Resimdeki viskiler ve "el clasico" ne alaka olacak ama değil çünkü hiç beklenmedik şekilde viski içilen bir akşamdı bu akşam.
el clasico, m., çirkin ama karizmatik erkek b., "aa az yiyelim kötü fast food yemeyelim" deyip bucket kfc söylemek, konuşmak, seyretmek, yorum yapmak, futbolcu beğenilerini sıralamak, biten maç ve başlayan programlar, reha muhtar, klişe önyargı, "aaa ama nasıl yani senin gibi kızın, aaa şaşırdım şimdi" cümleleri, müzik, "axl faşist mi değil mi?", hayranlık, one in a million, nightrain, biten black label, zaten bitmeye yüz tutan single malt şişeleri, one bourbon one scotch, one beer derken never on sunday ve tatile devam...
p.s. elbette barcelona'yı tutuyoruz, real madrid'den hiç hoşlanmıyoruz. ben şahsen bir de o sevimsiz suratlı raul'den hoşlanmıyorum. ama casillas'ın sakallı hali tamamdır, büyümüş adam olmuş virilite gelmiş yüzüne o halde forever casillas....
Monday, November 30, 2009
Saturday, November 28, 2009
Zut! Bin kunduz
Bazen bazı şeyleri kendi istediğim zamanda yapamayınca sinir oluyorum. Evet var bende bazı şeyleri önceden bilme, önceden isteme, önceden keşfetme isteği - hadi "hırsım" diyeyim de nefret edenlerimi sevindireyim-. Ama öyle oluyor yapacak bir şey yok; öngörü sahibi yüce bulutlarda oturan Zeus gibi bir insanım.
Sabah sabah okudum haliyle sinir oldum, "aman" dedim "şimdi bu herif evinin duvarına yaptırtacak sonra ben yaptırtınca da Kanat Atkaya'dan gördü" olacak diye ayrıca bir kez daha sinirlendim, Turbo'ya da beni aylarca bu kadar zaman bunalım, iş, yoğunluk diye ihmal ettiği için kızdım AMA bugün yarın buluşacağımız ve ben de graffitime kavuşacağım için affettim. Neyse hem zaten gazeteci bey stencil istiyormuş, ben pek stencil sevmem, birkaç iş birkaç isim dışında işim de olmaz evimde ama graffiti forever , her daim, ayrıca oldskool rocks forever...
P.S. Duvara " Tagged by Turbo" gelince...Asılı olan üç taneden bir tanesini kadim dostum Sekvotka 'ya vereceğim. Üzerini de imzalayıp MSGSÜ'deki odasına göndereceğim.
Sabah sabah okudum haliyle sinir oldum, "aman" dedim "şimdi bu herif evinin duvarına yaptırtacak sonra ben yaptırtınca da Kanat Atkaya'dan gördü" olacak diye ayrıca bir kez daha sinirlendim, Turbo'ya da beni aylarca bu kadar zaman bunalım, iş, yoğunluk diye ihmal ettiği için kızdım AMA bugün yarın buluşacağımız ve ben de graffitime kavuşacağım için affettim. Neyse hem zaten gazeteci bey stencil istiyormuş, ben pek stencil sevmem, birkaç iş birkaç isim dışında işim de olmaz evimde ama graffiti forever , her daim, ayrıca oldskool rocks forever...
P.S. Duvara " Tagged by Turbo" gelince...Asılı olan üç taneden bir tanesini kadim dostum Sekvotka 'ya vereceğim. Üzerini de imzalayıp MSGSÜ'deki odasına göndereceğim.
Friday, November 27, 2009
Anotherstar tarzı: Dr. Jekyll ve Mr. Hyde arası
via sartorialist
Alttaki uzun saçlı kız üstünde Burberry trençkot yakaları kalkık beyaz gömleği ile gayet "ben gibi" olsa da mükemmel ve kusursuz gözüken her şeyden nefret ettiğim için yukardaki homeboy'lar gibi trençkot içine giyilen tişört koldaki altın casio kafadaki barsalino tarzı şapka ve ray-ban wayfarer gözlükler de tam" ben". Sonuç gayet Dr. Jekyll ve Mr. Hyde. Gerçekten de öyleyim galiba.
Ha bir de en alttaki resim var ki...O tarzı da beğendiğim, pek bir hissettiğim gerçek. Yine sıkıcı şekilde fazlasıyla mükemmel gözükse de çıkartılan dil, altın roleks ve kafadaki biz beyaz türkleri irite eden ama birçok avrupalı için "köklü ve zengin ailelerin aile resimlerinde görülen" ipek fular tamamdır bence. Ama bu da başka bir hikaye.
Thursday, November 26, 2009
Bir dönemin sonu
Günlerdir konuşuyorduk ama bugün oldu.
Artık ortalık yere "acaba yaptı mı?" diyerek basma korkusu yok, evin bütün kapılarını kapatıp çıkma durumu yok, sabahları beynimde yankılanan "beni besle" miyavlaması yok, tatile giderken pansiyona bırakma derdi yok, gündüzleri koltukta yanıma geceleri de yatakta ayaklarıma yapışıp tüm alanı kaplaması yok, sesi yok, miyavlaması yok, şirin bakışları yok, gerzekçe koşuşturması yok.
Bitti. Kanser insanda hayvanda da aynı şekilde yayılıp sona geliyormuş. Bazen bir şey yapılamıyormuş ve sonlandırmak gerekiyormuş. Şahane.
Şiva ; bir dönemin sonu.
Artık ortalık yere "acaba yaptı mı?" diyerek basma korkusu yok, evin bütün kapılarını kapatıp çıkma durumu yok, sabahları beynimde yankılanan "beni besle" miyavlaması yok, tatile giderken pansiyona bırakma derdi yok, gündüzleri koltukta yanıma geceleri de yatakta ayaklarıma yapışıp tüm alanı kaplaması yok, sesi yok, miyavlaması yok, şirin bakışları yok, gerzekçe koşuşturması yok.
Bitti. Kanser insanda hayvanda da aynı şekilde yayılıp sona geliyormuş. Bazen bir şey yapılamıyormuş ve sonlandırmak gerekiyormuş. Şahane.
Şiva ; bir dönemin sonu.
