Saturday, March 31, 2012

Motto # 3

Burada defalarca yazdığım, Marlene Dietrich'e ait olduğunu sandığım ama sonra Madame de Pompadour'un ilk kez kullandığını öğrenmemle büyük cehaletimin ortaya çıktığı "benden sonra tufan" yani "apres moi le déluge" lafıdır bugünün mottosu. Bugüne uygun geldi. Sonuna kadar savunduğumdan değil sadece "benden sonra tufan " düşüncesinin hayatta çok tehlikeli anlar yaratabileceğini, an itibariyle yapılan bencilliklerin, özensizliklerin, kalp kırıklıklarının ilerde bir gün insanın karşısına çıkabileceği tehlikesi. Yoksa başka şey değil. Ama tabii bazı olması gereken durumlarda elbette apres moi le déluge, bebeğim. Aynen The Last Emperor Valentino'nun durumunda olduğu gibi, aynen benim, yalan söyledikçe burnu uzayan Pinokyo karakterli buğulu gözlerini ve büzüştürdüğü dudaklarıyla poz verdiği wallpaper resmine bakıp duran televizyoncu müdire ile durumumda olduğu gibi (ismini yazmak blogu çok kirleteceğinden yazmadım. çekindiğimden vs değil). Gelecek o tufan sizin kalenize, bir gün bir şekilde ama öyle ama böyle ama mutlaka...

p.s. valentino: the last emperor güzel belgesel bu arada.

Friday, March 30, 2012

Cuma eğlencesi # 3

Neredeyse az önce denilecek bir vakitte Tribün Çocuğu ile uzun uzun ona buna sallayıp, ne kadar cahil hangi pozisyonlar ne kadar kötü ve korkunç ruhlu oldukları kadar niyetli insanların neler neler yaptıklarına inanamayıp "ya bazen senin şu cuma eğlencesi'ni okuyup başkalarının benzer yorumlarına, kendi gardroplarını çekip koydukları bloglara bakamıyorum resmen" dedikten, haliyle gaze geldikten sonra "ihmal ettiğim beautiful people'a bakayım sonra da sallayayım" deyip, inleyemediğim "ortanın üstü sert masaj" ile geçen cumayı bir de bomba cuma eğlencesi ile kapatayım istedim.

Şimdi tabii erkek olmadığım için Rihanna denilen insanın ne kadar güzel veya ne kadar seksi olabildiğini anlayabilmiş değilim; çünkü bence çok sıkıcı bir tipi var (yüzü filan güzel canım oraları zaten geçtik) . Her gün yeni bir saç rengi çabası, her gün en seksi benim kıyafet arayışı filan feci yorucu olsa gerek ama işte I'm a rock n' roll star, yapacak bir şey yok. Görülen o ki kendisinin platin sarışın hali, öyle pembe tonlarındaki kırmızı saçlı halinden kat be kat daha iyi. Doğal değil ama daha iyi. Kırmızı ruj ise gerçekten de délicat bir durum çünkü herkeste, her kadında, her ten renginde olabilen bir renk değil kırmızı ruj ama işte günün sonunda she'a rock n' roll star, her şey olur. O üzerindeki aslında güzel olan Martin Margiela tişört de çok güzel olur da işte Rihanna'da o dominatriks deri çizmelerle kırmızı ruj ve platin saçlarla olmamış. Ah be Margiela, güzel bir çantanı görmüştüm bu sezon, battal boy diye almamıştım ama pişman oldum sonradan. İnşallah bu sezona.

Şu hayatta Chloé Sevigny gibi insanlar bir şeyler yapıp hayatlarını değil idame ettirmek gayet de şahane yaşıyorlarsa demek ki bir gün bütün hayaller gerçekleşebilir. Tamam alter bir insan kendisi, biliyoruz ki Kids, Harmony Korine 90ların 2. yarısındaki bağımsız sinema için çok önemli adımlar, figürler, bizim yengenin (yalan değil valla, kendisi yengemiz, evimize girip çıkan buralara geldiğinde beraber vakit geçirdiğimiz bir insan) yönettiği Boys Don't Cry zaten efsane bir film de yani istisnai bir oyunculuğu olmayan ama işte bir şekilde it-girl hatta forever it-girl olmuş bir insan olarak kendisi bütün defilelerde bütün açılışlarda varolan gözüken, yanında gözükülmek istenen biri. Yine öyle olmuş. Alter Linda Evangelista misali her daim tarzı saçı giydikleri değişen biri olarak yine bir korkunçluğa imza atmış üzerindeki Proenza Schouler kıyafeti ile. Saçları güzel ama bence uzun saçlı daha güzeldi. Ve ben ki tiril tiril ince ipek saten bluzler içerisinden sütyen gözükmesine taraftarım da bu hiç olmamış. Belki o rengin garipliği belki puantiye belki eteğin çirkinliği belki ayakkabının daha da çirkinliği bilmiyorum da bir ara benimsediği Patti Smith tarzı ceket giyme hali daha güzeldi sanki.

