Monday, December 31, 2007

"Mış gib"i değişikliği

Yeni yılın kararlarından biri olsun: "mış gibi davranmamak".... deyip gülümseyerek giderim yarın sabaha kadar.

P.S. Şu sayfalara o kadar çok şampanya resmi koydum ki bugün için koymayayım dedim, eskilerden kullanalım. Ama aksın şampanya, yeni yılın şerefine, her şeyin şerefine ...

Sunday, December 30, 2007

Gece VIII

Gece başlıklarını sabah girmek çok doğru olmasa da bazı sebeplerden ötürü sabaha ya da bu saatlere kalabiliyor.

Yılbaşı öncesi E.'nin evindeki mini Anadolu tatları temalı kutlama, günlerdir süregelen ve yutkunmamı zorlaştıran ve aldığım tüm ilaçlara rağmen geçmeyen boğaz ağrısının sebebini öğrenmem ve bu bilginin bir anda bende placebo etkisi yaratması, devam edilen mekanlar...

Yan, Yan, Yan, Yan...

P.S. Boğazımın bir türlü geçmeyen ağrısı 2.çakramla alakalıymış. Ciddiyim. Söylemek istediğim ancak bir türlü söyleyemediğim bir şey bende böyle bir etki yaratıyormuş ve kendini böyle ortaya çıkartıyormuş. Çok anladığım şeyler değil böyle felsefeler ama duyunca hoşuma gidiyor. Sonra unutabiliyorum ama duyduğumda, düşündüğümde mantıklı gelebiliyor. Bu seferki mantıklı çünkü bir türlü yapamadım ki efsanevi konuşmamı. Kaç zaman oldu, başlıklıları neredeyse unutacağım. İşte yeni yılın ilk yapılacaklarından.

P.S. (2) Never on sunday diye uzun uzun yazacağım diye düşünürken kahvaltıya gidiyormuşum. Ben, alors, au retour diyelim.

Saturday, December 29, 2007

Bazen

Bazen bazı şeyleri yanlış yapıyorum. Ortada vehamet yok ama gereksiz durumlarla uğraşma var. Çok sıkıcı. Errare humanum est

Friday, December 28, 2007

İltifat

Söylendiğinde bazen rahatsız olsam da aslında herkes gibi hoşuma giden şeydir.

Dün bir, bugün iki bu haftanın iltifat kotasını doldurdum sanki. Dün kadim dostum Sekvotka beni Rita Hayworth'a benzetti, mest etti. Az önce kelli felli adamlardan biri "hayatımda ilk defa viski hakkında bu kadar bilen bir kadın ile karşılaşıyorum etkilendim" dedi, yüzümde tebessümü daimi kıldı.

Evet hoşa giden bir şey ama bazen nedense kabul etmesi zor olan bir şey. Ama yine de güzel.

Birazdan gidiliyor parti, açılış, sergi, yan...the night is young

Cuma akşamı ofis

Her bölümde parti, her bölümde eğlence sonuç bütün kampüs sarhoş. Ki daha sergi açılmadı, sanıyorum 2 saat sonra muhtemelen bütün kampüsle beraber bütün davetliler de pek bir vcd sergide yerlerde sürünecek.

Bombalar düşer bilare bu sayfaya

Cuma eğlencesi 6

Günlerdir boğazımda sanki dikenli tellerle çevrili hissini geçirebilmek için yaptığım türlü gargara, ilaç, pastil ve de en önemlisi "gece çıkmama" çalışmalarından sonra bir nebze daha iyi bir halde yine cuma eğlencesi deyip, güzel insanla başlıyorum.

Adını hâlâ ezberleyemiyorum ama maşallah people/vogue tipini ezberletti. Gayet güzel, nadir beğendiğim sarışın bir insan kendisi de giydiği elbiseleri pek bir beğensem de şu ayakkabılara olan takıntıyı çözebilmiş değilim. Gerçekten. 1 değil, 2 değil, 3 değil her hafta şuraya koyuyoruz bir resim, kız güzel, kıyafet güzel ama altta Kızılay tarafından verilmiş gibi duran şu çirkin siyah ayakkabılar. Yok mu, alamıyor mu diye merak ediyor insan? Alamıyorsa hediye de mi gelmiyor markalardan? Genişliği yarım dünya çapında, zengin bir sevgilisi yok mu elmaslarla bezenmiş bir şekilde hediye etsin bir çift Manolo, Sergio Rossi, Jimmy Choo. Hayır o da yoksa buradaki hayranlarına söyleyeceğim, adresine bir çift siyah klasik stiletto gönder, kap kızın gönlünü diyeceğim. Olmaz ki ama bu kadar zevksizlik!

Tam da beğendiğimiz güzel kızlardan diye yazdık kız uyuşturucu ile yakalanmış hapse atılmış sonra da kefaletle çıkmış geçen gün. Valla ne olacak bu gençliğin hali?Alkol, uyuşturucu, décadent süren bir hayat. Geçen gün Sekvotka ile konuşuyorduk, "alkol her türlü kötülüğün anası" diye yanılmamışızzzzz....

Ve işte sevdiğimiz insan. Az önce engin bilgi kaynağı People dergisinden okudum ki karısı ile beraber boşanma talebinde bulunmuşlar ki, o da gayet güzel bir insan, hiç bok atmayayım şimdi. Gerçekten şuraya her bir şeye yaptığım 5'lik, 10'luk listelerden bir tanesini de çirkin ama karizmatik erkek listesi yapsam benim için ilk sıradadır. Bu kadar mı beğenebilirim bir insanı? Haysiyetli, tavırlı, piç ruhlu, takım elbisenin yakıştığı, iyi kavga eden gibi duran, ağır bir insan. Valla şu saate kadar buralardan öyle "seviyorum meviyorum" gibi laflar etmişliğim yoktur, ilanı aşklar zordur benim için ama söylüyorum ki seviyorum kendisini...Derdim kendisinden küçük sean'lar yapmak istiyorum diye ama irlanda kökenli biri olarak maşallah yapmış iki tane erkek çocuğu. Ama bugün, şu an istesin, hemen yaparım bir tane küçük kız çocuğu.

Cuma bugün, parti var, açılış var, gecelerdir kaçırdığım partilerin yakalanışı var var da var. Bugün blog fani olsun, komik olsun, çok mu?

Thursday, December 27, 2007

İnat

Geçen günkü barışma yemeğinde inattan, inatçı olmaktan konuşuyorduk. İnatçıyımdır biliyorum ama işin doğrusu benden daha inatçı olanlarını tanıdım. Öyle bir inat, bir ısrar ki insan sonunda pes ediyor; "tamam sen bilirsin, sen haklısın" demekten başka bir şey kalmıyor. Ben azından inat ederken mantığımı araya sokup olayları rasyonalize edebiliyorum, bu tiplerde o da mümkün değil. İnat da inat. Oysa bırak inadı, darlin' , her şey smooth bir şekil alsın, aksın git güzellik içinde. Ne inadı bu ölümlü dünyada..?

Tam giderken



Gilda- would it interest you to know how much I hate you, johnny?
I hate you so much that I'd destroy myself to take you down with me.


Tam çıkıp gidecekken kadim dostum Sekvotka'dan beni benzettiği muhteşem kadına dair bir mail ve yazma zorunluluğu. Uzun zamandır aldığım en güzel iltifattı. Cheers!

Evet, evet patlatacağım şampanyayı. Hem gelen yeni yıla, giden yıla, yaşananlara, yıldönümüne...

Fantastik diyaloglar III

Bazen ne kadar toparlayıcı bir insan olabildiğime ben dahi şaşıyorum.

çalan cep telefonundaki diyalog

le boss- ben şimdi eczanedeyim benim gözümün kızarıklığın ne alıyorduk biz?
anotherstar- vizine
le boss- emin misin? sanki başka bir isimli bir şeydi.
anotherstar- hayır değiiil.
le boss- peki, peki, aldım zaten, geliyorum ofise

çalan cep telefonundaki diyalog 2

le boss - ben gelmeyeceğim öğleden sonra, sorun yok değil mi? gelmeyeyim değil mi?
anotherstar - yok gelme artık, pazartesi tatil olduk bir de bilgine, maillerine bak, kontrol et.
le boss - öyle mi? güzelmiş
anotherstar- son bir şey: anahtarın yanında mı kontrol et!
le boss- hiiiiiiiii. galiba unutmuşum odada çantada bulamadım.
anotherstar- sen dolan biraz mahallede, yollarım birazdan biriyle.

P.S. Evet, bizde pazartesi günü-yılbaşı günü iş yok!!!