Monday, November 23, 2009
Forever kool
Hani forever kool bir insanım da şöyle yukardaki gibi dövmeli kool bir kız olamadım gitti hayatta. İlgi çekecek bir şeyler mi yapsam, kendimi kaybedip dikkat mi çeksem çünkü şunu yaptıramayacağım kesin.
*Women, don't get a tattoo. That butterfly looks great on your breast when you're twenty or thirty, but when you get to seventy, it stretches into a condor. ~Billy Elmer
Evet bu laf var doğruluk payı da var, ama bu da var
Show me a man with a tattoo and I'll show you a man with an interesting past. ~Jack London
P.S. Delikanlı, tamam yendiniz bizi cumartesi akşamı. Biliyorum. Farkındayım. 800 kere söylemenin mesaj atmanın gereği yok yapan yapıyor zaten,sizi de resmen sayı ile gönderiyorlar bana, ben onu anladım. Ayrıca her zamanki gibi kool ifadenle inisyallerinle yorum bırakmamana şaşırdım!
*Women, don't get a tattoo. That butterfly looks great on your breast when you're twenty or thirty, but when you get to seventy, it stretches into a condor. ~Billy Elmer
Evet bu laf var doğruluk payı da var, ama bu da var
Show me a man with a tattoo and I'll show you a man with an interesting past. ~Jack London
P.S. Delikanlı, tamam yendiniz bizi cumartesi akşamı. Biliyorum. Farkındayım. 800 kere söylemenin mesaj atmanın gereği yok yapan yapıyor zaten,sizi de resmen sayı ile gönderiyorlar bana, ben onu anladım. Ayrıca her zamanki gibi kool ifadenle inisyallerinle yorum bırakmamana şaşırdım!
Sunday, November 22, 2009
Kapının önünde dizi dizi ayakkabılar
Hafta sonu eklerinde okudum ki GS'ın müthiş yetenek müthiş yakışıklı ve tabii hiç şımarık olmayan futbolcusu Arda özel dikim gömlek giyiyormuş, yakasına filan da isminin baş harflerini yazdırıyormuş. Yine geçenlerde eklerden birinde kendisinin modaya dair görüşlerini beyan ettiği (!) fevkalade bir röportaj okumuştum Gerçekten neden bahsettiğini hiç hatırlamıyorum. Tek bir şey hariç o da evine gelenlerin mutlaka ayakkabısı çıkarmış , türk adetleri böyleymiş, kim olursa olsun isterse çorabı delik olsun önemli değilmiş çünkü dışardan gelen ayakkabıların kapıda mutlaka çıkması gerekiyormuş. Hmmm. Peki.
Herhalde 2004'ün son günlerinde Fransa günlerinin sona ermesi, ne yazık ki onların evine çökmem ve artık onların dayanamayıp beni başlarından atmak istemesi ile J.A. ile bizim mahallede oturabileceğim ev bakıyorduk. Bir arkadaşının satılık evi vardı Başkurt Sokak'ta. Kadın evi çok güzel yapmıştı, gayet büyük rahat hatta salonunun denizin içinde olduğu bir evdi. J.A. tabii beğenmiş ama oturacak ben olduğum için bana danışmıştı "alalım mı almayalım mı" diye. Ben en üst kattaki daireye çıkarken kapıların önündeki ayakkabıları görüp "eğer alınacaksa mümkünse kapısının önüne ayakkabısını çıkarmış dairelerin önünden geçmeyelim" deyip itiraz etmiştim. Tahammül edemediğim şeydir kapının önüne çıkmış ayakkabılar, eve girer girmez çıkartılan ayakkabılar. Bizim evde -eğer kişinin kendisi istemiyorsa-ayakkabı pek çıkmaz öyle terlik merlik de yoktur, evde -arkadaş vs dışında- misafir ağırlanacaksa öyle terlikle çıkılmaz misafirin karşısına, ayakkabı giyilir de öyle misafir ağırlanır. O yüzden kapının önünde çıkan ve oraya dizilen ya da eve girer girmez çıkartılan ayakkabıların dizildiği dolap ve çıplak kalan ayaklara hemen verilen terliklerle ilgili hiç fikrim yok. Daha doğrusu pratik olarak kendi evimde kendi dünyamda kendi çevremde böyle bir algım yok. Olmasını da istemem. Bayramda vs birilerine gidince zaten karşılaşıyorum Arda'nın Türkiye'si ile. O yüzden Arda ve öteki Türkiye'nin para bulmuş tarzı mümkünse gündeliğimde var olmasın...
Herhalde 2004'ün son günlerinde Fransa günlerinin sona ermesi, ne yazık ki onların evine çökmem ve artık onların dayanamayıp beni başlarından atmak istemesi ile J.A. ile bizim mahallede oturabileceğim ev bakıyorduk. Bir arkadaşının satılık evi vardı Başkurt Sokak'ta. Kadın evi çok güzel yapmıştı, gayet büyük rahat hatta salonunun denizin içinde olduğu bir evdi. J.A. tabii beğenmiş ama oturacak ben olduğum için bana danışmıştı "alalım mı almayalım mı" diye. Ben en üst kattaki daireye çıkarken kapıların önündeki ayakkabıları görüp "eğer alınacaksa mümkünse kapısının önüne ayakkabısını çıkarmış dairelerin önünden geçmeyelim" deyip itiraz etmiştim. Tahammül edemediğim şeydir kapının önüne çıkmış ayakkabılar, eve girer girmez çıkartılan ayakkabılar. Bizim evde -eğer kişinin kendisi istemiyorsa-ayakkabı pek çıkmaz öyle terlik merlik de yoktur, evde -arkadaş vs dışında- misafir ağırlanacaksa öyle terlikle çıkılmaz misafirin karşısına, ayakkabı giyilir de öyle misafir ağırlanır. O yüzden kapının önünde çıkan ve oraya dizilen ya da eve girer girmez çıkartılan ayakkabıların dizildiği dolap ve çıplak kalan ayaklara hemen verilen terliklerle ilgili hiç fikrim yok. Daha doğrusu pratik olarak kendi evimde kendi dünyamda kendi çevremde böyle bir algım yok. Olmasını da istemem. Bayramda vs birilerine gidince zaten karşılaşıyorum Arda'nın Türkiye'si ile. O yüzden Arda ve öteki Türkiye'nin para bulmuş tarzı mümkünse gündeliğimde var olmasın...