İlk anda Gossip Girl'deki brunette sansam da, Chanel gecesinde boy gösteren meğer fransızların pek sevdiği pek hayran oldukları şimdilerde Amerika'nın sözde asi çocuğu forever homeless görünüşlü Johnny Depp ile boşanma döneminde olan Vanessa Paradis imiş kendisi. Elbette altınlı, varaklı, parlak olduğu için tam benlik renklere sahip bir kılık kıyafet olsa da üstü güzel altı bilmiyorum gereksiz. Yani eğer pantalonsa o, gereksiz bir pantalon, üstündekinin altına koyu siyah çorap tamamdır. Ama belki Karl izin vermemiştir değil mi ama? whos's afraid of karl? bence herkes.

Valentino gecesi ve Valentino kıyafeti. Valentino'nun kurucusu ve geçtiğimiz yıllara kadar baştasarımcısı olan Valentino Garavani aslında epey fantastik bir insan. Eğlenceli de. Öyle Tom Ford gibi sıkıcı, her sabah kalkar kalkmaz kilosunu ölçen gergin bir tip değil. Gerginliği veya duygusal gel-gitleri var, Last Emperor'da da görüldüğü gibi ama nihayetinde italyan, hafiflikten hoşlanan hayattan zevk alan, duygularını abartılı ifade eden tutkulu biri. 2008'den beri emekliye ayrılmış durumda ve isimlerini aklımda tutamadığım gençler tarafından yapılıyor tasarımlar. Aynen aşağıdaki elbise gibi. Gerçekten çok güzel. Rengi hiç benlik değil. Ama kesim kollar elbisenin gelişi tamamdır, bir de rengi güzel olsa bir de bej olmasa. Zaten kızda da olmamış; bu kadar beyaz birinde bu kadar soluk renk bu kadar kötü olur işte.

Beautiful People dünyasının Lady Gaga'sı Daphne Guinness'i resmen unutmuşum diye düşünsem de kendisini görünce pek mümkün olmuyor tabii unutmak. Off gerçekten bu kadar çabalamak şişiriyor beni. Aynen Okan Bayülgen'nin olmak için deliler gibi çaba sarfettiği "her yerde sigaramı içerim Serge Gainsbourg'um ben, parayı da yakarım tvde" tavırlarından şiştiğim gibi (bir de durduk yerde azarlıyormuş filan insanları, öğrencileri. offf ya cidden). Daphne Guinness de hem Guinness Ailesi'nden zengin, asil hem de Niarchos kocasından; yani bir görgüsü bir asaleti var. Ama artık bu yaşta bu kadar saça başa görüntüye çaba, bu kadar kusursuzluk, bu kadar kusursuz görüntü için yememe hali bilmem yorucu gelmiyor mudur? Keşke gelse de biz de rahatlasak...


Ve yavaş yavaş güzellere, tarzını taşıyabilenlere, şahsiyetlilere geliyoruz... Stella Tennant model filan ama aslında yine bir mavi kan örneği. Öyle bizdeki gibi sonradan kazanılmış paralı hallerle zaten alakası yok ama işte kendisi Devonshire Dük'ünün torunu, ailecek adlarının önünde The Hon yani the honourable sıfatını taşıyorlar. whatever. Kendisini, 70'li olup taş halini, kısa saçlılığını, tarzını epey beğeniyorum. Ayrıca kool da bir insan; nasıl da transparan bluzun içine bir şey giymeyip flaşların patlamasını umursamıyor. Bizde olsa zaten utanır ve Zülfü Livaneli'nin şarkıcı kızı Aylin Livaneli'nin mini etekli hallerindeki gibi sürekli çekiştirir sürekli aşağıya indirir. Zaten mesele utanmasında değil. Utanıyorsa neden giyiyor? Utanması rahatsız olması çok doğal ama öyleyse giymemeli insanlar. Giyiyorlarsa da öyle gerzek hareketlerde bulunmamalılar.

Tanımıyorum etmiyorum kendisini ama bayağı güzel. Giydiği de duruşu da saçları da beyazlığı da...Sanıyorum Chanel ama ne olursa olsun çok güzel. Ve herkeste olmaz. Mesela Rihanna. oy oy oy.

Yine tanımadığım biri ama elbise de güzel kendi de güzel. Muhtemelen Valentino. Kuş yuvası gibi yapılı gibi olmayan fönsüz saçlar, smoky eyes, beyaz masum elbise tezatlığı gayet kool ve kendine has tarz işte. Demek ki zorlama ile olmuyormuş.

Ve gerçekten güzel bir insan ile bitiriyorum. Charlotte Casiraghi. Yanında da sümsük prens dayısı. Öyle böyle güzel bir insan değil doğuştan prenses olan ama sonradan gerçek bir yaşama sahip olması arzusu ile annesini tarafından bütün the hon sıfatları silinen Charlotte Casigrahi. Rahat da bir insan. Çok büyük kraliyet törenlerine bile saçlarını arkadan at kuyruğu yapıp öyle gidiyor. Doğuştan gelince rahatlık da geliyor herhalde çünkü insanların ulaşamadıkları onun için sıradan. Güzel güzel çok güzel. Üzerindeki manasız formlu Chanel bile onda güzel. Yanındaki dayısının mutsuz bir evliliği sürekli yüzünden mutsuzluk akan prenses bir karısı vardı, o da bir yerlerdedir herhalde. whatever. Bitti.