P.S. (2) Haliyle le boss ile böyle hierarşik olmayan bir ilişki çeşidi olunca her şey bir rahat oluyor, sanki patron benim gibi gelip gitmeler, vs. Gayet rahatım burada, hele bir önceki kabustan sonra...

Beğenide yalnız olmamak


Kimi beğenilerde çok yalnızımdır, kimse benim benim beğendiğimi beğenmez sap gibi kalırım öylecene. Kılık kıyafet olsun, şarkı olsun, adam olsun, ne olursa artık ilginç olabilir kimi zaman beğenilerim.


whatever...


Roll'da okumuştum, internette de buldum ve şuraya gururla yazıyorum ki The Sopranos seven, seyreden tek kız ben değilmişim. Kool insan, güzel irlandalı Roisin Murphy de pek bir seviyormuş, seyrediyormuş. Ayrıca Tony Soprano'yu da beğenmiyorsa en adiyim. Kendisinin dağ kaçkını tipli eski sevgilisini gördükten sonra Roisin'nin de çirkin erkek beğenen bir insan olduğunu anladık . Kendisi ayrıca If We're In Love, we should make love diye şarkı söyleyen bir insandır.

Kin, nefret duygulari ile bir erkek

Kadın ve erkeğin birbirlerini anlamamalarını çok doğal buluyorum. Neticede bambaşka düşünüyor, bambaşka yaşıyoruz. Bu anlayamama durumu keyifli bir oyuna dönüşünce sorun yok, her şey şahane de bazen oyun saçma bir hal alıyor, işte o zaman her şey bir kabusa dönüşüyor.

Kendisini pek tanımasam da, sadece davetlerde karşılaşıp sohbet etsem de sever, benim çok sevdiğim pek bir franko ifadeli sizli bizli bir çerçevede oldukça samimi sohbetlet ederdim. Kendileri aynı zamanda önemli bir pozisyondaki fransız bir şahsiyet olduğu için de pek bir kibar, nazik bir insandı hatta oldu olacak jenti diyeyim de tam olsun.

Yine bir gün bir davette bir sohbet esnasında ben şampanya sevgimi dile getirirken "bende nasıl olsa çok var bir gün bir davet vereyim evde hep beraber içelim" diye önerince ben de "oh mon dieu, c'est magnifique" deyiverdim. Haliyle de beklediğim evde ufak bir gruba bir davet yemek neyse ne artık. Sonra ortaya çıktı ki davet denilen şey sadece bana, ben ve o şeklinde, başka kimse olmadan, evde, vs vs vs. Feci tabii. Ben müthiş bir manevra ile çok güzel bir şekilde idare edip "benim sevgilim biraz gariptir adam madam döver ben gelmeyeyim sizin de başınıza dert olmasın" diyerek çıktım işin işinden.

Asıl işin ilginci bu hiçbir şekilde açık olmayan ama transparan olan tekliften sonra benim davranış biçimimin değişmemiş onun işe değişmiş olması. Adam yüzüme bakmıyor. Yarım ağızla sohbetler filan. Ne kadar gereksiz davranış biçimleri bunlar ya? Kaç yaşında herifsin, adam gibi adam ol işte, sen beğeniyorsun diye karşındaki de seni beğenmek durumunda mı? Dünya siz erkeklerin beğeni döngüsünde dönmüyor neticede, hani gerçekten sizin beğendiğiniz, aşık olduğunuz artık ne boksa aynı şekilde hissetmeyebilir, öyle görmüyor olabilir. Hayat böyle bir şey, yani reddedilme, istenilmeme, "sadece arkadaş kalalım" gibi hissiyatlar doğal karşılanmalı şu yaşam denilen şeyde. Biz normal karşılıyoruz mesela. Yalnız erkeğin kadınla olan ilişkisindeki şuursuz bir şekilde yükselen müthiş erkek egosu nasıl inecek ben onu öğrenmek istiyorum.

Az önce bahsi geçen fransıza bizim koridorda rastladım, S.A. ile görüşmeye gelmiş de, beni görünce yarım ağız bir bonjour dedi de, yazayım dedim. Quel idiot!

Wednesday, December 26, 2007

Mob motto

tony soprano- "yeah, dignity. where's dignity?"
the sopranos, 6th season, "members only"

Garip bir renk

Garip bir renktir gri. Çok sevip, çok giysem de bir o kadar da sevmem, tahammül sınırlarını zorlar. Arabanın açık gri renkli olmasına, gri pantalon ceket takıma tahammül edemezken, gri kapüşonlu sweatshirt'e, dökülen bir bluze, parlak gri mutfak eşyalarına tavımdır.

Bir renk bu kadar mı değişken olabilir?

Nicole Kidman'nın giydiği Balenciaga bir takım olup geçenlerde bir gece giydiği imiş. Yandaki de Balenciaga defilesinden. Takım tam olmuş da bence facia olmuş. Neden bir insan böyle bir şey giymek ister? Zaten ucuz gri, sönük ve kişiliksiz takımlarını giyip, şirketin verdiği gri sedan arabaları ile trafikte saçmalayan kadınları ezmek istiyorum (dün sabah gördüm yaşadım yani ne dediğimi biliyorum), bu resimle gri takım hadisesine iyice sinir oldum.

Giyen giysin de bana gelip kimse "güzel oldu mu" diye sormasın. Baştan söylüyorum çirkin.

Bu da gün ortası boğazlarımda batan dikenli tel varmış hissi yaşarken can sıkıntısından girilmiş post'tur.

Tuesday, December 25, 2007

Haysiyet

Daha gençtik, güzeldik, korkusuzduk, sahnedeki gruba "haysiyet" diye bağırır, solistin bize gülümsemesine sebep olurduk. Bir 15 yıl öncesinin anıları bunlar. Yanımda kadim dostum Sekvotka ve onun gayet seviyesiz deutsche schule arkadaşları, seviyesizce hareket ediyoruz.

O zamanlardan beri önemli bir kavram oldu benim için haysiyet. Kimi zaman öylesine, yerli yersiz kullandım, kimi zaman ise ağırlığıyla, hakkını vere vere. Kimi zaman F.A.'nın yakın arkadaşı M.B.'nin kullamına özenip rakı, viski gibi içkileri tanımlarken, kimi zaman ise daha acı bir şekilde bir insanı tanımlarken.

Önemlidir benim için bir insanın haysiyetli olup olmadığını bilmek. Aslında haysiyetli olmak çok zor değildir (kim bilir kaypak olunca belki de zordur da). Düşündüğünün, ağzından çıkan kelimelerin arkasında durmak, bir duruşa, inanca sahip olmak, inanmadığına inanıyormuş gibi yapmamak zaten olması gereken geldiği için olağanmış gibi gelir.

Gün gelir insan zorlanır haysiyetli olmakta. Hayat hiç farkettirmeden oyunlarını oynar, insanı ikilime sokar, ucuz düşüncelere iter, iradesini, inancını, kıymetdârını sınava tabi tutar. Sonuç dünyanın sonu değildir elbette, herkese göre değişen bir durumdur. Kiminin umrunda olmaz haysiyetsiz olmak, kiminin ise koltuklarını kabartır haysiyetli olmak. Zaten ya o'sundur ya da değil.

P.S. Aman derim hemen, nefret oklarımı yönelttiğim düşünülmesin. Az önce bir arkadaşımla konuşurken yine haysiyet kelimesini telaffuz ettim, onun üzerine aklıma geldi yazmak. Yani elma yine sadece elma bu yazıda.

* küçük bir motto yazayım da tam ders vermiş gibi olayım:
"dignity consists not in possessing honors, but in the consciousness that we deserve them"
Aristoteles

Monday, December 24, 2007

Sabah Keyfi VI



Nedense pek sevdiğim bir şarkıdır bu. Melodisi güzel, sözleri güzel, sabah kahvesi ile şöyle denize bakarak dinleceklerdendir.

Chicago grubum değildir, çok da bilmem. Aynen Toto, Blood Sweat & Tears bilmediğim gibi. Bu gruplar genelde müzisyenlerin, gitaristlerin büyük hayranlık duyduğu gruplardır.

Chicago 1978 yılında yapmış Hot Streets albümünü, No Tell Lover şarkısı da öyle duygusal gibi gözükmeyen ama insanı köpek eden şarkılardandır.

Sabah keyfi olsun, kahve içilsin mutlaka, yanında da sigarasını yakan yaksın. Hatta Fransa'dakiler hep yaksın çünkü 1 ocak'tan itibaren yasaklanıyormuş.