Friday, November 20, 2009
Kürkleri çıkardık
Atina öncesi tesadüfi bir karşılaşma ve sözleşme sonucu bir nebze olsun gecikmeli de olsa yemeği yapabildik: eski rock n' roll günlerinin ağır isimlerinden-aslen R. vasıtası ile tanıdığım - A. , yine o günlerden SJ'den bize geçen ve iyi arkadaş olduğumuz D. ve compagnon'ı B. Sevgi ile yaptığım leziz yemekler, by-pass sonrası eskisi gibi -yemek konusunda- sefa süremeyecek F.A.'nın kadim dostum Sekvotka'nın çok iyi bildiği sandığından çıkarttığım Bordeaux'lar ve tabii sonunda patlattığımız Sicilya etiketli prosecco. Bu kadar mı? Bowie, Moloko, Rage Against The Machine-ama Freedom- vs, Flatline anıları, belli edilmeyen duygusal anlar, çekilen resimler, kolyeler, altın roleks, kürk, bling bling, vs derken çıkmaya karar verilmesi ve çıkarken "aaa kürkünü giymeyecek misin" cümlesinin gazı ile koşup sırtıma kürkümü geçirmem, sakin bir Asmalı Mescit gecesine diye düşünürken geçen hafta kapılarını açmış Maykıl ( ki bu ismi takan ben değilim kendisine, u. söyledi ben de beğendim)'ın ismi güzel-11:11- kendi de güzel mekanına uğrayış, tanıdıkları ve tabii Maykıl 'ı görüp sarılış eski patronum validesine saygılarımı ilettikten sonra ayrılış...
Gecenin ana konusu: eski dostlar iyidir. hazmetmiş insan şahanedir. yeni arkadaşlıklara özellikle de iş vs gibi ortamlarda best friends forever gibi durumlara gerek yoktur. insan kendine benzeyenlerle olmalı. eskiler her daim yanındadır, çocukluk arkadaşlıkları neredeyse en iyisidir. ama onlardan gelen bıçak darbesinin derinliğine de hiçkimse ulaşamaz. Ama evet mümkünse ben sen bizim oğlan kalalım yaşayalım.
Thursday, November 19, 2009
Dream on # 13
Şarkılı rüyalar başladı. Neye işaret bir anlasam? Belki de delirdim de yavaş yavaş geliyorlar.
Tuesday, November 17, 2009
Motto # 8
“You have enemies? Good.
That means you’ve stood up for something, sometime in your life.” - Winston Churchill
Sevilir sevilmez beni ilgilendirmiyor. Evet kendisi emperyalist bir ingiliz politikacı vs ama kimi zaman öyle laflar etmiş bir insan ki big up!
Evet, ayrıca sürekli "fark etmez", "nasıl istersen" gibi laflar söyleyen veya taraf tutmayan insandan hiç hoşlanmıyorum. Benimle aynı olman gerekmez ama en azından bir tavrın olsun.
That means you’ve stood up for something, sometime in your life.” - Winston Churchill
Sevilir sevilmez beni ilgilendirmiyor. Evet kendisi emperyalist bir ingiliz politikacı vs ama kimi zaman öyle laflar etmiş bir insan ki big up!
Evet, ayrıca sürekli "fark etmez", "nasıl istersen" gibi laflar söyleyen veya taraf tutmayan insandan hiç hoşlanmıyorum. Benimle aynı olman gerekmez ama en azından bir tavrın olsun.
Monday, November 16, 2009
Huy
Can çıkar huy çıkmaz. Salt kendim için değil herkes için düşündüğüm bu. Kişi ara ara, biraz olsun şahsiyetini değiştirebilir, ilerleyebilir, farklılaştırmak isteyebilir, onu yerinde saydıran yanlış davranmasına sebebiyet veren yanılgısını doğruya çevirmeyi arzulayabilir ve bu yönde bir takım çabalara gidebilir filan ama temeldeki huyun radikal bir şekilde değişmesi bence pek mümkün değil. Milyarlara insan içerisinde inanan milyarlarca insan var ama ben inanmayanlardanım.
İnatçıyım, biliyorum. Belki öyle çocuk gibi aptalca şeylere inat ettiğim yok ama inatçıyım. Hele bir damarıma gelsin, imkan ihtimal yok ki ben inanmadığım şeyi yapayım. Şu sıralar "bazı mevzularda" "bazı insanlarla" gayet inatçıyım, kabul ediyorum. Ama şımarık tek çocuk inadı değil, inandığım ve yanlış olduğunu düşündüğüm şeyin inadı. Belki % 100 haklı değilim ama benim haklılık payım çok daha fazla, onların da haksızlık ve ayıp payı çok daha fazla. İnandığım bu olunca inatçılığım da bu oranda fazla oluyor. Hırstan değil inançtan.
whatever... İnadım inattır ve ne yazık ki gebersem de vazgeçmem. Sürer gider bu böyle. Ta ki ya el uzanıncaya ya da ben bakıp da görmeyince dek.
İnatçıyım, biliyorum. Belki öyle çocuk gibi aptalca şeylere inat ettiğim yok ama inatçıyım. Hele bir damarıma gelsin, imkan ihtimal yok ki ben inanmadığım şeyi yapayım. Şu sıralar "bazı mevzularda" "bazı insanlarla" gayet inatçıyım, kabul ediyorum. Ama şımarık tek çocuk inadı değil, inandığım ve yanlış olduğunu düşündüğüm şeyin inadı. Belki % 100 haklı değilim ama benim haklılık payım çok daha fazla, onların da haksızlık ve ayıp payı çok daha fazla. İnandığım bu olunca inatçılığım da bu oranda fazla oluyor. Hırstan değil inançtan.
whatever... İnadım inattır ve ne yazık ki gebersem de vazgeçmem. Sürer gider bu böyle. Ta ki ya el uzanıncaya ya da ben bakıp da görmeyince dek.
