değil, özellikle öğrenmeyen-, çalışmayıp işsizlik parası ile yine türklerin işlettiği ve sadece türklerden oluşan kıraathanelerde vakit geçiren, oralarda ülkesinde yaşadığı, çalıştığı, sosyal güvenliğinden yararlandığı ülkenin insanları ile dalga geçen, kız çocuğunu okula göndermeyen gönderse bile hiçbir sosyal aktivitede yer almasına izin vermeyen, yaşadığı toplumun hiçbir sosyal etkinliğine girmeyen, girmekten özellikle kaçınan insanlar da var oralarda. Hem de hiç azımsanacak bir seviyede değil. Ecnebi takımı muhteşem veya kusursuz demek değil aksine kendilerinin de aynen bu seviyedeki vatandaşları mevcut. Ancak yine de yabancı bir ülkede gezerken parklarda türkçe olarak "lütfen çiçekleri koparmayın" "lütfen çimlerde mangal yapmayın" gibi ibareleri görmek rahatsız edici hatta insanı utandıran durumlardan.
Abartılı duygular, abartılı ifadeler bunlar. Gereksiz alınganlıklara gerek yok demeyeceğim çünkü alınan alınıyor,işin o kısmını anlamış durumdayım ama benden bu kadar, hep de böyle olacağım. Körler ve sağırlar birbirlerini ağırlamaya, birbirlerini yüceltmeye, birbirlerini yüceltmeye devam edebilirler.
Dün geceki hadise çok büyük bir sevinç, kendini gösterme, kanıtlama hatta haklı bir "geçirme" eylemi olabilir ama "gözyaşları içerisinde yazıyorum" ifadesini gerektirecek bir durum da değildir. Olmamalıdır da çünkü ne yazık ki bu kadar sevinç kimi zaman bu kadar masumane olmayıp milliyetçi duyguları şoven ifadelere ve eylemlere döndürebilir. İşte o zaman bu ülke daha çok azınlığın içinde kendi ismi, kendi dini, kendi inanışı ile varolanı öldürmeye devam eder.
* bilinmeyen isimler, bilinmeyen insanlar
Harvard'lı çocuğun arka bahçesinde saatlerimi değil de sadece dakikalarımı geçirdiğim ve hayatımın tüm gelişmelerini afişe etmediğim için bana ifade ettiği duygu ne o kadar önemli, ne o kadar yüce, ne de o kadar vazgeçilmez. Bu friend request olayı da ilginç, herkes bir arkadaş bir tanış, listeye eklenen bir isim daha (millet galiba listesinde kaç kişi olduğunun yarışındaymış). Geçenlerde biri request göndermiş fakat isim hiçbir şey ifade etmiyor bana. Meğer okullardan bir tanesinden arkadaşmışız. Resmine baktım kim diye hayal meyal bir şeyler hatırlattı ama daha ötesi yok. Ne yanyana durmuşluğum ne de konuşmuşluğum ama arkadaşız işte. Facebook ifadesiyle "arkadaş". Ne kadar gereksiz eylem ama reddedebilir miyim? Hayır elbette yılların, okulların hukuku var. Gerçekten gereksiz. Bu arkadaş listesindekilerin kaçı gerçek arkadaş, kaçı listedeki öylesine bir insan. Bu arada benim hafızam fil hafızasıdır ama çoğu insanın ne ismini ne de yüzünü hatırlarım. Hatırladıklarım sadece ilgilendiklerim, sevdiklerimdir, gerisi açıkcası umrumda değil.
P.S. Döşenmiş gibi oldu sanki yazı ama hiç öyle değil. Ne keyifsizliğim ne de mutsuzluğum söz konusu. Gayet iyiyim, hatta coşku doluyum. Sadece düşündüğümü söyleyip arkadasında duruyorum, başka bir hadise değil.
Ve gerçekten sabah sporu yapanları çok kıskanıyorum. Hemen bir çare üretmem lazım.
No comments:
Post a Comment