Masajdan çıka(mayan)n (orgazmik) sesler

Pek kıymetlim anneannemin öldüğü, gündelik iş hayatındaki türlü değişikliklerin olduğu şubat ayının akabinde Fantastik 4'lü dışındaki sevdiğim SP insanlarından E.G.'den mesaj geldi "bütün bu süreç seni çok yordu, sana masaj aldım, gününü seç gidelim" diye. Kar yağdı, kalmak bilmedi, yoğunluk başladı, bitmek bilmedi derken today is the day. Gey kapılım Z.'nin ablası E. sürekli olarak "aslında sen masaj yapsan ne iyi olur" dese de öyle masaj yaptırmaya pek meraklı biri değilim. Muhtemelen bana tütsü, her tarafta yanan mumlar, kokular, yağlar gibi romantik klişeleri hissettirdiği için (ama evet biliyorum ki elim ağır ve istesem, üşenmesem başarılı masajlara imza atabiliyorum). Ancak bugün E.G. sayesinde bazı hedonist zevklere geç ilgim oluştuğunu farkettim ... kanyon, nuspa, asiatik adını telaffuz edemediğim ama yarı yağlı yarı sert (evet, aynen böyle resmen porno filmi ismini andıran bir şekilde tarif ettim masajcıma da), "yumuşak değil orta ile sert arası" diye de ekleyerek, ilk dakikasından itibaren kendimi acıdan gelen zevkten inlememek için çok zor tutarak ve sürekli olarak "allahım daha ne kadar acaba ses çıkartmadan durabilirim" diye sorarak, tayland'da, bali'de filan gibi uzakdoğu ülkelerinde masajcı kadınların insanların sırtlarına o küçücük ayakları ile çıktığına artık kesinlikle inanarak geçen bir saat ve cennetin bahçesindeyim...

p.s. hala merak ediyorum acaba masaj esnasında inlemek çok mu ayıp çok mu sapıkça sayılır?

p.s. (2) bir diğer merakım elbette iğrenç bir insan olarak "acaba masaj yapan erkekler tahrik olmuyor mu?" mevzusu oluyor. neticede uyarılmak vs erkekler için çoğu zaman mekanik bir şey haliyle de yağlı bacaklarda yukarıya çıkan bir çift karşı cins eli onları ister istemez uyarmıyor mu?

p.s. (3) biliyoruz ki mars athletic çok başarılı bir girişim, herkesin içinde bulunmak istediği, spor salonlarında görünmek ve spor yapmak için sıraya, listeye girdiği bir hadise de; gelenlerin oldukça geniş bir kısmının çevre yapmak, manita yapmak için geldiğinin
her şeyin açık ortada olduğu soyunma odasında gerçek olduğunu da gördüm . eğer bir kız spor salonunda, spor yapmak için inmeden hemen önce eline bordo oje sürüyorsa, işten gelen bir başkası gömleğinin içine giydiği ten rengi babaanne sütyenini, askılı dar badisinin içine pembeli seksi sütyen ile değiştiriyorsa demektir ki buradaki tek mevzu "sporumu yaparım fit kalırım çok sağlıklıyım" değildir. ama kıskançlığın alemi yok, kimileri için her türlü manada cennetin kapılarının tek tek açıldığı , garden of eden tadında bir yer.

Wednesday, March 28, 2012

Dream on # 7

strasbourg. aslında strasbourg değil de patrick. oh beybi. bayağı şaşırtıcı oldu sabah sabah. nereden aklıma geldi ki? şu merdivenlerin oradan çıkıp katedrale doğru gidersin veya sağdan krutenau'ya doğru veya okula esplanade'a doğru gider yol. geçen gün a.ö. ile konuşurken farkettim de oturduğum evlerin hep şehir merkezine yakın olması sebebiyle 6 yıl boyunca o kadar az motorlu taşıta binmişim ki ... quai denilen şey güzeldir strasbourg'da; herkes altında yürür, koşar, köpeğini dolaştırır. comme patrick. epey bomba bir dream on oldu bu.

Friday, March 23, 2012

Az kaldı


Bugün itibariyle gerçekten de bahara, sabah güneşine, bahar mutluluğuna, ayaklarımızı şöyle uzatmamıza az kaldı. "hayatta aldığın en basit keyif" diye sorsalar cidden cevabım "ayaklarımı balkonun trabzanına koyarak oturmak" olur. O yüzden az kaldı, balkona, balkondan ayaklarımı sallandırmama, laciverte bakmaya, içerden gelen müziğin hafifçe dışarı çıkmasına, eldeki muhtelif içeceklerin çeşitliliğine, tiril tiril ruh haline... Elbette, on touche au bois, ki beklenmedik aksilikler olmasın, üzülmeyelim, aman!

ha bir de artık balkona da haneye de öyle herkesi almıyor, eski defterlerdeki hatalardan ders çıkarıyoruz ki o hep karşımıza çıkan abartılı sevgi söylemlerindeki meşhur "mutluluk" istemi gerçek bir istem olsun. o sözde niyetler, söylemler, dilekler o kadar sıkıcı ve gerçek değil ki insan balkonda oturup beraber yemek yediğine pişman oluyor (sonra da midesi bulanıyor. yemin ediyorum yıllar geçti, mide bulantım geçmedi, kendimden sıkıldım resmen). evet ya, ben öyle hayatta hiç pişmanlığı olmayanlardan değilim. şayze bebeğim. ama koy gitsin bebeğim, erguvanlara az kaldı...