No Tell Lover- Chicago

Pretty smile lovely face and a warm breeze now I need you lady
Youre my no tell lover
Every night in a different place Ill meet you tender lady
Youre my no tell lover

Everyone keeps tellin me that this affairs not meant to be
Even though I need you night and day
Walk away if you see me coming, even if its you Im lovin

Every minute is an hour every days a lonely lifetime
Youre my no tell lover
The little time that we spend together just cant last forever
Youre my no tell lover

Everyone keeps tellin me that this affairs not meant to be
Even though I need you night and day
Walk away if you see me coming even though its you Im lovin
I want her
I cant leave her
I wont live without her
Theres nothing left to say
I want her
I cant leave her

Pretty smile, lovely face and a warm breeze now I need you lady
Youre my no tell lover
Every night in a different place Ill need you tender lady
Youre my no tell lover

Everyone keeps tellin me this affairs not meant to be
Even though I need you night and day
Walk away if you see me coming even though its you Im lovin

I want her
I cant leave her
I wont live without her
Shes my no tell lover

Sunday, December 23, 2007

Never on sunday VIII

Başlık never on sunday ama saata bakınca günün neredeyse yarısı geçmiş gitmiş bile. Cumartesi gecesi eğlencesinden eve günün ağardığı, neredeyse bakkalın açıldığı saatte gelince böyle oluyor ( fantastik kıyafet hazırlıklarının, fantastik telefon konuşmaların ardından ancak çıkıldığında normal olarak kabul edilmesi bir dönüş saati).

whatever ...

Günlerdir, çocuk yaşta hamile kalıp bebek sahibi olma hadisesini yazacağım da unutuyorum bir şekilde. Ebeveynlerinin hırsına çocuk yaşta kurban olan Britney Spears'ın 16 yaşındaki kız kardeşi hamileliğini açıklamış muhafazakarlık ve dekadansın yaşandığı ülkede. Ve tabii daha da ilginci çocuğu doğuracak olması. Hadi bizde, 3. dünya kabul edilen bir ülkenin taşrasında başka şartların, eğitimden uzak başka hayat biçimlerinin sürdürüldüğü bölgelerde ne yazık ki olağan bir vak'a olmasını anladık ama televizyon önünde, sahne üzerinde geçen, her daim bahar havası yaşanan melekler şehrinin en pahalı semtlerinde milyon dolarlık evlerde yaşayan insanların böylesine aptalca bir hareketi nasıl yapabildiğini anlamakta zorlanıyoruz. Gerçi Amerika'nın çok muhafazakar bir ülke olduğunu, kürtajın birçok eyalette yasaklandığını, televizyon dizilerinde bu konuya hiç değinilmediğini veya değinilse de sonucun-sebebi her ne olursa olsun ki buna istemeyerak kaza olarak yapmak veya tecavüz de dahil- çocuğu yapma çözümüne gittiğini biliyoruz. Gerçekten de hiçbir açıklama bana hangi konumda olursun, ne kadar paraya sahip olursa olsun, 16 yaşındaki bir kız çocuğunun çocuk sahibi olmasını haklı kılamaz, mantıklı bir hale dönüştüremez. Çocuk olan çocuk sahibi olursa, gün olup da içindeki ses "neden çocukluğunu yaşamadın, neden oyun oynamak yerine bebek bezi değiştirmeyi tercih ettin, neden böylesine sağlıksız seçim yaptın" dediğinde neler olacağından kim sorumlu olacak? Beceriksizlikle, umarsızca, hatta tüm hayatını değiştirme sebebi olduğu için onu suçlayarak, belki de nefret ederek büyütüp ortaya çıkardığında bugün onları koruyup gözetmesi, eğitmesi, doğru yola yönlendirmesi gereken vasileri ne diyecekler? İşte yitip giden bir hayat daha.İşte gereksiz bir aktivite daha. Yakında Beşiktaş'ta açılacak olan yeni alışveriş merkezinde de yer alacak olan ingiliz modacı Paul Smith futbol topu tasarlamış, daha doğrusu giydirmiş, Anna Wintour 'un Vogue da bunu "must have" objeler listesine almış. Nedir bu ya? Ve neden? Bunu kim alır? Alsa bile bu top oynanmak için değil herhalde, büfenin üstüne, dantel üzerindeki çin biblolarının yanına koyarlar diye düşünüyorum. Ya da belki muhteşem insan David Beckham'a kendisinden daha da muhteşem karısı evlerinin bahçesinde oynaması için hediye edebilir, giydiği kıyafetlerle uyumlu olması babında...Offf.

Gerçekten never on sunday...

Saturday, December 22, 2007

Aradaki fark

Tasarımcı olmadığım için işin sadece estetik kısmı ilgimi çekiyor. Mesela büyük tasarımcı olarak görülen, biraz moda, tasarım vs gibi şeylerle ilgilenenlerin mutlaka bir objesine sahip olmak istediği Philippe Starck'ın yaptıklarını beğenmem. Ne Alessi bünyesinde yaptıklarını, ne kendi ismiyle, ne de en son Puma ile yaptıklarını. Anladık pek sportif, pek aktif, pek sportif görünümlü de aynı zamanda pek çirkin ve pek steril duruyor. Kadınsılıktan, çekicilikten uzak. Ya da bana sadece bana hitap etmiyor.

Ancak şaşırtıcı gelse de bu tarzı seven karşı cins de mevcut. Hiç aşağıdaki güzelim La Perla tasarımlarından etkilenmeyen, beğenmeyen, "ne bunlar böyle dantelli mantelli" diyenleri de var. Zevk işte, herkeste ayrı bir hal alıyor. Alana mani olmayayım kendime almayayım derim, o kadar.

Bakınca farkettim bu La Perla reklamındaki manken acaba Revlon Bedroom Eyes reklamındaki ile aynı kişi mi? Belli 3-5 isim dışında isimlerini, tiplerini bilmediğim için merak ettim şimdi. Bilenlerden açıklayıcı bilgiyi bekliyoruz yine.

Komik mutluluklar

Sabah kahvalti için sevdiğim bir soğuk havada, gayet makul bir tenhalıktaki Kanyon'a hiç beklenmedik şekilde aşağıdaki yan kapıdan girip adımımı attığımda Moon River çalmaya başladı. Zaten kimsenin, gürültünün olmadığı mekanda birden o kadar yüksek sesle duyunca sanki benim için çalıyormuş gibi düşündüm. Elbette gerizekalı bir düşünce bu ama ne olacak, hayat bu, ufak ve komik mutluluklar, çocuksu eğlenceler yaratmak lazım. Yoksa öyle kasım kasım kasılan ağır abi tadında bu hayat geçmez, geçse de bir bir yerde bir zamanda atom bombası misali patlar, gösterir insana kasılmayı.

easy come easy go

Friday, December 21, 2007

Motto # 11

"Amantes sunt amentes "(lovers are lunatics).
Publius Terentius

Bu sefer de latince olsun, benden beklenmeyen konulardan biri olsun istedim. Pandora'nın Kutusu'ndan bu çıktı. Cheers! Gerçi daha önce şampanya kadehimizi kaldırmıştık ama pourquoi pas un 2eme tour?

Cuma eğlencesi 5

Annesi bedroom eyes ekolünden gelse de kızı pek temiz, pek derli toplu bir insan olup yakın aile dostları Tom Ford'un Gucci'den ayrılıp kendi adıyla piyasaya sürdüğü Black Orchid parfümünün kapak kızıdır. Ben pek beğenmedim, sıradan geldi ama bilemiyorum tabii. Kimine göre fevkalade güzellikte olabilir kendisi.

Anneler ve kızları ile gidecek olursak bu da Isabella Rossellini'nin Lancome yüzü olmuş kızı. Kendisi bir dönem yaşının geçkinliği sebebiyle işine son verilmiş olsa da sonra geri dönmüş ve kızının onlarla imzalayıp paraları almasıyla bence gölünü atmıştır firmaya. Galiba güzel annelerden her zaman güzel kızlar doğmuyor. Isabella da hoştur, albenilidir de bir annesi Ingrid Bergman'ın güzelliğinde değildir. Anlaşılan o ki, adamlar da yani baba da önemli faktör.

Zevk sahibi olmak zor şey bu dünyada. Yetiştiriliş tarzı, evde ailede çocukken yaşarken görmek zevkin, tat almanın oluşumunda önemli etkenler. Anlıyorum kendisi Rusya'nın fakir köylerinden birinde fakir bir ailenin çocuğu olarak yokluk içinde büyüdü; haliyle ekmeğinin peşinde koşarken kremanın ekşiliğini anlayabilecek olanaklara sahip değildi ne var ki kendisi bugün gayet zengin ve varlıklı bir aileye gelin gitmiş, bir de üç çocuk yapmış insandır (hele bir de sağlam bir prenup yapmışsa o üç çocukla ayrılınca da zengin genç şen dul olur) Ancak şu kıyafeti şöyle giyinmesini engelleyecek birileri olmalı etrafında diye düşünüyorum. Öncelikle içindeki o gereksiz uzun kolluyu çıkartsın ve lamenin üzerine dore çanta takılmayacağını biri söylesin. Kendisi her hafta başka bir facia halinde.

