O kadar hastalıktan kırılıyorum diye detaylıca anlatırken B. & M.'ye anlatamadım, dün o halimle kalktım Emek 'e festival biletleri için kuyruğa girdim. Ne o, Cavit'te filmleri seçmişiz çarşamba gecesi, biletleri de ben yakın olduğum için hemen alırmışım. Üşengeç bünyem de itiraz etmedi nedense, olur alırım dedim.
Ancak Emek 'in önüne geldiğimde gördüğüm bilet kuyruğu beni benden aldı diyeyim, tanımın gerisi anlaşılsın.
Hayır, türk toplumu ne kadar entellektüelmiş, sanatla ilgiliymiş, ben bugüne kadar görememişim, ona yandım! Yarım saat kadar bekledikten ve kuyruğun hiçbir şekilde ilerlemediğini gördükten sonra aynen A.K.' ya hasta ziyaretine gittim (hoş, hastanın hastayı ziyareti ne kadar doğru olduğu tartışılır).
Kuyrukta bekleme süresince yine komik bir şey oldu: tam ağzımdaki sakızı atacak bir kağıt ararken, cüzdanda geçen gün yaptığım bir alışverişin fişi elime geldi tesadüfen ve tam sakızı yapıştırdım atacağım, üzerindeki rakamlara gözüm çarptı ve biraz fazla geldi. "aaa nasıl ya" diye düşünürken, fazla çektiklerini farkettim. Bunun üzerine bir sinir bende, gidip yıkacağım dükkanı! Kuyruğu da bırakamıyorum ilerler mi diye ama hiçbir şekilde ilerlemediğine kanaat getirdikten sonra aynen hızlı adımlarla Tünel'e kadar yürüyüp, hışımla dükkandan içeri girdim ve girmemle mağazanın yöneticileri karşıladı beni "hanımefendi, dün size ulaşmaya çalıştık, telefonunuz yoktu bizde, bankayı aradık sizi aramaları için, fazla para çekmişiz kartınızdan" vs vs vs. Olay şu ki, alışveriş esnasında çocukluğumun ayakkabası stan smith'lerden mi alsam diye düşünen ben, bunu kasadaki çocukla paylaşma gafletine düşmüşüm, o da karttan eşofmanın değil de, stan smith'in parasını çekmiş. Neyse binbir özür, binbir gülücük derken ben de sakin kaldım, zaten hastayım, Corsal beni sakin yapmış, bir şey demedim.
Sonrasında A.K.'ya gittim, o benden de beter, iyice hasta olmuş, oturuyor. Biraz güldük, konuştuk, ben maça yetişeceğim diye eve koştum, evde titremeye başladım, üşümeye devam ettim, maça gelen O. ve Efsane "sen bu halinle ne diye çıkıyorsun sokağa?" diye kızıp, "maçtan sonra hemen uyuyorsun" diye laf ettiler, ki zaten ben yine uyuyakaldım. Ya bitmeyecek mi bu hastalık durumu merak ediyorum?
Sabahtan beri iyiyim gibi geliyor ama bilemiyorum ki...Hapsoldum eve tüm haftasonu, inanılır gibi değil.
Sabah sabah Ertuğrul Özkök 'ü okudum da bünyem biraz tepki verdi, kendine gelir gibi oldu. Yazmış bizimkisi Madonna hakkında, yine fevkalade düşüncelerini, gözlemlerini bildirmiş, çok severmiş Madonna 'yı. Lütfen sevme! Yazma, çizme, konuşma! Sen, giy o iğrenç çiğ sarı renkteki Lacoste t-shirt'ünü blazer ceketin içine, Sharon Stone'la konuştum diye ona buna anlat ama başka hiçbir faaliyette bulunma.
Hadi oldu olacak kendisiyle ilgili dolaylı anımı da anlatayım: bundan uzun yıllar önce daha reha muhtar bugünkü bel çapında ve anchor man mantığında değil, atina'dan yeni gelmiş ve yanılmıyorsam nokta'da çalışıyor. bir yazı dizisi yapmak istiyor "'68liler ve çocukları" tadında bir şey, haliyle de babama geliyor, danışıyor ve rica ediyor "abi nolur seni ve kızını da çıkartalım dergiye, beraber röportaj verin" diye. f.a. "valla benim kız inatçıdır, asla kabul etmez öyle şeyleri, sorarım ama hiç umutlanma" diyor. ben, tabii ki de, karşı çıkıyorum ve neticede biz yeralmıyoruz o ağlak olması istenilen yazı dizisinde ancak bizim yerimize ertuğrul özkök ve kızı katılıyor. ertuğrul da daha genel yazı işleri müdürü değil, sıradan bir hayatı var yani. hatırlıyorum uzun uzadıya anlatmıştı devrimci olmak ne demek, politik duruşu olmak ne demek, kızına hangi değerleri iletmiş vs biz de f.a. ile bunlara muzip muzip gülmüştük.
Nereden nereye? Hayat da böyle işte; nereden nereye, kimden kime, akıp gidiyor su gibi, kimse neyin ne, ne zaman olacağını bilemiyor. Of şu hastalığın ne zaman biteceğini bilsem yeter de bana...
P.S. Acaba ilaçlardan mı sürekli kâbus görüyorum? Dün gece de yine komik bir şekilde, rehin alındığımı gördüm, korkarak uyandım. Sonra sabah bir baktım gazetelere Antalya'da manyağın teki adamın birini rehin almış.
No comments:
Post a Comment