Saturday, November 14, 2009
Fantastik diyaloglar
her ne kadar sabahattin'den içmiş vaziyette gelsem de, pek bir içip ileriye nişantaşı'na mesela gidemesem de ama pek bir keyiflensem de, neredeyse 3 haftadır görmediğim d. aka louboutin ile buluşmuş olsam da bütün gün yazmayı düşünüp de yazamadığımı yazmayı atlamak istemiyorum.
Geçen geceye, yağmurlu bir geceye ait...
ertesi sabah
komşu- günaydınnn geldin mi, gece çok korktuk.
anotherstar- korktuk derken? korkmak derken? noldu pardon?
komşu- ya senin zilin çaldı geceyarısını geçince uzunca bir süre durmadan.
anotherstar- hmmmm. bilmem ki. yeni geliyorum ben duymadım yani
komşu- hayır merak ettik başına bir şey geldi içerde evde tek başına bir kötü bir şey oldu sandık.
notherstar- hmmmmmmmm. yok iyiyimmm. ama anladım ben neden bahsettiğinizi. sağolun.
Ya işte böyle de fantastik bir hayatım var....
Geçen geceye, yağmurlu bir geceye ait...
ertesi sabah
komşu- günaydınnn geldin mi, gece çok korktuk.
anotherstar- korktuk derken? korkmak derken? noldu pardon?
komşu- ya senin zilin çaldı geceyarısını geçince uzunca bir süre durmadan.
anotherstar- hmmmm. bilmem ki. yeni geliyorum ben duymadım yani
komşu- hayır merak ettik başına bir şey geldi içerde evde tek başına bir kötü bir şey oldu sandık.
notherstar- hmmmmmmmm. yok iyiyimmm. ama anladım ben neden bahsettiğinizi. sağolun.
Ya işte böyle de fantastik bir hayatım var....
Friday, November 13, 2009
Cuma eğlencesi # 17
Güzel bir insan ile açılışı yapmak istiyorum. Hana Soukupova. Saçlarını kestirmiş harikulade bacaklarını açmış ve davetlere çıkmış. Ya bir şeyi merak ediyorum bu arada. Şu secret vs meselesine göre çağırmak diye bir şey var değil mi? Ne kadar çok istersen oluyor filan bir şekilde. Peki anladım. Biz burada şu blogda 2 yıldır Hana Soukupova Hana Soukupova diye yazıyoruz, beğenimizden ölüp ölüp bitiyoruz-ki kız olmak bir şey değiştirmiyor. Acaba kendisinin İpekyol reklamlarında yer almasına sebebiyet veren "çağırma"lardan biri de biz miyiz, bu blog mu? Ey yüce Evren, Kosmos söyle bana öyle mi? Hana , Hana diye beğendik yazdık çizdik o da bir türk firması ile çalıştı bunda secret vari bir çağırma durumu var mı? Varsa bileyim ona göre her istediğimi her şeyi buraya yazayım çağırayım sonunda da kavuşayım... Bir nevi Şirin Sever gibi. Bebeğim Şirin de Secret'a inanıyormuş. Ah canım.
Nasıl güzel bir elbise, kıskandım resmen. Ben tabii bu bling bling mevzularında ağır kıro olduğum için kendime almak istesem doresini alırdım kesin. Bir de bence benim tenimde dore daha güzel duruyor. Hatta buradan my dear eski sevgilim B.'ye Atina'ya düğüne giderken verdiği elbise için bir kez daha teşekkür ederim. Elbisenin sırtının payetlerle kaplı olması tam bir sükse yarattı demek durumundayım, Kostis'in bakakalan gözlerini ben fark ettim, garibim Katerina kör gözlerine rağmen fark etti. O halde tamamdır, I heart Kostis. -çağırıyorum Kostis seni, via secret...
İşte güzel insan diye ölünüp bitilen insanların çocuğu Zoe Kravitz yani malum çoğu kadının geberdiği Lenny Kravitz ile erkeklerin de Cosby Show'dan sonra High Fidelity 'de bayıldığı Lisa Bonet'in kızları. Güzel değil, alımlı değil, farklı değil ama şimdiden celebriti, doğuştan zengin-telif hakkı güzel şey şu hayatta o halde mutlaka kazanacaktır.
Eski mankenlerden sayılabilecek tecrübede ve yaştaki Lyda bir şey. Elbisesi çok güzel. Bayılıyorum böyle ceket içine bir şey giymeden çıkmaya. Harikulade bir şey. Forever hidden nudity! Tabii bu elbisenin bu kadar güzel durması için biraz ince olmanın yararı olabilir ama yapacak bir şey yok, normal boyutlardaki kadınlarız biz...diyerek Şirin Sever tadında cümleler yazarmışım. Bak şimdi aklıma geldi, kaç zamandır okumuyorum yazdıklarını. Keza nerd'in allahı zeka ve espri seviyesi limitte olan bir diğer türk basınının değerli kalemi Ali Okancı'yı da ihmal ettim uzun süredir. Hele kendisi ve sevgili eşi ile yazdığı anıları beni benden alan güzide eserler...
Carine Roitfeld'in fotoğrafçı oğlu Vladimir'in italyan erkek Vogue'nun stilisti Giovanna Battaglia sevgilisinin sergi açılışında. Resme ve tarzına aldanmamak lazım kendisi 28 yaşında. 48 yaşında ağırlığı ile durması neden işte onu bilmiyorum. Bence çirkin ama albenili kadınlardan. Öyle çok güzel değil sıradan rengi güzel kadınlardan değil gayet kendine has bir duruşu hatta asaleti var. Normalde de bayağı şık kendine has giyinen biri. Ancak bu kılığında her motif, her renk, her trend var ki epey sıkıcı bir şey bu -yineliyorum çok kendi adıma düzenli vogue okumam ve modayı biliyor olmam dikte edilenleri, söylenenleri aynen uygulayacağım anlamına gelmez. yapmam da sevmem de-. Bilemedim burada evet havalı ama işte o kadar geldi ki normalde forever kool bir insan kendisi. Yeni dönem amerikalı aktrislerden, ismini bilmiyorum ama kendisini çok beğendim. Bence elbisesi ayakkabıları gayet güzel gayet şık. Tamam, şişman hatta oldukça şişman bir kadın kendisi ama görülüyor ki şıklık zarafet sadece zayıf incecik olmakla bitmiyor. Bu sayfanın belki de en şık insanlarından kendisi deyip bitiriyorum gidiyorum bu cuma da biter gider Sabahattin beni bekler....