Geçen hafta güzelle başlamışken bu hafta güzelle bitirelim. Açıkcası Monica Bellucci ve Dior arasındaki reklam kampanyasını ben bilmiyordum, takip etmemişim ancak Vogue'un arka sayfasındaki Dior reklamını görünce farketmiş oldum (gerçi o resim daha güzel ama bulamadım; hoş nerede arayacağımı da bilmiyorum ama bakıyorum öylesine sayfalara). Kadın güzel de nedense Dior beğenmediğim, etkilenmediğim bir markadır. Hele çantaları filan... yazmıyorum bile o kadar gereksiz. Ancak tabii Galliano evlere şenlik, neredeyse efsanevi bir tasarımcı. Ayrıca Galliano ve Bellucci çanta ve makyaj ürünleri dışında bir Dior lingerie çekimleri yapmışlar ama ben görmedim, yazılanların yalancısıyım. Dior ile bitirmek gerekirse o halde bizim ülkenin ugly people dedikodusu ile bitireyim nokta olsun. Birinci olmasa da ikinci kaynaktan gelen habere göre pek zengin, pek para saçan biri, bir dönem Lucescu'nun pek sevdiği, sıklıkla gittiği italyan lokantasında yanındaki benim hiç beğenmediğim ama mesela M.'nin beğendiği bir tip olan sevgilisine Dior tuvalet hediye etmiş. Hem de kırmızı, hem de herkesin ortasında, hem de hediyeyi getirip veren adamın şöförü. Evet, şu son hareket epey bir falsolu ve ucuz ama tuvalet kim bilir ne kadar , hediyeyi alan da basmış tabii çığlıkları.

Old recipe'nin bittiği gün.


Sabahki haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla hiç tatlı sevmeyen birine bile çikolatayı tarifsiz kılan bu marka da gitmiş, benjaminlerin yeşil cazibesine bırakmış kendisini. Alan markayı hiç sevmem ama işin doğrusu sevmeme sebebim politik ve dini konulardan öte tamamen taklit olmalarıdır. Yaptıkları her şey, çıkarttıkları her ürün birer kopya ve taklit olması. Taklitten zerre hazzetmem; ne mücevherinden, ne çantasından, ne de insanından.

Thursday, December 20, 2007

La paix

pablo picasso, the face of peace, december 1950


Eskinin tabiriyle "sulh", günümüzün deyimiyle "barış" önemli şey şu hayatta. İnsanın ne kendine, ne de bir başkasına küs olması iyi şey değil. Kim bilir belki de en kötüsü insanın kendisine küs olması, onunla uğraşması, onu didiklemesi, yaralaması.

Barıştık biz. Dün gece. Belki de çok gerekli olmayan ama yüzyüze yapılması gereken bir yemekli konuşma esnasında. "Küs" idik desem yalan olur, abartılı olur ama garipti işte. Bir süredir devam ediyordu, dün sonlandı. İyi oldu. Zaten bizimkisi gibi şeyde çok devam edemezdi ama yine de garipliğin sürmemesi iyi oldu. Hem artık barıştığımıza göre diskoya da götürebilir beni (bir de merak ediyorum kendisinin bu ergenlik dönemi daha ne kadar sürecek?).

P.S. Kelimenin fransızca ifadesi olan La Paix aynı zamanda şehrimizde bir hastanenin ismi. Hatta ve hatta Sekvotka bu hastaneyi ve ikamet edenlerini pek iyi bilir deyip, kendisine sevgilerimi iletirim buradan.

P.S.(2) Yukardaki desen Picasso tarafından 5 aralık 1950'de Fransız Komünist Partisi'nin 30. yıl kongresi için verdiği siparişi üzerine yapılıyor. Bu çalışmada Picasso güvercin ve kadın temalı 29 adet desen çiziyor, Paul Eluard da bu çizimleri şiirleri ile süslüyor.

Wednesday, December 19, 2007

Aralık ayı


Vogue UK aralık sayısını "glamour issue" olarak yapmış... o halde this one goes for me.

*aralık ayı geçen yılın muhakemesinin yapıldığı ay derler. milletinkini bilemem ama ben benimkini kendi çapımda yaptım ve geçtiğimiz yıl yaptığım her şeyin altına hiç kıvırmadan imzamı atarım, yaptıklarımı yine yaparım.

Notaların etkisi

Hiç beklenmedik şekilde, dolapta uzun zamandır unutulmuş, gözden kaçmış çikolatayı bulma etkisi yapan çok sevilen eski bir tanıdıkla karşılaşma, kabuğu zor tutmuş konuların açılmasıyla ısırılan çikolatanın tadının bir anda acı bir hal alması, ardından gelen yürek sıkışması veya acıması ve bunun tek ilacı olan müzik. Mümkünse sadece W.A. Mozart.

Les p'ts plaisirs du quotidien

Tuesday, December 18, 2007

Venüs/ Afrodit



sandro botticelli, 1485, "la nascita di Venere"
Galleria della Uffizi 'den çok etkilenen ama kalbini orada bırakacak kadar çarpılmayan F.A.'dan esinlenip yazılan bir post'tur bu. Bir de tabii Venüs'ün benim gezegenim olması, vs gibi durumlar da etkili oldu demeliyim. Ayrıca güzel bir şey arada sırada insanın Rönesans döneminin allegorik eserlerine bakması, başka bir dinginlik, estetik duygusu veriyor. Ah bir şöyle evlerinin bahçesindeki Rönesans dönemi sanatçıların heykellerine tırmanarak çocukluğunu geçiren Medicis ailesinin devamı olamadık şu hayatta. Veya bir Rothschild veya bir Camondo... Cazzo!

Biraz Toscana, biraz Lombardia

Kendisine Milan değil de Livorno atkısı alan ve tribünlerden sarkan Che posterlerini göremediği için Japonya'daki saçma turnuvaya laf eden, Çizme'de kısa bir yolculuktan dönen, Toscana'dan çok etkilenen, italyanları fazla kurnaz bulan, verdiğim Ugg Boots siparişlerini hiçbir şekilde anlamadığını ve bulamadığını söyleyen F.A. ve ganimet niteliğindeki Lavazza, grana padano, parmigiano, salami, chianti...vs vs vs


Seviyoruz Çizme'yi, Çizme'nin insanlarını, yemeklerini, yaşam tarzını...

Monday, December 17, 2007

Kabus gibi görüntüler

Hiç böyle niyetim yoktu, edebimle oturmuş çalışırken öylesine gezip baktığım sayfalarda rastladığım şu görüntüler ofisimde şaşkınlık nidaları atmama sebep olduğundan, şu kalbim kadar temiz blog sayfasına içimi dökmeden edemedim.

Kıyafetlerde, tahammül edemediğim Victoria'nın başına gelen kadar kötü bir görüntü olamaz. Dapdar, sımsıkı acayip kıyafetlerde göğsün yandan fışkırması. Büyük talihsizlik! Aslında çok dar da giymeye gerek yok, düzgün iç çamaşırı giymeyen kadınların hepsinde görülen vakadır bu fışkırma durumu. Victoria'nın başına neden geldiği düşünülürse kendisi -1 beden, giymeye çalıştığı kıyafetler -2 beden ama boob size +5 beden olduğu için oluyor tüm bu manasız durumlar.

Kötü, çok kötü. İşte modern hayatlarda çirkinliğin tarihi.

Konutta bomba


Sabah sabah fransız gazeteleri çıldırmış şekilde à la une şeklinde eski manken Carla Bruni ve Nicolas Sarkozy birlikteliğinin fotoğraflarını yayınlıyor. Biraz Lady and The Tramp durumu olmuş gibi çünkü kız gayet aristokrat, varlıklı, iyi eğitimli, güzel, bir zamanların top modeli, aynı zamanda müzisyen vs diğer tarafta Sarko denilen tip de Sarko işte. Üç votka ile sarhoş olup tüm dünyaya rezil kepaze olan, müthiş karizmatik (eski) karısının altında ezilen, Paris banliyölerinin piçi olmak arzusu ile yanıp tutuşurken puştu olan, bir de buna Fransa Cumhurbaşkanlığı gibi bir sıfatı ekleyen karikatür insan.

Hani uymayan çiftler vardır ya, onlardan olmuşlar (ben çok sıkıldım bu uymayan insanların beraber olma hadisesinden. davul dengi dengine ya, yok öyle zıt kutupların birbirini çekme hikayesi. oluyor, olmuyor değil de acaba gidiyor mu? gidiyorsa da nasıl gidiyor? )Carla Bruni, crème de la crème bir entourage'dan buraya nasıl geldi acaba? Tamam adam cumhurbaşkanı da, tıfıl, sevimsiz bir şey. Tabii olan olmuş, madem oldu o halde blog şenlensin, sonra da hava civa tadındaki bu post unutulsun gitsin.