Wednesday, March 21, 2012

Çikletten çıkan tesadüfler

Gerçekten de çikletten çıkan tesadüfler oluyor, oldukça da coşuyorum heyecandan...

dün, metro çıkışı, yürüyen merdiven, "renk benziyor, kıvırcığı benziyor ama şimdi nanik yapsam pandik atsam ya başkası çıkarsa ciyak ciyak bağırırsa, yok ayakkabıyı da biliyorum neyse pandik değil de şöyle kolunu sapıkça dürtsem" düşünceleri içerisinde geçen 5 saniye ve dürtmem neticesinde tahminimin doğru çıkıp r. ile karşılaşmam, çiklet sürprizine karşılıklı bayılmamız, bir de üzerine gey kapılım z.'nin eklenmesi, bir de üzerine kurt cobain b.'nin gelmesi, gidilecek yemek doğumgünü partisi derken, "off etiler'e nasıl gideceğim" derken, trafikten kaçmak için geç kalmak ve öncesi falko götz vaziyette korkutan trafiğin akması, o acayip sitelerde kaybolmam, pek sevdiğim yale paşası a.'nın doğumgünü, özlediğim leopard lover g.'yi görme sevincim, rafine ortam derken robertlilerin gidip de geri kalanların leşleşmesi (sekvotka ve juno boy ile mutfaktaki leş vaziyetleri geçtim zaten), benim aztek serüvenine kalmamam ama galiba sonrasınsa pişmanlığın büyüğünü yaşamam...olsun, pek sevgilim g. elimden tutup götürecek aztek'e beni haftaya...

gecenin lafı: "ben aslında robert'e girdim de gitmedim" . gerçekten de.

p.s. fuket tayland'a geri döndü...üzüntüm büyük...özlemim çok daha büyük.

Sunday, March 18, 2012

Never on sunday: "hayat dersi"

serserilik ve avarelik cuma gününden sonra, (devam eden) büyük reflü perhizinden sonra, fuket'in geçen seneye nazaran kısa sürecek gidişinin öğle buluşmasından sonra, fener galatasaray maçından sonra ve asıl en önemlisi hayat dersinden sonra never on sunday bebeğim... gerçekten de güzel hava, insanı mutlu eden hava, gidecek olsa da yine mutlu eden fuket öğlen buluşması, maça yöneliş, f.a. 'dan "yok sen gelme bize, uğursuzluk olur" cümlesi, nişantaş, isveçli, çirkin ama karizmatik erkek b. , "belki sekvotka" diye düşünürken epey bir genişleme, bir şekilde geniş kadronun oluşması, bakabildiğimden andan çok bakamadığım dakikaların çoğunluğunda akabinde maçtan aldığım "hayat dersi"nin üzerine bir de gece çıkma konusunda aldığım "hayat dersi" ile süren fani ve hedonist ve belki de loser hayatıma devam derken pazar günü, beklenmedik şekilde bebek, d. aka louboutin, (cidden arnavutköy'den ileri geçmek istemeyen ben bir de bebek'e yapıştım nedense), sadece bebek kalsa iyi bir de lucca ( kötü eggs benedict, güzel kahve), korkunç topukları, çantaları, gözlükleri, parfümleriyle dolanan paralı varoş türk insanı ve hayran oldukları ali ağaoğlu'nun gelmesi ile onunla resim çektirme, salon- salomanje arabasının resmini çekme yarışı, bir de üzerine istinye park (ve benim tamamen iptal olduğum bir süreç) ve günün tek insanı: oh my buddha! ho ho ho!

p.s. herhalde d. aka louboutin dışında pek kimse beni pazar günü bebek'e sürükleyemez.

p.s.(2) hayat ilginç işte; bazen istediğin gibi akıyor bazen de duraklıyor. ama memnunuz, memnuniyetsizlik pek yok yani.

never on sunday...

Saturday, March 17, 2012

Günlerin sakızdan çıkardığı eğlenceleri

r.'ye gecikmiş doğumgünü kutlaması, salı gecesi, lokanta maya, fantastik 4'lü, tarihimde ilk defa okulda başarı kazanıp teknik bir hata yine kendi tarihime uygun bir pöti skandal ile öğretime devam hadisemin hafif kızgın hali, güzel yemekler, büyük reflü perhizi- en az 2 ay niyetindeyim diyelim-, pek kavgasız pek sakin (sonlar hariç) fantastik 4'lü yemeği, yine pek sakin pek "eskiden sevdiğim gibi" hali ile görüp mutlu olduğum b., gecikmiş doğumgünü çocuğu r., aylar öncesinden aldığı paris bileti ile her gün bir olay yaşayan m., bakalım günler ne getirecek gecesi; sakin ofis günleri, açan hava, çarşambanın gelişi yaşanışı, ders hali, "oooo kaçak" hali; noter hali, noterde geçen saatlerin gerginlik hali ve vuslat, manasız bir kar ve soğuk havası derken avare cumanın gelişi, mutluluğu, avere ve serserilik hali ile g.g., bebek (ne yazık ki), mangerie (ne yazık ki), bebek'in iç turist hali, "yok yok dönelim td'ye ben daraldım" ve herkesin mahallesinde mutlu hali, serseri avare cikletten çıkmış sürpriz hali, fantastik hali...