Evimizin bir üyesi, çocuğumuza protestan ahlakına uygun eğitim veren mürebbiyesi ile tanıştıralım, Maggie Gylenhall. Kimse kusura bakmasın ama üzerindeki Louis Vuitton bile olsa sönük ve sıradan olmasını engellemiyor. O kadar sıradan ki bilmiyorum normalde daha çok beğeniyorum kendisini ama burada epey sönük buldum. Ki geçtiğimiz yıllarda Agent Provocateur mankenliği yapmış insan. Yani şu haline bakınca değil provokasyon, resesyon yapması çok daha muhtemel bir insan görüntüsünde. Benden bile daha iyi bir agent provocateur mankeni olur-tombul yerlerimi de sileriz fotoşop ile, tamamdır bence!
Wednesday, November 11, 2009
wish list # 8
Kara tahta arıyorum. Bulamıyorum. Bu kadar eşşek boyutunda değil, küçük ev için kapının girişine asacağım. Fekat namümkün çünkü hiçbir yerde yok ya da benim girip çıktığım yerlerde yok. Ya da herkes Ikea'dan almış bitirmiş stoklarda kalmamış. Sonuç ben bulamıyorum. Bulanlara ayrıca sinir oluyorum. Gidip mekanlardan filan mı istesem "genç ya her hafta sonu sizin mekana gelip deli gibi para bırakıyorum sen de şu kara tahtayı bana versen" mi desem?
Bu nesne de wish list 'imdeki glamour olmayan yegane nesnedir ama ne bazen ben de low profile bir insan olabiliyorum.
Tuesday, November 10, 2009
Beklenmedik şekilde alışmak
İnsan beklenmedik şekilde, beklenmedik bir hızla alışıyor hayatındaki gelişmelere değişikliklere sonuçlara durumlara. Belki önce afallıyor üzülüyor ve nedenini anlayamıyor ama sonrası o kadar kolay ve o kadar sessizce geliyor ki bir anda kendisini şartlara durumlara değişenlere gidenlerin boşluğunda adapte olmuş vaziyette buluyor. Galiba bir yerden bir zamandan sonra alışmak hiç zor değil. Ne kaydebilmişlere ne de kazanılmışlara. Dedikleri gibi üç gün sonra boğaz manzarasının diğer görüntülerden farkı kalmadığı gibi, yürekteki bazı boşlukların da güvelerin elbiselerde açtığıı boşluklardan farkı kalmıyor, sıradanlaşıyor.
Dün Jack Daniels'ı değil bardaktan şişeden içerken bugün kokusuna tahammül edememeye, hayatımın şarkısı dediğini artık dinlememeye, "canım" deyip içtenlikle sevdiğini artık sadece sevmeye, ezbere bildiği telefon numaralarını aramaya aramaya yavaşça unutmaya ... ve belki de her şeye zamanla alışıyor insan. Hiç farkına varmadan, daha idrak edemeden alışmış olduğunu görüyor.
Dün Jack Daniels'ı değil bardaktan şişeden içerken bugün kokusuna tahammül edememeye, hayatımın şarkısı dediğini artık dinlememeye, "canım" deyip içtenlikle sevdiğini artık sadece sevmeye, ezbere bildiği telefon numaralarını aramaya aramaya yavaşça unutmaya ... ve belki de her şeye zamanla alışıyor insan. Hiç farkına varmadan, daha idrak edemeden alışmış olduğunu görüyor.
Sabah keyfi, 5
Çoğumuz bu güzel şarkıyı '68 tarihli Elvis filmi Live a little Love a little filmi ile değil 2002 tarihli Nike reklamı için yapılmış remiksi ile öğrendik. Sıkıcı boom boom tekno djlerinin remiksini geçtim ( techno dj leri kadar sıkıcı müzik yapanlar olamaz) ama şarkının orijinal hali gayet güzeldir. Elvis de kim ne derse desin kraldır. Bildiğin kral. Eğer Elvis ve o dönem rock n' roll yapanlar olmasaydı ( yani tabii chuck berry, fats domingo, billy haley, little richard hatta ve hatta bugün rock dinleyenlerin yüzüne bakmadığı bluescular, robert johnson...) müzik bugünkü haline gelemeyecek ya da o sevilen grupların hiçbiri olmayacaktı.
whatever...
Bayıldığım şarkılardan. Sözleri zaten güzel. Kısaca konuşma ve yap. Ne o öyle sürekli bir laflar bir söylemler. Geç git ya. Ciddiyim. Sıkılıyorum böyle insanlardan.
whatever...
Bayıldığım şarkılardan. Sözleri zaten güzel. Kısaca konuşma ve yap. Ne o öyle sürekli bir laflar bir söylemler. Geç git ya. Ciddiyim. Sıkılıyorum böyle insanlardan.
Monday, November 9, 2009
Eğlence-kinda late
Biraz tembellik, biraz bolca eğlence, biraz hasta bakımı, biraz güzel gece anıları, biraz müzik stüdyosu ziyaretleri, biraz "davulun güzelmiş",biraz jameson, biraz cuma gecesi evde kısa süreli hafif yemek ziyafeti, biraz sevilen dostlar, kadim dostlar, biraz lezzetli yemeklerim, biraz single malt, biraz sekvotka dj'liğinde müzikler, biraz iyis, biraz t.d., biraz alt kat derken cuma eğlencesini ve birçok şeyi atladım, üzerinde durmadım. Fakat resimlere baktıkça, sayfaları çevirip de insanları gördükçe de kendimi tutamadım.
Elbisenin rengi ve payetleri çok güzel ama altına giydiği ayakkabılar kabus. Ama herhalde bu kadar ince bu kadar uzun olunca pek önemi kalmıyor. Kızın yüzü filan güzel değil ama o köprücük kemiklerinin çıkık hali müthiş resmen.