Sunday, December 16, 2007

En meşhur takvim

Sahip olmanın bir prestij meselesi olduğu Pirelli takvimi 2008 yılı için olanı da hazırlamış, adreslere postalanmak üzere paketlemiş, gönderim tarihini bekliyor.

Bu yılın teması asya/eastern bir şeylermiş de ben pek beğenmedim diyeyim. Geçen seneki sinema teması ve mankenleri daha güzeldi.

whatever...

Bu takvimler iyi, güzel, hoş da biz kızlar için aynı seviyede, aynı klas estetik anlayışında takvim yok mu mesela ? Neden hep karşı cinsin gözüne hitap ediyor böyle çalışmalar? Muhtemelen ben bihaberimdir de, Aydınlanma Çağı'nın kapılarını açacak varsa mutfağa asmak üzere bekliyoruz.

Saturday, December 15, 2007

Gece VII


Galiba insan gece çıktığında gittiği mekanlarda çok kolay değişiklik yapamıyor. Belki o yüzden de eğleniyor. Yemek için aynı mekan, eğlence için aynı mekan, müdavim olmak, hesapta indirim olması, keyifli olmak, iğrenç bir davranış biçimi olarak dj'den şarkı istemek (evet, bunu dj kültürü üzerine sosyolojik bir tez yapmış anotherstar söylüyor. adamlar gerçekten bundan hoşlanmıyor), çılgın danslar, bazı girişimlere, beğenilere Sekvotka'dan poker üzerinden yorumlar (poker oynayan erkeklerde sürekli olarak gündelik hayatı poker ile karşılaştırma durumu var) vs vs vs...

Yan yan yanmam lazım.

P.S. Reflümden dolayı pek dikkatliyim içki tüketiminde. "dur" diyebiliyorum beyin hücrelerime. İyi bir şey bu.

Friday, December 14, 2007

Güzel, çirkin derken...


O kadar konuşuyorum güzel-çirkin diye çizmenin çeşitli şehirlerinde kırmızı şarap, grana, espresso, pizza, pasta, denemeleri yapan F.A. az önce arayıp Umberto Eco'nun "Çirkinliğin Tarihi" kitabının eylülde ülkesinde piyasaya çıktığını söyledi. Burada daha çevrilmedi ama hakları Doğan Kitap'ta ancak yayınevi kapandığı için yayınlanmama ihtimali var. İtalyanca okuyamadığım için fransızcasına baktım, Histoire de la laideur adıyla çıkmış, gideni bulursam diğer siparişlerle beraber bunu da isteyeceğim.
Bir önceki kitap olan Güzelliğin Tarihi çıkmıştı geçen sene piyasaya hatta burada yine bahsetmişliğim var ama galiba o da piyasada bulunamıyor.

Cuma eğlencesi 4

Ve yine bir cuma derken başlasın eğlencemiz...



Önce güzelle başlayalım. Amerikan Vogue'nun patronu Anna Wintour istemiş Georges Condo diye bir sanatçı Andy Warhol'un 1976 tarihli The Red Queen tablosunun önünde hiç sevmediğim marka Calvin Klein kıyafetler ve çok sevdiğim marka Bottega Veneta halka küpelerle-çok seviyorum hoop earring denilen şeyi yine ismini bilmediğim ama çok bilindik bir mankenle resimler çekmiş, Vogue'un aralık sayısına sayfa sayfa sergilenmiş. Gerçi burada belli olmuyor (ki bu iyi bir şey) ama kızın saçlarının rengi felaket. Kül rengi. Aman yarabbim. Saç rengi demişken de demek ben bu röfle hadisesine acayip tepkiliyim bunu anladım çünkü kaç kişi reflüyü röfle algılayıp "hayıır benim saçlarımda röfle yok" diye satırlarca ısrar eder?



whatever...

İşte bir facia anı. Belki hepsi için değil ama Courtney Love için gayet öyle bir an. Bu kadın yaz aylarında geçirdiği çeşitli estetik ameliyatlarından sonra inanılmaz ince bir vaziyette çıkmıştı karşımıza. İnce olmak güzel şey elbette de bence acayip çirkin olmuştu yani garip bir incelikti o. Bir de yüzünü yaptırmıştı ki... o surata yorum yapmıyorum. Şu resimde de gayet çirkin. Bir şeyler oldu bu kadına. Para içinde yüzmenin getirdiği bir şey belki de (ölen kocası kurt cobain, şu anda bile-yani ölümünden sonra-en çok kazandıran sanatçı). Kıyafeti de çok kötü. Resimde elbette tek güzel var, Kate Moss. Anladık kokainman filan ama güzel işte. Öyle hokka burun, bebek yüzlü güzellerden değil, başka bir albenisi var. Kıyafeti de çok güzel. Hele o ipek bluz tam benlik (pantalonu almayayım, zaten giymiyorum). Stella McCartney ise işte "tel père tel fille". Babası da çirkin bir şey, bu da böyle işte.



İşte cumanın sükut-u hayali. Gerçekten güzel kız. L.C. ile pek beğenirdik. Hatta en son geçenlerde saçlarını koyu renge boyamıştı ki tüm güzelliği ile salınırken bugün şak diye karşıma çıkan şu fecahat ötesi renkle çıktı. Bu kız ve onun yaşıtı yeni hollywood yıldızları grubunun rachel zoe diye anoreksik ve çirkin bir imaj danışmanları var, acaba kadın bunları kıskanıyor da mı böyle çirkin ötesi, kızcağızı en az 10 yaş yaşlı gösteren bir saç rengi yaptırtıp şu üzerindeki zibidi kılığı giydiriyor?


İşte gayet güzel bir kadın. Axl'ın eski sevgilisi. Gayet net hatırlarım muhtemelen bir 15 yıl öncesinin hiçbir şeyin olmadığı Türkiye'sinde zar zor bulduğum Hit Parader dergisinde Axl'ın resimlerini ararken görmüştüm ilk defa. Axl'a çarpılmam ayrı bir konu da kadını da o günden beri beğenirim. Richard Avedon, Versace için fotoğraflarını çekmişti, yine 15 yıl öncesinin bir A'dam seyahatinde Photo dergisine sırf o resimler için deli para bayılmıştım. Sansasyonel bir ayrılığın ardından bu adamla evlendi. Bir şeylerin büyük patronu, oldukça zengin filan da çirkin işte (ve o sevdiğimiz çirkinlerden değil mesela). Yanına yakışmıyor. Ama the color of money derim ben ve p.s.'lerle bitiririm cuma eğlencesini.

P.S. Geçenlerde blogu okuyan karşı cinslerden biri adını bir türlü ezberlemediğim ama tipini pek beğendiğim top model için "sen bir beğenmişsin kızı" dedi. Beğendim valla, güzel kız, yalan değil. Güzel güzeldir çirkin de çirkin ama koynuma almak gibi bir niyetim yok; o yüzden kendisine buradan hediyem olsun.

P.S. (2) Farkettim ki karşı cinsin latekse bir zaafı var. Bizim buralar biraz köy, varoş içinde bauhaus olduğu için kendime siyah lateks çizme aldım (lateks ama havalı, parlak parlak yürüyorum çamurların içinde). Sabahtan beri yürürken tanıdığım selam verdiğim her karşı cins "ooo ne güzel çizmeler, çok yakışmış" deyip duruyor. Anlamıyorum ki adamları. Sanki ayağımda bana yakışacağı düşünülen yeşil manolo blahnik ayakkabılar ile yürüyorum .

Thursday, December 13, 2007

Zayıf nokta


Zaafımdır. Zayıf noktamdır. Nedenini bilmiyorum. Herkesinki de farklıdır herhalde ama benimkisi bu. Az önce yandan boynumu kavramak istedi, duvara zıpladım resmen. Öyle fantastik, romantik bir durum filan hiç değil, yapan da öyle biri değil ama ben resmen yerimden fırladım. Akşam akşam bu kadar mı gülebilirdim halime. Hep beraber güldük de herhalde en doğrusu sarı polis bantlarından sarmalıyım boynumun etrafına.

2007'de gidenlere bir isim daha

İyi bildiğim konulardandır müzik mevzusu. Çok insanla müzik konuşmam, herkesle müzik dinlemem, bir konsere sırf konser diye gitmem eğer adamlardan hazzetmiyorsam vs vs (var böyle komplike hallerim).

whatever...

