Şu sıralar etrafımdaki anne ve bebek nüfusunun artışı beni de şaşırtsa da muhtemelen işin doğal akışı aslında böyle bir şey. Yani şaşıracak bir durum yok, olması gereken yaşanıyor. İnsanlar birliktelik yaşıyor sonrasında evleniyor (veya evlenmeden de beraber yaşayıp) ve çoğunlukla da belli bir süre çocuk yapılıyor. Bugün böyle, dün de böyleydi, yarın da muhtemelen böyle olacak. Ortada garipsenecek, yadırganacak veya yargılanacak bir şey zaten yok. Aksine "ne güzel!". Benim için son zamanlarda etrafımda gelişen tüm bu "annelik" ve "aile" hadisesinde ilginç olan tek şey, kişiler arasındaki farklılıkların gözlemi ve hiçbir şeyin dışardan gözüktüğü, dışarıya gösterilmek istendiği gibi olmadığı.
Son zamanlarda Amerikan neredeyse ikinci adresim gibi bir şey oldu. Özellikle de geçtiğimiz haftayı haftaiçi ziyaretlerinden ardından cumartesi günü itibariyle de Amerikan'da kapatınca, evet yalan değil bana biraz fazla geldi bu lohusa şerbeti ve bebek eksenli "bebiş" konuşmaları. Ama yine de gözlem yapmak (belki de bir meslek hastalığı) çok keyifli bir iş olduğundan ziyaretleri birer sosyolojik gözlem haline döndürebiliyor, onları saha çalışması gibi görebiliyorum.
Tüm bu süreçte hamilelik-doğum-çocuğun büyümesi-ergenliği filan- yeni annedeki ak ile kara ortaya çıkıyor veya taraflar kendini gösteriyor bir başka deyişle. İnsanın o güne kadar etrafına gösterdiği veya göstermek istediği her hali bir şekilde değişiyor ve ortaya gerçek karakter çıkıyor. Buraya kadar her şey çok normal, yaşam düzeninin kendisinin kökten değişmemesi düşünülemez bile. Hele hele insanın bir anda kendinden vazgeçip artık başka bir canlıyı hayatında en ön plana almayı kabul etmesi filan çok zorlayıcı süreçler. Ama yine burada da gerçek kişilik kendisini o hepimizin yüzündeki maskeyi taşımaya devam etse de gösteriyor, varlığını hissettiriyor. Kadının bebek (çocuk) ile kurduğu ilişki aslında kendisinin dünya ile kurduğu ilişkinin bir yansımasına dayanıyor. Kadının hayatı nasıl algıladığı, korkuları, tedirginlikleri, coşkusu, rahatlığı, mutluluğu, mutsuzluğu, hırsları, değerleri, inançları, güveni, güvensizliği, kendi yaşadığı güven ve güvensizliklerin temeli zaten bu ilişkiyi şekillendiriyor ve çocuğun hayat ile ilk bağı bunun üzerine kuruluyor. Elbette böyle şeylerin telaffuzu çocuk sahibi olmayan kadınlarca yapıldığında yenilecek damga "sen anlayamazsın çünkü anne değilsin" cümlesi ile beraber "kıskançlık" olduğundan hiçbir anneye hiçbir şeyi söylememek lazım çünkü zaten o en iyisini o bilir ( kendi adıma aldığım en büyük hayat derslerinden biridir).
İşin ilginci bu yazının sebebi aslında etrafımdaki anne ve çocuk nüfusunun artışı filan değil. Aksine çok daha sıradan bir tetikleyicisi var; gazetelerin magazin sayfaları ve oraya düşen haberler. İşte bu yazınınki de ne yazık ki toplumda bir kanaat önderi edasıyla hareket eden Gülben Ergen'nin magazin sayfalarına düşmüş, çocuğuna yazdığı doğumgünü mesajı oldu, yoksa aramıza yeni katılanlar değil.