Hani gerçekten bazen Teksaslılar ilginç olabiliyorlar. Erin Wasson ki genelde beğenirim. Şu şapka, şu etek elbise gibi şey ne? Ya ama asıl şu leoparımsı şapka nedir? O kadar kötü o kadar çirkin pimp tarzı ki bu tarzı hakkı ile yapanlardan Mike Patton'i gözlerim aradı resmen. Oysa Mike Patton'da pimp style nasıl da harikulade duruyor...
Bir katıksız italyan bir italyan kökenli amerikalı. Biri beyaz gergin, diğeri kavrulmuş fıstık renginde gergin. Biri 70'inde 50'sinde gösteriyor, diğeri 50'sinde 30'unda gösteriyor. Madonna'nın bu kendini bilmez hallerine çok üzülüyorum. Yani galiba zengin ve celebriti kadın takımında yaşının ilerlediğini kabul edememe hadisesi herkeste var. Ya zaten sen Madonna'sın olayı bitirmiş dünya senin taklidin olmuş daha ne öyle yüz gerdirmeleri, ifadesizleşmeler, daracık 20lik genç kız kıyafetlerine bürünmeler? Yüzü o kadar kötüleşiyor ki gitgide bakamıyorum kendisine bir hayranı olarak. Ama elleri zaten çoktan kaybedilmiş bölge. Emekliliğe ayrılmış Valentino ise forever tanned bir adam, yorumsuzum ama tasarımcılığının ne kadar harika olduğunu da ayrıca belirtirim.
İşte kool bir kadın. Leopar ceketi bence harika, yüzü güzel değil ama geri kalanı gayet ince gayet taş, saçları da tamamdır o halde cidden kim olduğunu bilmediğim bu kadın pantalon hariç en güzel giyinenlerden. Leopar demişken elbette türk kızları leoparı keşfetti. Sırf bu yüzden giymeyebilirim bu yıl ama o kadar seviyorum o kadar çok leopar desenli kıyafetim var ki yazık resmen giymememem. Acaba merak ediyorum güzeller güzeli her şeyi bilen moda yazarı Melis Alphan almış mıdır leopar bir şeyler kendisine? Almadıysa üzülürüm bak şimdi. Alıp göndersem mi Milliyet adresine? Canımm, yazmış öyle köşesinden twitter'ından "sözlüktekileri yazanlar beni çekemeyenler, yerimde olamayanlar" diye. Hmm doğru tabii, keşke Melis gibi olabilsem diye günlerim geceleri geçiyor. Vallahi bunun üzerine, eğer benim leoparım var da onun yoksa çok üzülürüm.
İşte insanın kendisine yatırım yapması gerektiğinin resmi yukarda görülen Jesus bir şey. Kendisi Madonna'nın Guy Ritchie sonrası sendromun meyvesi bir nevi toy boy'u, eyvallah da çocuk her gece alemlerde her gece ünlüler dünyasında kendisine bir isim yaratıyor. Kah en son D&G reklamlarında rol, kah NY gecelerinde dj'lik. Ne o Madonna ile sözde yaşanan beraberliğin getirdiği etki. Akıllısın çocuğum akıllı. Kim ne derse desin, yatırımı kendine yaptın, artık en azından bir süre önün açık. Bir de sevgiden aşktan bahsediliyor. Peeh.
Haftalardır gördüğüm en güzel en şık ve en kool insan. Saçları, beyaz gömleği, çantası, rengi, eteği, topukluları tek kelimeyle tamamdır. Şu kadar ince olsam diye düşündüğüm resim oldu bu. Aman Allahım cidden uzun süredir gördüğüm en tarz ve şık insan. Ayrıca da feci çekici.
Cuma değil bugün o yüzden kısa keseceğim. Hatta kestim de bitti bile. Her şey gibi. Bitiyor bir gün her şey.
Elbisenin rengi ve payetleri çok güzel ama altına giydiği ayakkabılar kabus. Ama herhalde bu kadar ince bu kadar uzun olunca pek önemi kalmıyor. Kızın yüzü filan güzel değil ama o köprücük kemiklerinin çıkık hali müthiş resmen.
Hani gerçekten bazen Teksaslılar ilginç olabiliyorlar. Erin Wasson ki genelde beğenirim. Şu şapka, şu etek elbise gibi şey ne? Ya ama asıl şu leoparımsı şapka nedir? O kadar kötü o kadar çirkin pimp tarzı ki bu tarzı hakkı ile yapanlardan Mike Patton'i gözlerim aradı resmen. Oysa Mike Patton'da pimp style nasıl da harikulade duruyor...
Bir katıksız italyan bir italyan kökenli amerikalı. Biri beyaz gergin, diğeri kavrulmuş fıstık renginde gergin. Biri 70'inde 50'sinde gösteriyor, diğeri 50'sinde 30'unda gösteriyor. Madonna'nın bu kendini bilmez hallerine çok üzülüyorum. Yani galiba zengin ve celebriti kadın takımında yaşının ilerlediğini kabul edememe hadisesi herkeste var. Ya zaten sen Madonna'sın olayı bitirmiş dünya senin taklidin olmuş daha ne öyle yüz gerdirmeleri, ifadesizleşmeler, daracık 20lik genç kız kıyafetlerine bürünmeler? Yüzü o kadar kötüleşiyor ki gitgide bakamıyorum kendisine bir hayranı olarak. Ama elleri zaten çoktan kaybedilmiş bölge. Emekliliğe ayrılmış Valentino ise forever tanned bir adam, yorumsuzum ama tasarımcılığının ne kadar harika olduğunu da ayrıca belirtirim.
İşte kool bir kadın. Leopar ceketi bence harika, yüzü güzel değil ama geri kalanı gayet ince gayet taş, saçları da tamamdır o halde cidden kim olduğunu bilmediğim bu kadın pantalon hariç en güzel giyinenlerden. Leopar demişken elbette türk kızları leoparı keşfetti. Sırf bu yüzden giymeyebilirim bu yıl ama o kadar seviyorum o kadar çok leopar desenli kıyafetim var ki yazık resmen giymememem. Acaba merak ediyorum güzeller güzeli her şeyi bilen moda yazarı Melis Alphan almış mıdır leopar bir şeyler kendisine? Almadıysa üzülürüm bak şimdi. Alıp göndersem mi Milliyet adresine? Canımm, yazmış öyle köşesinden twitter'ından "sözlüktekileri yazanlar beni çekemeyenler, yerimde olamayanlar" diye. Hmm doğru tabii, keşke Melis gibi olabilsem diye günlerim geceleri geçiyor. Vallahi bunun üzerine, eğer benim leoparım var da onun yoksa çok üzülürüm.