Hal böyleyken sevmediğim, eleştirdiğim adam boldur müzisyen tayfasında. Misal Ike Turner. Zerre hazzetmem. Müzisyenliğine itirazım yok. Bir deha değildir elbette ama iyi blues, R&B müzisyenidir. Ama asıl başarıyı ikinci karısı Tina Turner ile yakalamıştır. Her ne kadar öyle olsa da, kadına etmediği eziyet, atmadığı dayak kalmamıştır. Ne mutlu ki, Tina Turner Ike'dan güç bela ayrıldıktan sonra gerçekten de müzik tarihindeki sayılı "comeback"lerden birini yapmıştır. Aylarca süründükten sonra yanlış hatırlamıyorsam eski dostu Eric Clapton'nın de araya girmesi ve Capitol Records ile görüşmesinden sonra 1984 yılında Private Dancer albümünü çıkartıyor. İşte o herkesin çok sevdiği parça what's love got to do with it bu albümde yer alıyor ve kesinlikle bir Ike Turner bestesi değildir (iki ingiliz besteciye aittir şarkı). Şarkıyı albümün prodüktörleri sıradan bulsa da Tina şarkıyı başka bir ses tekniği ile okuduğu ve zaten klipte taş gibi bir halde kendini göstermesiyle şarkı patlıyor. Güzel parçadır, orası ayrı. Ve bu albümden sonra Tina tekrar sahnelere dönüyor, dünya turnelerine filan çıkıyor, o kaba saba Ike da yerel olarak çalmaya devam ediyor (ama tabii dünyada telif sistemi iyi işlediği için oradan düzenli parasını alıyor. ayrıca bu telif mevzusunda da tina'nın hakkını yemişliği vardır; gayet puşttur). O yüzden hiç sevmem kendisini.

Motto # 10



"Housework is like bad sex. Every time I do it I swear I will never do it again. Until the next time company comes"

Tuesday, December 11, 2007

myself/yourself and the motto


elisabeth: how did you know? how did you know I'd respond to you the way I have?
john: I saw myself in you.
"nine 1/2 weeks"


P.S. Saçlarım yukardaki gibi olduğundan beri pek bir beğenmeye başladım böyle saçlı modeller, resimler. Empatinin bir tür başka versiyonu herhalde böyle olsa gerek.
whatever... güzel işte.

Bobo şehirde çadır meselesi

Hemen bobo "bohème bourgeois" demek diye açıklayalım.

Bir başka fantastik insan Kaddafi yıllar sonra resmi ziyarete gittiği Fransa'da ultra lüks otellerde kalmak yerine, Paris'in göbeğin diktiği çadırında kalmayı tercih ediyor.

Gidişi zaten olay oldu. Kabindeki bazı bakanlar istemedi, Sarko onları sakinleştirmek için hem otoritesini kullanıp hem de gelecek 10 milyar euroluk bir anlaşmanın müjdesini verse de fransızlar inatçı millettir, kimse zorla bir şey yaptıramaz bu insanlara, dolayısıyla da pek etkili olamadı bakanlar üzerinde.

Ancak ben chapeau diyorum kendisine. Elbette kendisinin politikasini, diktatörlüğünü desteklemem mümkün değil ama bu adam petite/grande burjuvazisinin başkentinin ortasına kendi çöl evini dikiyorsa gücüne saygı duymaktan başka bir şey kalmıyor. Biz daha politik toplantılarda yumruğumuzu masaya vuramıyoruz, çöl insanı, medeniyetsiz diye dalga geçtiğimiz insan gelmiş çadırını Haussmann tarafından 19.yy'da bugünkü haline getirilmiş medeni şehrin ortasına dikmiş. Bitmiştir mevzu.
P.S. Kaddafi'nin oğlu da futbolcuydu sanki. Juventus diyeceğim atmış olacağım ama bir italyan kulübüne ortak olmuştu, bir şeyler. Kızı da ilginç, sürekli bir parti durumu hakim. Vesselam ilginç bir aile bu Kaddafiler.

Yeni yıl dilekleri, hediyeleri, zevzevklikleri

Karşı cins o kadar fantastik ki şuraya yazacak başlık aramaya gerek bile kalmıyor; gazeteleri okurken pıt pıt düşüyor sayfaya.

Şu meşhur dizilerden birisinin oyuncusu popüler kültürün en bilinen figürlerinden olan Noel Baba'dan kendisi için yeni yılda fantastik bir dilekte bulunmuş: Adriana Lima ile bir gece.

Bu zeka geriliğine fazla bir şey yazmayacağım, narin ellerime yazık. Diyeceğim tek şey: "hmm tabii ya, neden olmasın" Adriana da seni bekliyordu Manhattan'daki lüks dairesinin kapısında "şöyle yağız bir türk genci gelse de bana cennettin kapılarını açsa diye".

Sabah sabah gerçekten yine evlere şenlik ugly people manzaraları bunlar.

Monday, December 10, 2007

Özlü sözlerde hayat dersi

"ne istediğini biliyormuş ve sonuna kadar gidecekmiş".

Hayda! Sen ne istediğini bilsen kaç yazar, ben asıl neyin ne olduğunu, ne istediğimi biliyorsam? Kimsin, nesin, kaç günlük, kaç saatliksin, nereden geliyor bu özgüven? Valla vakit kaybı; cevap yazarken sarfettiğim enerjiye yazık.

Bıraktım artık bu beyhude çabaları. Nafile. "balık baştan kokarmış" Sapıtmaya başladığı an, bırak gitsin! İnsan biraz şuurlu olur, bir kendine, hareketlerine bakar, ya da en güzeli aynaya bakar da onun üzerine bu kadar iddalı konuşur.

Şiştim valla.

Şu komik ingiliz erkekleri

İngilizler ilginç millet olabiliyor bazen. Kızları gece çıktıklarında ıslak tişört yarışması yapar, başka ülkeye takımlarını desteklemek için giden taraftarların yüzlerce kutu biradan sonra toplum içinde kıçlarını açıp gösterirler filan.

Bir de bunların celebrity olanları var ki sürekli bir vukuat halindeler. Nedense ingiliz erkeklerinde beraber oldukları güzel, hoş kadınları dadı veya geceleri kaldırımda çalışanlarla aldatmak gibi garip bir davranış biçimi var. Mesela Jude Law, mesela Hugh Grant. Paçoz bir durum değil mi bu? Sienna Miller gibi biri ile berabersin (hiç bayılmam da güzel işte)
mutluluk pozları, yüzükler, her gece eğlenmeler ama sonra gidip çocuklarına bakan, seninle hiçbir şekilde aynı hayatı paylaşmayan, bambaşka bir insan olan dadı ile aldatıyorsun( dadıyı da, diğer kaldırım mesaisi yapanı da gördük. ne gerek var diye düşünemeden edemiyor insan) Mesela ne ilginç geliyor, nesi çekiyor Sienna Miller'dan veya Liz Hurley'dan sonra? Sıradanlığı mı? Basitliği mi? Gölgede oluşu mu?

Bu post'un da sebebi sabahki tabloid haberleri. Hugh Grant yine alemlerde yakalanmış da, yine benzer bir meslek grubu icracıları ile beraber.

Bazen hiç anlamıyorum karşı cinsi.

Sunday, December 9, 2007

Eski açık siyah şişe desene

O kadar şampanya demişken kadehleri kaldırmışken öğrendik ki efsanevi şampanya markası Dom Perignon yeni pazar stratejileri geliştirme ihtiyacı duymuş, bunu da Place Vendome'da gerçekleştirdiği güzel bir tanıtımla dünya aleme duyurmuş ve yukardaki gibi daha siyah, daha gizemli, daha bir klas silüete bürünmüş.

Never on sunday VII

alt başlık: büyük heyecan fırtınası(!)