" Senin geldiğin günü doğduğum gün saydım burnumun direği....Bakışına hayran olduğum,ağabeyi olmayi,ayrılığı,yaşam pastasını paylaşmayı sirtlayanim,adı gibi dünyayı sırtında taşiyanim, Allah'in en kutsal emaneti...18 Ocağim benim"
Bu olduka üzücü hareketi çok irdelemeyeceğim ama keşke kendisi türk ev kadınına öğütler verdiği programında çıkarttığı ünlü psikologlara filan böylesine ağır bir mesaj yazdığında çocuğuna yüklediği misyonları, sorumlulukları, anlamları sorsaydı belki kendisi ve evlatlarının gelişimi için daha hayırlı olurdu. Bayağı üzücü! Mümkünse annemin doğduğu gün benim doğduğum gün olmasın. Aksine! Annem yaşadığı tüm tecrübelerle bana bilgelik versin, yaptığım ve daha da yapacağım hatalarımda kendi deneyimleri ile bana yol göstersin. Onun hayattaki tek anlamı, tek varlık sebebi, tek mutluluk kaynağı da ben olmayayım. Yine aksine! Benden başka mutlulukları, benden başka yaşam alanları olsun ki ben kendi hayatımı kurgulamaya çalışırken yaşadığım zorluklara bir de annemi mutlu etmek, kendi seçmediğim ama üzerime doğduğum andan itibaren yapıştırdığı sorumlulukları yerine getirmek görevi ile uğraşmayayım. Ve her şeyden öte annem kendi kadın kimliğini bende unutmasın ve benim üzerimden kendisine "Allah'ın en kutsal emaneti" gibi "kutsallık" taşıyan bir kimlik yaratma çabasına girmesin. Düşündüren şey şu ki, Gülben Ergen tek değil, olmayacak da. Çoğunluk anneler kendisi gibi. Kabul gören de bu, doğru olarak alkışlanan da bu. Böyle misyon yüklemeli sevgileri insanlar gerçek sevgi ifadeleri zannediyor ama ne yazık ki hayatın kendisinde işler böyle yürümüyor. Ama neydi alınan hayat dersimiz "elbette her şeyin en iyisini sen bilirsin". Yalan değil, bu kadar konuşmamın sebebi olayın kamusal alanda gerçekleşmiş, sanal alemlerde yaşanmış olması. Yoksa artık özel hayatımdaki birisine ağzımı açıp tek laf etmiyorum. Zaten belki de doğrusu bu. Neden başkasından ahkam kesen bir şeyler duysun ki? Hem en güzeli ben söylemeyince karşıdan gelecek bir hayat dersini duymama gerek kalmıyor. Müthiş resmen.
Bir tek etrafımdaki akıllı kadın anneler hariç. "Şimdi yani ilk kucağına alınca kendini bambaşka hissettin mi?" soruma "yok yahu öyle bir şey, bu zamanla kurulan bir ilişki öyle hayatım değişti müthiş bir mutluluk filan yok ilk anda" diyen E.A. gibi, kendisinde bir süredir varolan ve varlığından duyduğu rahatsızlığı ileride Miracığım'a olumsuz etkisi olacağını düşündüğü bir anksiyetisini tedavi etmek, sebebine inmek için profesyonel bir yardım almaya inanan İ.K. gibi, cuma günü doğurmuş olsa da şubat ortasında haftada sadece tek ders vermek için üniversiteye dönecek olan ve bunun çok isabetli olduğuna inan A. gibi akıllı kadınların anne olma haline bayılıyorum. Ve evet, onlarla konuşulabiliyor (muş).
P.S. atlas isminin entelektüel mitolojik tınısının karizması filan bir tarafa da ağır anlamından dolayı ben şahsen çocuğuma vermeyi istemezdim. niye benim çocuğum dünyayı taşısın sırtında? aksine özgür olsun.
Son zamanlarda Amerikan neredeyse ikinci adresim gibi bir şey oldu. Özellikle de geçtiğimiz haftayı haftaiçi ziyaretlerinden ardından cumartesi günü itibariyle de Amerikan'da kapatınca, evet yalan değil bana biraz fazla geldi bu lohusa şerbeti ve bebek eksenli "bebiş" konuşmaları. Ama yine de gözlem yapmak (belki de bir meslek hastalığı) çok keyifli bir iş olduğundan ziyaretleri birer sosyolojik gözlem haline döndürebiliyor, onları saha çalışması gibi görebiliyorum.
Tüm bu süreçte hamilelik-doğum-çocuğun büyümesi-ergenliği filan- yeni annedeki ak ile kara ortaya çıkıyor veya taraflar kendini gösteriyor bir başka deyişle. İnsanın o güne kadar etrafına gösterdiği veya göstermek istediği her hali bir şekilde değişiyor ve ortaya gerçek karakter çıkıyor. Buraya kadar her şey çok normal, yaşam düzeninin kendisinin kökten değişmemesi düşünülemez bile. Hele hele insanın bir anda kendinden vazgeçip artık başka bir canlıyı hayatında en ön plana almayı kabul etmesi filan çok zorlayıcı süreçler. Ama yine burada da gerçek kişilik kendisini o hepimizin yüzündeki maskeyi taşımaya devam etse de gösteriyor, varlığını hissettiriyor. Kadının bebek (çocuk) ile kurduğu ilişki aslında kendisinin dünya ile kurduğu ilişkinin bir yansımasına dayanıyor. Kadının hayatı nasıl algıladığı, korkuları, tedirginlikleri, coşkusu, rahatlığı, mutluluğu, mutsuzluğu, hırsları, değerleri, inançları, güveni, güvensizliği, kendi yaşadığı güven ve güvensizliklerin temeli zaten bu ilişkiyi şekillendiriyor ve çocuğun hayat ile ilk bağı bunun üzerine kuruluyor. Elbette böyle şeylerin telaffuzu çocuk sahibi olmayan kadınlarca yapıldığında yenilecek damga "sen anlayamazsın çünkü anne değilsin" cümlesi ile beraber "kıskançlık" olduğundan hiçbir anneye hiçbir şeyi söylememek lazım çünkü zaten o en iyisini o bilir ( kendi adıma aldığım en büyük hayat derslerinden biridir).