Friday, March 16, 2012

1 (0) yıl önce, 1 (0) yıl sonra

Tam bu zamanlar Paris'teymişim. Bizimkilerle, çocuklarla beraber. 18eme'de, 5eme'de, mahallede, lokantalarda... Eskiye nazaran çok daha sevdiğim bir şehir haline dönüşen Paris'te. whatever. Dönüşü epey zorlu olmuştu; hem Paris'ten dönmenin ruhen yarattığı etki hem de sonrasındaki yıllardır uğramayıp mart 2011 sonundan haziran başına kadar yerleşen bunalım halinin yaşanması ile. 1 yıl geçmiş üzerinden...Birçok şeyin üzerinden de geçtiği gibi. Değişimler, arzular, sevilenler, istenilenler, düşünülenler, sahip olunanlar, yenilenler, içilenler, gidilenler, arananlar, konuşulanlar, konuşanlar, dinlenenler, kaale alınanlar, yaşam sırasında önceliği olanlar, ilgilenilenler, ilgilenilmeyenler, içerdekiler, dışardakiler vs ile her şeyin ama her şeyin değiştiği günler olmuş. Devam etsin, devamı gelsin, gerçek olsun, gerisi hayat zaten her gün bitip yenisine başlanıyor. Paris cephesinde ise, evler değişti, odalar değişti, aile fertleri arttı, mahalleler değişti 1 yılda. Sadece biz aynı kaldık, hissettiğimiz yaşadığımız hiç eksilmeden aksine her geçen gün artarak; Tropea'da tatil, Brüksel'de buluşma ve karşılıklı ufak jestlerin büyük sıfatlı konuşanların hareketlerini çoktan geçtiği gerçek dünyamızda kaldık.

Tuesday, March 13, 2012

Yatmak

Daha doğrusu istihareye yatmak olmalı da, whatever...Ama o kadar konuştuktan, o kadar dalga geçtikten sonra normal tabii. Hani benim için şaşırtıcı değil de, kendisine söylediğimde asıl G.G. çok şaşıracak. Elbette sabah sabah yarılarak güldüm de, yine de bu duruma alışkınım ben. full hd hadi bir de 3d olsun.

Monday, March 12, 2012

Günlerin tanımı

"back to the future" - k. sisters'in büyüğünden cumartesi gecesine tanım olarak geldi. o kadar güldüm ki...ama doğru lafa ne denir ki?

Saturday, March 10, 2012

Ipanema ruh hali

Hala marttayız, hala soğuk hatta önümüzdeki haftadan itibaren hala yağışlı ve sevimsiz ama ruh halimiz Ipanema, Brezilya, bossa nova, paz e futebol, ip bikini ve hatta 70ler ve gerzek hafif bir tebessüm ile oturuyoruz. Saçma ama öyle. Ve ayrıca sofra hazır, bekliyorum. En sevdiğim şey ile, ağırlamak ile, geçecek gece. Ama her daim the night is young.

p.s. futebol = futbol. peki tamam futbol seviyoruz, takip ediyoruz da bu kadar kötü oynanır, bu kadar sahte mi olur her şey? iptal ettirdim lig başında, lig tv'yi şimdi karamehmet'in call center'i peşimde her gün arayıp kibar kibar konuşup daha ucuza seyrettirme cazibesi ile tekrardan abone yapmak istiyorlar. haftaya maç var, o takım ve biz arasındaki sözde efsane rekabet. oynan da ortaya çıkan da o kadar kötü ki efsane olsan ne yazar, herkes yerlerde sürünüyor. seyredeceğimden bile emin değilim, o kadar sıkıcı ki, sıkıcılıktan taraftar ruhumuz söndü gitti.

Nihayet


Nihayet güzel uyanabildim. Nihayet! Uzun zamandır sabahları iyi kalkamıyordum(mutsuz değil, "iyi"). Sırtım ağrıyor, gecelik sıyrılmış belim üşümüş oluyor, yastık yeterli gelmiyor. Veya en boktanı korkutucu değil de rahatsız edici rüyalar görmüş olarak uyanıyorum. Korkarak değil de rahatsız olmuş olarak. Hani Lost Highway 'deki o kazınmış saçlı karakter görüldüğünde hissedilen cinsinden. Ancak nihayet bu sabah seksenine ilerleyen yaşlı teyze sorunlarımdan ve ergen rahatsızlıklarımdan tamamen uzaklaşmış kalkabildim. Bitti. İçimdeki hissiyat "bitti". Birçok şey, birçok duygu, birçok insan, birçok gereksiz hırsın kapısı kapandı. Sorunsuzca, sessizce. Bu yıl erguvanlara gidişimiz çok şahane olacak...