Ne yazik ki büyük heyecan fırtınası fazla sönüktü. Evet heyecan, coşku, adrenalin ama... "Ama" işte, hiçbir değişiklik yok, sonuç bize yine mutluluk, onu bunu arayıp deli etme anı vs ama öyle yazıldığı, çizildiği kadar istatistiklerde en tepede yer alan bir mücadelenin olması gerektiği gibi kıran kırana değildi (ayrıca bu konuda yazıp çizen herkesin bir süredir varolan istatistikler üzerinden konuşma durumu gitgide daha da sıkıcı bir hal alıyor). Benim bu oyunda hep sevdiğim şey olan sürprizlerden eser yoktu. Mutluyuz da ben şahsen şöyle hiçbir şeyin belli olmadığı, her an elden gidecekmiş gibi yaşanan bir 90 dakikayı dünkü sıradan oyuna tercih ederdim.

alt başlık: kız taraftar durumu

Hani biliyoruz ben çoğu zaman hemcinslerime karşı fazla önyargılı, katı olabiliyorum ama dün gördüğüm manzaraya artık bir şey diyemedim. Barın önünde oturan ve maçın başlamasını bekleyen, altı ay öncesinin yapma sarışını ama bugünün moda rengi olan kızıla boyatılmış fönlü saçlarıyla oturan formalı iki kız ve pantalonun altına giydikleri siyah rugan stiletto'lar halen gözümün önünden gitmiyor. Siyah rugan stiletto. Siyah rugan stiletto. O kadar acayip geldi ki o görüntü gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Yine bir başka bir gözlemim olan beraber oldukları erkeklerle takım değiştiren, takım tutan, ya da herhangi başka bir konuda şekle giren kadınlardan hazzetmiyorum. Şahsiyetsiz buluyorum. Yanlarında yarım dünya adamlarla içeriye girdiklerinde küpesi, sütyeni, tişörtü, sweatshirt'ü, şapkası, ile yürüyen souvenir dükkanı misali geç gelip onu bunu öpmekle geçen dakikalardan sonra oturan ve asla maçı seyretmeyenlere bakakalıyorum ben.

Dediğim gibi, heyecanım, coşkum büyüktü ama sıradanlıkla gitgide azaldı. Umarım bahar aylarındaki bu kadar sıkıcı, bu kadar vasat olmaz.

motto: "Il n'est qu'une chose horrible en ce monde, un seul péché irrémissible : l'ennui" -OSCAR WILDE

Saturday, December 8, 2007

Heyecan fırtınası

Atkımı taktım, gidiyorum, seyredip bağırıp çağırıp geleceğim.

P.S. Bugünkü gibi heyecanlarda kendime çirkef demem; yanlış bir ifade biçimi olur. Ancak gayet iğrenç ve seviyesiz sıfatları uygun olabilir.

P.S.(2) Bazen kendime çok gülüyorum. Kuaförden çıkmış Anna Wintour'unkinden daha güzel kesilmiş bob saçlar, kırmızı ojei tırnaklar ve boyunda o renklerin atkısı...Gerçekten bazen çok gülüyorum hallerime (ama etek yerine pantalon giymeyi akıl ettim, bu da bir şeydir)

Thursday, December 6, 2007

Erken cuma eğlencesi

Mekanda sergi açılışı ve koşuşturması, "liberté, égalité, fraternité" sarayındaki davet sonrasında cuma akşamı sortie'si olacağından muhtemelen cuma eğlencesine vaktim olmayacak. O yüzden erken yollanmış postadır bu.

Kız top modelmiş, geçen sefer öğrendik. Ben yine elbiseyi boynundaki şey hariç beğendim, kızın dizkapaklarını zaten çok kıskanıyorum.Saçı kötü olmuş ama güzel kız (dikkat renkleri güzel demiyorum başka bir şey, bir albeni var).

Geçen gün okuyan biri sordu "renkleri güzel" nedir diye; işte aynen aşağıdaki gibi bir şey. Çirkin mi değil tabii, gayet güzel. Ama o kadar. Ne bir albesinisi, bir alımı, bir farklılığı yok. Güzel gözlü, güzel burunlu, güzel bir kız işte. Hiçbir falsosu yok ama hiçbir fazlası, farklılığı da yok. Renkleri güzel. Genelde iyi aile kızları, masum, efendi görüntülü kızlar bu tanıma giriyor. Ya da biz hep öylesine rastladık. Belirteyim bu tanım benden değil, M.'den çıkmadır. Ben de %100 katılıyorum. Ama tabii karşı cinsin gözünde her şey başka, biz öyle göremiyoruz. Biz kızlara göre bir tanım bu. Neticede şöyle bir süzüyoruz, kendimizce "tutunur" veya "tutunamaz" diyoruz ama koynumuza almak istememiz gibi bir durum olmadığından bu kadar not veriyoruz. O yüzden de karşı cinsin bazı kadın tip beğenilerini zerre anlamıyoruz.

Merak edilen bu tanımlamanın açıklanmasından sonra yine talep üzerine gelen "çirkin ama karizmatik erkekler" tanımlaması üzerine olacaktır ama daha vakti belli olmamakla beraber Anotherstar'ın ruh haline bağlıdır.

P.S. Sanal alemlerlere, ortamlara bu kadar laf edip içinden çıkan sürprizlerle bu kadar mı eğlenir bir insan? Doğru, pek inanmıyorum sanal alem üzerine kurulanlara ama bazen de yanılabiliyorum. Dün yine bu sanal ortamların birinden gelen bir mesaj güldürüp eğlendirdiği kadar merak da uyandırdı. Hiç tanımadığım sadece yaptığı tanımlamalardan, açıklamalardan bildiğim ama bir şekilde arada bir birbirimizden haberdar olduğumuz biri, şu an vitrindeki yeşil manolo blahnik'leri görüp beni anımsamış. Ne denir ki buna, cheers'den başka. Olsa şampanya kadehimi kaldıracağım. Ayrıca yarın gidiyorum Kanyon'a görebilmek için.

Nakit kazanç

Bazı meslekler vardır neredeyse sadece nakit üzerinden çalışır. Mesela eve tamirata gelen ustalar. Aman yarabbim! Bizim cumhuriyette mi bu kadar pahalı yoksa bu tamirat denilen şey çok mu pahalı? Yeni bir balkon kapısı alacağım bir paraya kapının sadece kolunu değiştirttim desem...Bende de bir salaklık olabilir de yağmurlar başladan önce birisini zar zor bulup kapıyı yaptırttıktan sonra ödeme yapmamak gibi bir durum da olmadığından itiraz şansı pek kalmıyor insanın.
Bu hafta Sekvotka'nın yakinen bildiği Los Angeles'in zenci pimpler gibi para saçıyorum galiba. Elimizdekiler onların benjamin'lerinden değil ama kendimizce kıymetli işte. Hele hele geçen gün uçuk bir meblağa aldığım bir panettone var ki...Ben şaşkınım, B. şaşkın, herkes şaşkın...Neyse oldu madem ki, şanım olsun diyorum.

Motto # 9


" don't believe the hype"
p.s. tarih 1988. public enemy "it takes a nation of millions to hold us back" albümünü çıkartıyor ve chuck d. "don't believe the hype" diyor. Doğru da diyor. hype 'ı sevebilirim ama hype'a asla inanmam, inanana hele hiç inanmam.

Tuesday, December 4, 2007

Kaderin cilvesi denilen şey


Garip şey şu hayat. İnsanın karşısına neyin ne zaman çıkacağı hiç belli olmuyor. İyi de kötü de bir anda insanın hayatında her şeyi, tüm düzeni altüst edebiliyor. Yanlış zamanda insanın karşısına çıkan büyük aşk, her şeyin sorunsuz gittiği sanılan bir günde gelen ani ölüm, bir sabah ansızın gelen işten çıkarılma haberi... Liste uzun; gider de gider, hatta her okuyan da şuraya "benim de başıma şu geldi" diye ekler.

Dün gazeteleri okurken, haberleri dinlerken tanık olduğum kaderin cilvesi, Guareschi'nin efsanevi eseri Don Camillo'nun hikayelerinden birini anımsattı.

Kısaca bahsetmek gerekirse 2. Dünya Savaşı sonrasında İtalya'nın Po Ovası'ndaki bir kasabada yaşayan ve aslında birbirlerinin en yakın arkadaşları olup sürekli kavga eden kasabanın rahibi Don Camillo ve azılı komünist belediye başkanı Peppone'nin maceraları bunlar.

Bir gün kasabanın en yaşlı adamlarından ve en ateşli komünistlerden biri ölüyor ve vasiyetinde hiçbir şekilde dini tören istemediğini, tabutunun kilisenin önünden geçerken çanların çalınması için kendiliğinden duran güzergahı çok iyi bilen atlarca çekilen kiliseye ait at arabasında taşınmasını değil; tüm varını yoğunu vererek özel olarak yaptırdığı, kullanan kişinin her şeyi mekanik bir aksamla idare ettiği bir arabada taşınmak istediğini belirtiyor. Cenaze günü geldiğinde dini tören istemeyen yoldaşları için Pepppone ve adamları kızılca bir tören hazırlıyorlar, her tarafı kıpkırmızı yapıyorlar ve heyecanla bütün kasaba ahalisi ile beraber yeni arabanın işleyişini görmek için bekliyorlar. Mekanik cenaze arabası kasabanın içinde hiç sorunsuz ilerlemeye başlıyor, ilerliyor, ilerliyor ve tam mezarlığa doğru kasaba meydanından çıkacakken kilisenin önüne yaklaşıyor herkes nefeslerini tutmuş "artık bir şey olmaz, vasiyet yerine geldi" diye düşünürken araba bir anda bozuluyor ve tam kilisenin önünde öylecene kilitlenip kalıyor. Şöför canla başla her türlü düğmeyi, kolu, vitesi deniyor, Peppone yetişiyor yardıma, hiçbir işe yaramıyor. İşte o sırada cenaze alayını penceresinden seyreden Don Camillo çan kulesine koşuyor ve var gücüyle çanları çalmaya başlıyor, inatçı ama bir o kadar yakın olduğu komünist komşunu uğurluyor. Çan sesleri ile beraber araba bir anda çalışmaya başlıyor ve herkesin şaşkın bakışları altında hızla ilerliyor.