İşin ilginci bu yazının sebebi aslında etrafımdaki anne ve çocuk nüfusunun artışı filan değil. Aksine çok daha sıradan bir tetikleyicisi var; gazetelerin magazin sayfaları ve oraya düşen haberler. İşte bu yazınınki de ne yazık ki toplumda bir kanaat önderi edasıyla hareket eden Gülben Ergen'nin magazin sayfalarına düşmüş, çocuğuna yazdığı doğumgünü mesajı oldu, yoksa aramıza yeni katılanlar değil.
" Senin geldiğin günü doğduğum gün saydım burnumun direği....Bakışına hayran olduğum,ağabeyi olmayi,ayrılığı,yaşam pastasını paylaşmayı sirtlayanim,adı gibi dünyayı sırtında taşiyanim, Allah'in en kutsal emaneti...18 Ocağim benim"
Bu olduka üzücü hareketi çok irdelemeyeceğim ama keşke kendisi türk ev kadınına öğütler verdiği programında çıkarttığı ünlü psikologlara filan böylesine ağır bir mesaj yazdığında çocuğuna yüklediği misyonları, sorumlulukları, anlamları sorsaydı belki kendisi ve evlatlarının gelişimi için daha hayırlı olurdu. Bayağı üzücü! Mümkünse annemin doğduğu gün benim doğduğum gün olmasın. Aksine! Annem yaşadığı tüm tecrübelerle bana bilgelik versin, yaptığım ve daha da yapacağım hatalarımda kendi deneyimleri ile bana yol göstersin. Onun hayattaki tek anlamı, tek varlık sebebi, tek mutluluk kaynağı da ben olmayayım. Yine aksine! Benden başka mutlulukları, benden başka yaşam alanları olsun ki ben kendi hayatımı kurgulamaya çalışırken yaşadığım zorluklara bir de annemi mutlu etmek, kendi seçmediğim ama üzerime doğduğum andan itibaren yapıştırdığı sorumlulukları yerine getirmek görevi ile uğraşmayayım. Ve her şeyden öte annem kendi kadın kimliğini bende unutmasın ve benim üzerimden kendisine "Allah'ın en kutsal emaneti" gibi "kutsallık" taşıyan bir kimlik yaratma çabasına girmesin. Düşündüren şey şu ki, Gülben Ergen tek değil, olmayacak da. Çoğunluk anneler kendisi gibi. Kabul gören de bu, doğru olarak alkışlanan da bu. Böyle misyon yüklemeli sevgileri insanlar gerçek sevgi ifadeleri zannediyor ama ne yazık ki hayatın kendisinde işler böyle yürümüyor. Ama neydi alınan hayat dersimiz "elbette her şeyin en iyisini sen bilirsin". Yalan değil, bu kadar konuşmamın sebebi olayın kamusal alanda gerçekleşmiş, sanal alemlerde yaşanmış olması. Yoksa artık özel hayatımdaki birisine ağzımı açıp tek laf etmiyorum. Zaten belki de doğrusu bu. Neden başkasından ahkam kesen bir şeyler duysun ki? Hem en güzeli ben söylemeyince karşıdan gelecek bir hayat dersini duymama gerek kalmıyor. Müthiş resmen.
Bir tek etrafımdaki akıllı kadın anneler hariç. "Şimdi yani ilk kucağına alınca kendini bambaşka hissettin mi?" soruma "yok yahu öyle bir şey, bu zamanla kurulan bir ilişki öyle hayatım değişti müthiş bir mutluluk filan yok ilk anda" diyen E.A. gibi, kendisinde bir süredir varolan ve varlığından duyduğu rahatsızlığı ileride Miracığım'a olumsuz etkisi olacağını düşündüğü bir anksiyetisini tedavi etmek, sebebine inmek için profesyonel bir yardım almaya inanan İ.K. gibi, cuma günü doğurmuş olsa da şubat ortasında haftada sadece tek ders vermek için üniversiteye dönecek olan ve bunun çok isabetli olduğuna inan A. gibi akıllı kadınların anne olma haline bayılıyorum. Ve evet, onlarla konuşulabiliyor (muş).
P.S. atlas isminin entelektüel mitolojik tınısının karizması filan bir tarafa da ağır anlamından dolayı ben şahsen çocuğuma vermeyi istemezdim. niye benim çocuğum dünyayı taşısın sırtında? aksine özgür olsun.
No comments:
Post a Comment