Ha bir de dream on var; karşılaşış, uzamış saçları, ara ara konuşmaya girişi, hediyesi, açık alan, kennedy .

Friday, March 9, 2012

Yeşil


Benim için yaş almanın, yaşlanıyor olmanın en büyük göstergesi yeşilin varlığını arzulamak. Doğa, börtü böcek gibi şeylerin varlığına tahammül edemezken yavaş yavaş eksenim değişiyorsa işte benim için yaşlılık belirtisi budur. Papi nasıl da dalga geçerdi benim kent hayranı halimle, urban halimle. Gerçekten de inanamamıştı doğadan uzak duruşuma ama işte 20li yaşlar eğlenceli ama gerzek ötesi yıllar. Yine öyle dağ tepe bayır isteğim arzum yok ama seviyorum, varlığının da evimde, etrafımda artmasını istiyorum. whatever. Benim için yaşlandığımın göstergesi budur, yoksa bence 30lu yaşlar mükemmel, her şey bir şekilde yolunu çiziyor, endişeye gerek yok. Öyle yaşlanıyorum hissi filan, bilmem, yeşil ve doğa sevmem dışında pek yok.

Tuesday, March 6, 2012

İki fantastik kelime

Veya 1 kelime 1 söylemdir Fuket ile lise günlerine geri döndüğümüz gecenin kahramanı. " puf " ve "oh my buddha" -yani tanrı kavramına uzak olan thailerin "oh my god" yerine "oh my buddha" deme hali. dream on ise elbette...
# puf!
# oh my buddha!

Sunday, March 4, 2012

P.S.: fuket'in dönüşü ve "çılgına" hayran ergeni anlama seansı

Uzun zamandır görmekten mutluluk duyduğum yegane insan oldu Fuket E. 1 yıl geçmiş gideli ve dönüşünü bekler, yolunu gözler oldum. 1 yıl geçip gitse de özlediğim saatlerce konuşmak istediğim anlar olsa da herhangi bir kopuştan, uzak kalmaktan, ilgisizlikten bahsetmek yalan olur. Kesinlikle, en yakın duran gözükenden daha yakın, daha hissederek takip edendi. "asıl görüşememiz bu olmayacak ama cumartesi sabah sendeyim" ile bir kar yağıp sonra açan garip bir mart gününün sabahında geldi, yayılarak güldükten, bilgileri tazeledikten, şaşırdıktan, şaşkınlıktan ağzımızı açıp "aaa" dedikten sonra -geçici- olarak ayrıldık.

cumanın gelişi, kısa bir td molası, pek bir özlediğim burnumda tüten g., delicatessen, yine bomba olaylar, gelişmeler, "saydıklarından bir tek corono'yı anladım" diye 5 dk yanımıza gelen sekvotka, elbette delicatessen 'den sıkılış, juno'ya geçiş, zamanında kendince manasız hareketlerle yine pek mantık içermeyen yargıları sebebiyle gidenlerin geri dönüşü, sevgi sözcükleri, dans müzik eğlence ve havlama anı ile cumadan cumartesine geçiş, fuket'ciğimin dönüşü, kapılarda karşılanışı, ellerin arkada çapraz oluşu, klasik fuket ve saç sendromu, "artık kendinin doğal sarışın olduğunu kabul etme ve ona uygun renk seçme zamanın geldi", kahvaltı, "senin sofralarını özlemişim", eğlenceli dedikodular, güldüren dedikodular, camdan bakıp "aa kar yağıyor", saati söylemeyip kendisini eve kapatmak isteyişim, heyecanım, sevgim ile cumartesinin sevimsiz yağmurlu hali... hayır, fantastik konuları konuşup eğlenmeyi sleep over gecesine saklıyoruz, bu sadece ön sevişmeydi...

p.s. fuket ile yaşananlarla, konuşulanlarla, tanıklık edilenlerle o kadar eğlendik ki, birbirimizi ne kadar özlemiş olduğumuzu daha bir ortaya çıktı. ama asıl korkmadan, "aman" diye düşünmeden hareket edebilmemiz, söyleyebilmemizdi. ve her şeyden çok daha önemlisi bu "tekflisiz" söyleyebilmenin "özensiz ve götü kalkıkça hoyratça" davranış biçimine eşit olmamasıydı.