Yukardaki bir hikaye. Eğlenceli, akdeniz kokulu bir hikaye. Gerçeklik payı var mıdır, bilemem ama olabilir çünkü neticede kuzey de olsa bahsedilen yer her an her şeyin olabildiği İtalya.

Benim neden bu hikayeyi anımsama sebebim ise, uçak kazasında ölen fizik profesörünün cenazesinde gerçekleşen resim hadisesi. İmamınki büyük densizlik, saçmalık, kendini bilmezlik ama kaderin cilvesi de böyle bir şey. Ölünce, o tabutun içine girince dünyaca ünlü, kendisini pozitif bilime adamış, çalışmaları ile parmakla gösterilen bir insan olmak bile hurafelerin gücünden kurtarmaya yetmiyor insanı.

Monday, December 3, 2007

Motto # 9

Fool me once, shame on you
Fool me twice, shame on me...

Sabah sabah

Sabah sabah mutluluktur bunun adı.

Şu anda radyoda Love Hangover çalıyor. Hem de uzun versiyonu. Zaten mutlu halim, katlandı da katlandı. Seviyorum Diana Ross'u, 70'lerin sonlarındaki disko halini, Love Hangover'ı.

Sabah da arabada yine birilerine hediye olarak çektiğim compilation cdlerden birini dinlerken Another Star'ı dinledim. Artık kaç dakikada uçtum buraya bilemiyorum ama gayet hızlıydı. Bu arada yine farkettim de ne güzel cdler hazırlıyıp hediye ediyormuşum ben öyle içimden gelince.

Sunday, December 2, 2007

Never on sunday VI

Günlerdir alemlerde gezilmiş olsa da pazar günü kadim dostlarla oturulacak balık sofrası hazırlığı için benim gibi üşengeç birisi bile üşenmez. Hem de balığı benim yaptığım düşünülürse...

Pazar günü yine balık pazarı, yine serin hava derken akşam evde muhteşem 4'lü ve artı 2'nin gelmesiyle keyifli akşam, eğlenceli gece.

B.'nin, maçtan çıkan ve üzerinde o takımın formasıyla bu eve giren K. ile beraber önce gelmesi, fantastik hamsi tava faaliyetinde fritözün erimesi (gerçek anlamda erimesi), diğer tavanın ucunun alev alması, 700 gr patlıcan salatası, şuursuzluk sonucu uçuk bir meblağa alınmış panattone, yeni oyuncağın kendi içindeki oyuncak photo booth ile deliler gibi eğlenme ve R. & M. ile müthiş resimler çekme, Ke. Beşiktaş maçı, ...

very happy never on sunday...Again... with friends...

P.S. Arka arkaya yaşanan fritözün erimesi, tavanın alev alması ve bir anda sifonun bozulması gibi fantastik durumlarım karşısında hemen evim için kurşun döktürmek istiyorum.

P.S.(2) Bugünkü balık borsasında değişiklik yok, hamsi aynı fiyat, lüfer 1 lira daha ucuz.

P.S. (3) Bence balık pişirmek karşı cinsin görevleri arasında olmalı. Çok külfetli, çok yağlı, çok yorucu.

P.S. (4) Bir yemeği daha başarı ile fırın olmadan atlattık. Demek ki pasta börek pişmiyorsa bir evde fırına da gerek yokmuş.


Gece VI


Herkesin gittiği, herkesin olduğu, herkesin görüldüğü parti,parti mekanı olarak şehrin en can damarı olan tren garının seçilmiş oluşu, mekanın sanki boş kiliseyi andırması, dj food, sanat sepet ve sosyete tayfasının birlikteliği (mesela bir kelebek muhabirinin kaçırmaması gereken bir davetti diyelim tam olsun)...

İyidi, hoştu, egoyu iyice yükselticiydi ama bir önceki gece kadar eğlenceli ya da sansasyonel değildi.

P.S. Kendisini tanımam etmem de kafasina daha paketinden çıkartılmamış chopstick takmış bir Zeynep Tunuslu'dan iltifat yemiş olmam iyi midir, kötü müdür çözemedim.

P.S. (2) İşin doğrusu gece ve parti pek glamour değildi mamafih ben iyice geri döndüm glamour ruh halime. Barışsak, birbirimize sırtımızı dönmesek de şu muhteşem glamour halimle Şamdan'a gitsek.

P.S. (3) Ben diskoya götürülmek isterken kendim de diskoya götürecek insan intibası yaratıyorum galiba. Sabahın ilk saatleri, gelen mesaj "anotherstar beni diskoya götür" şeklinde olunca cevap da "ben zaten diskodayım" oluyor.

Saturday, December 1, 2007

Motto # 8

do the right thing, 1989, director spike lee

* sal- what free ? who here? there's no free here, 'cos I'm the boss here, there's no free!

*buggin' out- yo, Sal, we're gonna boycott your fat pasta ass.
sal- you're gonna boycott me? you haven't got the *balls* to boycott me. here, here's your boycott, up your ass, you've got a boycott.

Fantastik Diyaloglar II

Dün gece gelişen, hiç beklenmedik baskın esnasında Hamdi'de. Sahnedekiler Anotherstar, Sekvotka ve Çirkin ama Karizmatik İnsan B. şeklinde.

anotherstar - ... neyse işte hatırlamazsın ama sizin okuldan da küçük tabii sizden.
b. - kim bilmiyorum ama döverim eğer küçükse
anotherstar- aa tabii canım ona ne şüphe
sekvotka- döver döver. öperim seni.
b. - ya evet annenle beraber diyeceğim şimdi
sekvotka- hahahaaha

* önden yürüyen grupla ufak bir çarpışma anı ve 3 kızın yanındaki tek erkeğin zevzek çıkması üzerine benim laf etmem ve:

b. - döveyim istiyorsan
anotherstar- yok paşam değmez başkasını döversin
sekvotka- döver döver

*
bu sabah telefonda:
b.- sence ben başkasının ceketini almış olabilir miyim? mesela bir kadının?
anotherstar- hahaha! tevekkeli ben de o yüzden ceketin kollarını kısa, belini de dar gördüm de söyledim. ama sana laf anlatmak zor paşam
b. hadi ya!




Foto Şipşak

Hiç cüzdanında resim taşıyanlardan olmadım ama nedense taşıyanların bir hayli fazla olduğunu düşünürüm. Keza öyleymiş. Sabahki gazete eklerinin birinde vardı bu konu üzerine sokaktaki insan yorumları. Ben galiba resim konusunda garip bir insanım. Kesinlikle çok seviyorum resimler çekilsin, şöyle havalı pozlar verilsin ama onların sergilenişi, dizilişi biraz ilginç olabiliyor.Şimdi her şey dijital her şey bilgisayarda. Bilgisayarda olmayanlar da buzdolabının üzerinde ve bence muhteşem duruyorlar orada. Çerçeve yok, güzel, şık çerçeveler içerisinde sergilenmiş resimler yok. Sadece buzdolabının üzerinde ve yeni aldığım yatak arkası bilmemnesinde (bilmiyorum ismini) başka eğlenceli objelerle beraber duruyorlar. Cüzdanımda da yok. Bu duygusuzluk ifadesi mi acep? Kimilerine göre öyledir de bence hiç değil.Sadece tarz meselesi; öyle börtü böcek sevmiyoruz diye de cold hearted olacak halimiz yok herhalde.

Gece V


Yine beklenmeyenlerle, sürprizlerle dolu bir geceydi. Aslında böyle olmasını planlamamış olsam da, yaşamımda arada bir sekteye uğrayan glamour gece ruhum geri döndü ve hiç hesapta yokken kendimi giyinmiş, süslenmiş dans ederken buldum. Gayet keyifli, gayet happiness bir durumdu.

Hamdi'ye baskın, Sekvotka, çirkin ama karizmatik insan B., sanki lisedeymişcesine arabanın arkasında bağıra bağıra Pearl Jam söylemeler, Yan'daki B. ve M.'ye sürpriz ...

Çok da güzel, pek de güzel! Seviyesiz mi diye düşünülürse; evet gayet seviyesiz ama gayet eğlenceli.