İşte insanın kendisine yatırım yapması gerektiğinin resmi yukarda görülen Jesus bir şey. Kendisi Madonna'nın Guy Ritchie sonrası sendromun meyvesi bir nevi toy boy'u, eyvallah da çocuk her gece alemlerde her gece ünlüler dünyasında kendisine bir isim yaratıyor. Kah en son D&G reklamlarında rol, kah NY gecelerinde dj'lik. Ne o Madonna ile sözde yaşanan beraberliğin getirdiği etki. Akıllısın çocuğum akıllı. Kim ne derse desin, yatırımı kendine yaptın, artık en azından bir süre önün açık. Bir de sevgiden aşktan bahsediliyor. Peeh.
Haftalardır gördüğüm en güzel en şık ve en kool insan. Saçları, beyaz gömleği, çantası, rengi, eteği, topukluları tek kelimeyle tamamdır. Şu kadar ince olsam diye düşündüğüm resim oldu bu. Aman Allahım cidden uzun süredir gördüğüm en tarz ve şık insan. Ayrıca da feci çekici.
Cuma değil bugün o yüzden kısa keseceğim. Hatta kestim de bitti bile. Her şey gibi. Bitiyor bir gün her şey.
Thursday, November 5, 2009
wish list # 7
Gerçi çervesini pek beğenmedim ama Super marka gözlük istiyorum ve de çok beğeniyorum. Atina'da bir dükkanın vitrininde görmüştüm ama gece yarısı saat bilmem kaç olduğu için içeri girip de alamadım ama istiyorum beğeniyorum. Türkiye'de yok. Ya da geliyorsa da birkaç dükkan bavul ticareti ile getiriyordur tek tük. Bu modelin özelliği Zeiss camlarının altın olması. Biliyorum ağır kıroyum ama takıp çıkar mıyım? Kesinlikle. Sadece çerçevesinin rengi ve şekline çok bayılmadım onun dışında altın ile ilgili sorunum elbette yok.
Forever gold girl godiva anotherstar.
Konuşmayıp yapanlardan
Benim etrafımda konuşan insan çoktur. Sürekli havalı havalı konuşup "ne kadar sevdiklerinden, ne kadar beğendiklerinden, ne kadar aşık olduklarından, ne kadar iyi dost olduklarından, ne kadar arkadaş olduklarından, ne kadar yanımda olduklarından, ne kadar özel olduğumuzdan, ne kadar can olduklarından, ne kadar benzer olduğumuzdan, ne kadar ayrılmaz dost - ayrılmaz sevgili olduğumuzdan" bahsederler. Ama bu kadar konuşmaya sonuç sıfıra sıfır elde var sıfırdır. Şimdi "sıfır" demek de yalan olur çünkü doğruya doğru sonuç sıfır değil. Ne var ki böylesine büyük ve iddalı lafları edenlerin davranışları ettikleri lafların yanında sıfır gibi kalıyor. Eğer kişi doğru dürüst davranmayacak ve zamanında kıymet göstermeyecekse bu laflara gerek yok bence. Ben beklemiyorum zaten. Hem yoruluyor hem de beni yoruyor.
Mamafih yine de şanslıyım. Bu kadar konuşanın yanında onun kadar büyük konuşmayıp büyük hareketlerde bulunanlar da var etrafımda. Belli etmiyorlar, beklenti uyandırmıyorlar ama bir anda şaşırtıp gerçek yüzlerini güzelce gösteriyorlar. Bayılıyorum. Özellikle de karşı cinste. Mümkünse karşı cins- hele bir de etkileniyorsa, onu beğeniyorsa - afilli laflar kullanmasın, ağdalı aşk edebiyatı yapmasın. Kendi gibi olsun gerektiği zaman da gerekeni yapsın yeter de artar bile, tamamdır.
Bu lava lamp denilen hadiseye öyle hayran değilim. Ya da 70lerin psikodelik olayına. Ne psikodelik müziği severim ne de tarzını, ne de yaşam biçimini. Fakat görüntüsü ilginç geliyor. O böyle akması, soğukta donması, garip garip şekillere girmesi komik yani. Kendisine yaptığım muhtelif ev ziyaretlerimde görmüş, her seferinde de klasik ben olarak "aaaa çok güzelmiş, ben biraz buna bakayım sen benimle ilgilenme" demiştim. Unutmamış ya da içinden gelmiş almak istemiş bilmiyorum ama artık I have a mathmos lava lamp. Çok eğlenceli çok komik.
Şu hayatta beni şaşırtan, beklenmedik anda karşıma eğlendiren komik sürprizlerle çıkan insanlara bayılıyorum. Forever kategorisine koyuyorum, diğer yanda çok konuşup da bir şey yapmayan kitledekiler ise gitgide lava lambasındaki baloncuklar gibi patlıyor ve patlıyor ve patlıyooooor.
Wednesday, November 4, 2009
Gidenlerden...
İşte gidenlerden bir tane daha. Hem de en önemlilerinden, bir yolu tamamen değiştirenlerden. Bizde pek bilinmez. Ya da sadece alanındakiler bilir, gerisi zaten hocası Ünsal Oskay derste okutmadığı için haberdar değildir, bilme ihtiyacı da hissetmez. Hiç öyle cahilleri eğiteyim, ilerlesinler vatana millete yararlı olsunlar kaygısındaki insanlardan değilim. O yüzden sadece üzgünüm. Az okuduğum, üzerine az çalıştığım için, yazdıklarını iyice incelemediğim için... Gerisi hiç mi hiç umrumda değil.
Tuesday, November 3, 2009
Günün heyecanı
Sadece gülümsüyorum. Tebessüm ederek bakıyorum ekrana. Bildiğin gerzek gibi. I heart ...
Yıl 1978, Rose Royce efsane bir şekilde sahnede ve Wishing On A Star'ı söylüyor...