p.s. (2) " off bu çılgınlığa hayran olmak hali bitmedi mi hala ya?" gerçekten de bu cümle çıktığında ağzımdaki simitler fışkırıyor sandım. gülmekten. ve nihayet "oh be yalnız değilim bu düşüncemde" hissi ile iyice rahatladım. gerçekten de neden belli bir yaştaki insanlar kendilerinin çılgın, çatlak, manyak olduğuna inanmak bunu da etraflarına sergiledikleri embesil ötesi ergen davranışlarla kanıtlamak isterler ki? hani 13-14 hatta ve hatta 18-19 yaşında bu davranışlar kabul görse de artık belli bir yaştan sonra o kadar sıkıcı bir hal alıyor ki, değil katılmak izlemek bile acıma hissi yaratmıyor. işin komiği ergenlikte böylesi sıfatlar sahibi kool sayıldığından ona hayranlık duyulabilir etrafını saranlarca ama gerçek hayat pek öyle değil. gerçek hayatta kendisi gibi olan, "çok çılgın çok manyak" maskesinin arkasındaki gerçek çekici geliyor ama böyle bir şey var, etiketleme ile herkes bir şekilde diğerini etiketliyor ve o etiket bir şekilde hiç değişmiyor. çünkü kolay bir şey etiket üzerinden ona karşı davranışlarını şekillendirmek. böylece çaba sarfetmesine gerek
kalmıyor ama ilgisini de göstermiş oluyor. etiketlerden, etiketin sosyolojik kavrama dönüşmüş hali stigmatlardan o kadar sıkılıyorum ki tek tek kafamda hallederek gidiyorum, uzaklaşıyorum. bu konu üzerine yine dün fuket'ten sonra gazetede bir kızın kendisi için şizofren dediğini okudum. insanlar genelde olmadıkları insan biçimlerini geniş geniş ballandıra ballandıra anlatırlar çünkü asıl halleri çok sıkıcıdır. ama daha da vahimi taktıkları o yüksek sesli deli maskesinin altında aslında oldukça sıradan, yer yer muhafazakar, muhtaç, tedirgin bir insan ve asıl önemlisi yüksek sesini kullanması gerekiğinde kısık sesli hatta dilsiz yatar. that's life. o yüzden maraz, hastalık yüklü sıfatlar taşıyan, kendilerine de bu sıfatları gururla yapıştıran insanlardan çok sıkılıyorum. ama fuket ile gördüm ki yalnız değilmişim.

ve tabii ki bu kadar ciddiyete gerek yok, düşünmeye de gerek yok, never on sunday, ne olacaksa olur olmayacaksa da olmaz.

Friday, March 2, 2012

Cuma eğlencesi # 2

Hangi sıfatla ve nasıl bir ingilizce ile telaffuz ettiğini çözemediğim ama yıllardır gösterdiği taşralı azmini artık hayranlıkla seyrettiğim Yurtta Sulh Cihanda Sulh Meltem Cumbul gibi her yıl Oscar törenlerine giyecek kıyafet seçip beklemediğim için Oscar, kırmızı halı vs ile tahmin edildiği kadar ilgilenmiyorum. Hele hele bu yıl ki sürprizsiz, skandalsız, pek " Küçük Ev Laura" kılıklı kırmızı halı geçit töreninden sonra ilgim iyice yok oldu, daimi sevgilim Cannes 'a geri döndüm, mayısın son haftasını beklemeye başladım. Ama adetten olduğu ve keyfimin feci şekilde yerinde olmasından mütevellit Cuma Eğlencesi olsun istedim.
Hazzetmediğim insan hazzetmediğim bir başka insanın tasarımını giymiş çıkmış, sonuç ise %50 vs %50. Zayıflık takıntılı ve hala kendisinin şişman olduğunu düşünen Gwyneth Paltrow, bir başka zayıflık takıntılı ve normal ölçüdeki kadınlarının hiçbir şekilde içine giyemeyeceği tasarımlar yapan botoks takipçisi feci sıkıcı Tom Ford (gerçekten de adam gucci'den ayrıldı gucci'nin normal kadın çevresindeki satışları arttı çünkü yerine gelen tasarımcısı hem kadın hem de estetik kaygılı mükemmeliyetçi geylerden olmadığı için mankenlerin değil kadınların giyebileceği tasarımlar çizdi). Saçlar feci kabus da aslında elbise güzel. Düz sade bir beyaz elbise. Olur yani, temiz işte, diyorum ya Küçük Ev Laura. Ama o ceket, veya pelerin, veya pardesü. Neyse ne, duş perdesi gibi katastrofik hatta klostrofobik bir şey. Sonuç, ne iyi ne kötü ortalama bir şey. Hayatta en kötü şey de ortalama olmak. Ayrıca Küçük Ev Laura ruhlu Gwyneth ile embesil rockçı kocası da çoktan ayrı dünyalara gitmişler de dönen yok.
Hani gerçekten de insan yedisinde neyse yetmişinde de o oluyor. Veya ecnebilerin deyişiyle you can take the girl out of the Bronx but you can never take the Bronx out of the girl (aslında country deniliyor da jennifer lopez için olunca bronx daha uygun oluyor). Haute Couture bir elbise ne kadar çirkin ne kadar ucuz görünümlü olabilir sorusunun yanıtı bu Zuhair Murad elbisedir. Rengi, o kollardaki delikleri, o acayip çirkin göğüs dekoltesi total çirkin. Jennifer Lopez zaten benim için fazla varoş ruhlu ve bir de esmer olduğundan geçip gitmek istiyorum.

