Tuesday, April 3, 2007

Coffee lover-café du matin

Benim için sabahın erken saatinde görülebilecek en güzel resimlerden...

Ne zaman kahve içmeye başladım hatırlamıyorum ancak Özal dönemi Türkiye'ye yabancı malların, haliyle Nescafé, gelmesinden epey bir sonra diye tahmin ediyorum çünkü Nescafé'yi hiç bir zaman sevmedim.

Muhtemelen ortaokul yılları olsa gerek, F.A. o dönemler sık gittiği A'dam'dan filtre kahve makinesi getirmişti ve A. ailesinin güne kahveyle başlama dönemi de hayata geçmiş oluyordu. O zamanlar filtre kahve bulmak zordu Türkiye'de, oradan buradan sipariş veriliyordu. Hoş bence şimdi de o kadar kolay değil çünkü bütün büyük marketler zincirlerinde o iğrenç alman markası Jacobs var. Ne kadar kötü, ne kadar, tatsız bir kahvedir o. Lavazza filan da geliyor da yok decaf yok bilmem ne. Şöyle getirsinler Lavazza qualita oro, koyalım makinemize, kokusu tüm evi sarsın (espresso kahvesi, filtre kahve makinesinde de yapılıp filtre kahve olarak içilebilir, inanılmaz lezzetli olur. ancak tabii asla gerçek espresso'nun vereceği tadı vermez; onun kokusu bile bambaşkadır. ancak o alman jacobs alınacağına espresso kahvesi alınır ve filtreye o koyulur böylece en azından lezzete ulaşılır).

Yine de kahve, Kurukahveci Mehmet Efendi'nin kahvesidir. Espresso'su, filtre kahvesi, vs hepsi gerçekten inanılmaz lezzetlidir, o yüzden çok fazla qualita oro diye kasmanın alemi yok.

Bir de kahve fincanı mevzusu var ki... anotherstar harikalar diyarında gibi bir durum!

Kahvemi yudumlarken kısaca değinecek olursam, her türlüsü makbuldur. Yeter ki bir ritüeli, bir hikayesi, bir farklılığı olsun. Kocaman kocaman fincanlar da güzel, ince Sèvres imzalı porselen olanları da.

Erkeklerin evlerinde genelde büyük fincanlar görülür. Ya sadedir fincanlar, ya da FB, GS gibi takım logoları taşır ama öyle çok börtü böcek desenli değildir (tasmania canavarı, road runner baskılı olanlara da rastlanır). Çoğunlukla Nescafé, ya da french press ile yapılan kahveden içerler ve şeker kullanırlar. Ancak bazen çok şaşırtıcı şekilde, bir anda kahveyi takımı ile getirene rastlanır ve gerçek bir şaşkınlık yaşanır (bundan iki hafta önce yaşadığım şaşkınlıktır bu, bir anda kendisine taşıdığım önyargı silindi).

Kızların evlerinde de büyük fincanlar görülür ama onlardaki desenler gerçekten börtü böcek kaplıdır. Yok kocaman kırmızı kalpli, yok minnie mouse'lu, yok I love you gibi laflar baskılı. Ancak bazılarında eski Sèvres, Limoge, Bavyera antika porselen fincanlarına rastlanır. Genelde, daimi rejim durumundan dolayı şeker kullanmazlar ama süt eklerler.

Bunlar eğlenceli mikro-sosyolojik gözlemlerdir, istisnalar, yanlışlar çıkar, hemen üşüşmeyin "anti-tez" comment gireceğim diye, çıkartırım valla anonim olayını blog'dan ...

Hadi bir de sabah kahvesine müzik ekleyeyim de tam olsun. Gerçekten şu günlerde nedense sadece caz dinliyorum sabahları. Ama J.S. Bach da olur ki F.A. 'nın tercihidir, arayıp "çocuğum duyuyor musun?" diyerek dinletir. Benim tercihim caz/ oxigen (sabahları Barthez varken güzeldir) ancak herkesin zevki kendisine, yeter ki müzik olsun fonda, tebessüm ettirsin kahveyi yudumlarken, gerisi boş...

P.S. Çaydan anlamam, pek sevmem de, sadece Earl Grey severim. Fırınla beraber evimde çaydanlık da yok, öyle çaydanlıkta çay yapmasını da bilmiyorum. Evde kaldım-en azından türkiye'de-onu biliyoruz zaten...

2 comments:

Anonymous said...

cay yapicam size mademoiselle :) asabiyet yapmayin, anonimler ölmemeli

sekvotka said...

istedigin firin, caydanlik olsun sultanim.