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a dream
To follow what it means
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a dream
To follow what it means
And I wish on all the rainbows that I see
I wish on all the people who really dream
And I'm wishing on tomorrow, praying it'll comes
And I'm wishing on all the lovin' we've ever done
I never thought I'd seeA time when you would be
So far away from home
So far away from meJust think of all the moments that we'd spent
I just can't let you go, for me you were meant
And I didn't mean to hurt you, but I know
That in the game of love you reap what you sow
I feel it's time we should make up, babyI feel it's time for us to get back together
And make the best of things, oh, baby
When we're together, whether or never
I feel it's time we should make up, baby
I feel it's time for us to get back together
And make the best of things, oh, baby
When we're together, whether or never
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a dream
To follow what it means
And I wish on all the rainbows that I see
I wish on all the people we've ever been
And I'm hopin' on all the days to come and days to go
And I'm hopin' on days of lovin' you soI'm wishing on a star
To follow where you areI'm wishing on a star
Oh;oh;oh;
And I wish on all the rainbows that I see
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a star
And I wish on all the rainbows that I see
I'm wishing on a starTo follow where you are
I'm wishing on a star
oh, oh, ah, ah
I'm wishing on a star, oh,oh
To follow where you are
I'm wishing on a star, baby
To follow wherever you might be
Wishing in a star, oh, oh
To follow where you are,
oh, oh, ah, ah
Yıl 1978, Rose Royce efsane bir şekilde sahnede ve Wishing On A Star'ı söylüyor...
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a dream
To follow what it means
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a dream
To follow what it means
And I wish on all the rainbows that I see
I wish on all the people who really dream
And I'm wishing on tomorrow, praying it'll comes
And I'm wishing on all the lovin' we've ever done
I never thought I'd seeA time when you would be
So far away from home
So far away from meJust think of all the moments that we'd spent
I just can't let you go, for me you were meant
And I didn't mean to hurt you, but I know
That in the game of love you reap what you sow
I feel it's time we should make up, babyI feel it's time for us to get back together
And make the best of things, oh, baby
When we're together, whether or never
I feel it's time we should make up, baby
I feel it's time for us to get back together
And make the best of things, oh, baby
When we're together, whether or never
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a dream
To follow what it means
And I wish on all the rainbows that I see
I wish on all the people we've ever been
And I'm hopin' on all the days to come and days to go
And I'm hopin' on days of lovin' you soI'm wishing on a star
To follow where you areI'm wishing on a star
Oh;oh;oh;
And I wish on all the rainbows that I see
I'm wishing on a star
To follow where you are
I'm wishing on a star
And I wish on all the rainbows that I see
I'm wishing on a starTo follow where you are
I'm wishing on a star
oh, oh, ah, ah
I'm wishing on a star, oh,oh
To follow where you are
I'm wishing on a star, baby
To follow wherever you might be
Wishing in a star, oh, oh
To follow where you are,
oh, oh, ah, ah
Dream on # 12
francis ford coppola, ailesi ama aslında suratsız çirkin sofia ve hımbıl oğlu roman dışında varolan iki çocuğu, evleri, yemek, "how green was my valley" tadında şarap bağları ve tüm bu hikayenin ortasında ben çünkü hepsi benim homie'm. nasıl da fantastik rüyalar gören bir insanım....
Monday, November 2, 2009
Dönüş
Ne yazık ki her gidişin bir dönüşü var. Dilini bilmediğim, kimseyi tanımadığım (yes, ne yazık ki les jumelles n'ont pas pu y venir car elles sont tombées enceintes. en meme temps et sans savoir que l'autre est tombée enceinte aussi. je crois que c'est ça etre jumelle-jumeau-. en je pense que j'irai les voir vers la fin de janvier apres la naissance des bébés. yani katerina'nın fransa döneminden sadece ben vardım) bir şehirde bu kadar mı eğlenebilirim, bu kadar mı rahat hissederim, bu kadar mı sokaklarında rahatça dolaşır o çok zor dil yunancıyı ezberleyerek konuşabilirim. Atina, tamamdır, yunanlılar zaten tamamdır hele hele yunan erkekleri ... ağır tamamdır (ama kızlar çirkin)
atina, kolonaki, missoni kafe, zonar's -forever-, fanis, afroditis, george, elli, viki, katerina, konstantinos, dimitris, kostis (heart him ), mikhalis, theodoros, kıbrıslı türkçe konuşan kıbrıslı rumlar, zeybeki-zeybek dansı, hotel king george, efharisto, to millo hellenica, chanel new york red, b.'nin pullu elbisesi, forever gold and gold and again, metro, akropolis, adonis
Giderim ben yine. Sadece gelini tanıyıp başka kimseyi tanımadan, dilini konuşmadan bu kadar rahat edip, bu kadar da iyi dostlar edindiysem önümüzdeki zamanlarda yakındır gitmem-ve de gelmeleri-. Hele 1 ay filan kalsam -belki yazamam- ama kafadan konuşurum.
P.S. bu arada türkler mümkünse seyahat etmesin. evet her seyahat sonrası aynı şeyi söylüyorum ama bu varoluş biçimine ne yapabilirim ki? gidip de daha açılmamış kontuara durmaksızın soru sormak mesela? herkes mi elinde pasaportla gidip mutlaka uçağın kaçta kalkacağını sorar? veya anons edilince kapıya doğru koşar? zaten oturacak yerin belli her şey tamam daha nereye ve neden koşuyorsun? veya uçakta önünde oturan arkadaşına "kankaaa noldu maç?" diye bağırmalar. ve tabii uçak durmadan kemeri çözüp ayağa kalmayı ve dolaplardaki eşyaları indirmeyi geçiyorum. işte bu yüzden mümkünse türk insanı seyahat etmesin.
P.S. (2) demet şener'in beyazlığı ve solaryumlu olmayışı benim beğeni kriterime uygun ama o dudaklar nedir? gerçek mi? hep böyle miydi yoksa yapıldı mı? çünkü gerçekten de donald duck gibi bir ağzı olmuş kendisinin. evet aynı uçaktaydık evet kalın sesini ve ibrahim'den izinli ve onaylı eskiye nazaran daha edeplice atılan kahkahalarını duyduk .
Subscribe to:
Posts (Atom)