Gucci elbiseye geleceğim de işte bahsettiğim ama nafile bir çaba ile eşşek yükü para vererek yaptırmaya çalıştığım fön bu. Rengi hariç her şeyiyle aynı olan saçıma nedense şu basit ve doğal fön kuaförde yapılamıyor. Hayır, her seferinde boyadan sonra görsellerle açıkladığım gösterdiğim o föne ulaşamayıp eve gelip saçımı yıkamak zorunda mıyım? Anlaşılan evet çünkü Türkiye'de kabartılmayan, lüle yapılmayan saç kuaförden çıkmıyor. Cameron Diaz güzel, saçı güzel, Gucci elbisesi epey güzel, rengi bence fazla soluk ama işte bu yılki elbiselerin teması iyi aile kızı Laura olunca her şey beyaz, her şey politically correct yani white is good.Gecenin en güzel ve en tarz kıyafeti Zac Posen imzalı Glenn Close'ın giysisi ile sıkıcı Oscar kılıklarını bitiririm. Rengi zaten çok güzel, ceketin smokin ceket gibi oluşu bileklerden kıvrılışı, elbisenin uzunluğu ile göğüs bölümün dikkat çekiciliği ve gerçekten de güzel yaşlanan 1947 doğumlu kadınlardan Glenn Close. Saçları ise öyle böyle güzel değil. Belki hiçbir zaman çok bebek yüzlü, masumu oynayan Maria Magdalena tipli cici kız kadınlardan olmadı, belki her zaman büyük burnu ilk andaki dikkati topladı ama bugün bakıldığında ise şarap gibi yaşlananlardan kendisi. Hem de facelift, botoks, kolojen vs yaptırmadan.

2012 Oscar sıkıcılığını gelmiş geçmiş en güzel Oscar kıyafeti ile bitirir, akşama ne giyeceğimi düşünmeye başlarım. Yıl 1992 ve Sharon Stone ödül törenine Vera Wang etek üzerine giydiği o zamanki kocasının beyaz Gap gömleği ile geliyor. Bir de bilekte mücevherler filan. Çok az insanın sergileyebildiği bir kendine güven ile ortaya çıkıştır bu. Yoksa işte herkes giyiyor bir şeyler hem de çok pahalısını çok dikkat çekenini ama nedense olmuyor bir şeyler sakil kalıyor. Para ile alınamayan şeylerden biri de kendine güven. En pahalı araba en pahalı saat ile bir de para sayesinde etrafında pervane olan insanlar yaratsan da aslında kendine güven oluşturmuyor insan; sadece maskesini düşene dek güzelleştiriyor (böyle de eğlenceden hayat dersi çıkartırım). whatever. forever sharon stone '92.

Dersimiz türkçe

Dersimiz çok uzun zamandır türkçe de farkında değiliz herhalde. Kötü hatta kabus kitap tercümeleri, televizyon yayınlarında duyulan kulak tırmalayıcı bozuk türkçe kullanımı artık sıradan olağan kabul edilen, belki de üzerinde durulmayan bir durum. Yine de insan, doğru düzgün olduğunu düşündüğü iletişim araçlarından bu kadar kötü türkçe ifadeleri duyunca okuyunca irkilmekten başka bir şey yapamıyor.

Umberto Eco'nun Prag Mezarlığı'nı çeviren Eren Yücesan Cendey'in okumaktan soğutan tercümesi gibi. Veya kurgu bir romandan daha ciddi kabul edilen Bizans'ın Kadınları ve Barış Cezar tercümesi gibi (prag mezarlığı'na göre daha az hata var ama "asılmak" çok argo bir terim değil mi? onun yerine sarkıntılık etmek daha doğru bir ifade olmaz mı? hele hele kitap tarih boyunca yaşanmış dini olayları anlatan ciddiyette bir kitap ise). Evet, argonun (illa küfür olmasına gerek yok) böyle kullanımı beceriksizlik gibi geliyor. Küfür tamam hepimizin gündelik hayattaki en büyük eğlencesi ama iş ciddiyete binince manasız kalıyor.

Şu günlerde televizyon kanallarında "elinde patlamak" ifadesini bir filmin konusu anlatılırken yapılan tanıtım anonsundan kullanıyorlar. Hem de AB grubunu hedefleyen cnbc-e'de. Nasıl kötü, nasıl argo nasıl özensiz bir kullanım. Biz aynı ifadenin benzer anlamlı ve daha küfür yüklü olanı götünde patlamak cümlesini kendi leş gündeliğimizde kullanıyoruz da yine de kitlelere ulaşan iletişim araçlarında kötü türkçe duymak müthiş rahatsız ediyor. Yalnız şöyle ince bir çizgi de var: bir programın/dizinin vs içeriğinde küfür argo varsa o rahatsız edici bir durum değil olmamalı da çünkü o belirtilen, bilgilendirilen, kurgulanan, hikayesi çekilen kısacası neyse öyle olan bir durum. Onda sorgulayacağım, "ıııyk ne kadar kötü bir türkçe kullanımı "diyeceğim bir durum olamaz. Rahatsız edici olan, cehalet ile gündeliğin birleşmesi ve kendisini AB grubu olarak yansıttığı sahte dünyada bir de cahilce at koşturulması. Yoksa argoya itirazım yok.

Evet, kesin yaşlandıkça emekli albay karıları gibi korkunç bir insan olacağım, sokaktaki çocuklara bağıran, sürekli şikayet dilekçesi yazan. whatever.