Friday, April 20, 2007

Cumanın dayanılmaz hafifliği


Dünün buz gibi havasından sonra bugünkü güneş, ılık hava nasıl da baharı hissettirdi, neşe, coşku getirdi halet-i ruhiyeme.

O kadar ki, öğle vaktinde gittiğimde banka şubesi dahi keyfimi bozamadı.

Gitmişim banka şubesine çok kısa bir işim var, banka da kalabalık değil sıranın gelmesini bekliyorum. Beklerken br kadın sürekli bağırıyor "ben mi her şeyi yapacağım, kimse neden benim hızıma yetişemiyor, canımmmm ben sana demedim" gibi cümleler kuruyor. Ufak çapta bir şokun ardında anlıyorum ki kadın şube müdürü. Benden biraz daha büyük bir kadın ama daha yaşlı duruyor, kabarık permalı saçlar, siyah pantalon, beyaz bluz üzerinde leopar kısa ötesi ceket. Leopar desen biraz ince iştir, paçoz görünüm ile seksilik arasında epey bir ince bir çizgi vardır, ki genelde kadınlarımız birincisine yönelirler çünkü leopar desenin mutlaka daha spor bir çizgi ile kırılması gerektiğini anlamazlar, illa altına kumaş pantalon, transparan bluz filan giyip sanki sahneye çıkıyormuş görüntüsüne ulaşırlar.

Kadın hemen bende tatsız iş anılarını canlandırdı. Ne yazık ki böyleleri ile tanıştım, çalıştım ben. Genelde İstanbul dışından gelip İstanbul'da yırtma çabasında olurlar. Her şeyi onlar bilir, onlar anlar, bağıra bağıra konuşma ve anında sen diye hitap durumları vardır. Kim olduğu önemli değil, telefonu açarlar başka bir şirkete iki saniye sonra "sen", "canım" laflar geçmeye başlar, benim gibi sizden sene oldukça zor geçen, çoğu zaman geçmeyenler için bu tiplerle ilk karşılaşıldığı an ufak bir şoktur, ne oluyoruz diye. Bir de bunların erkek versiyonları var ki açıkcası hiç tanışmadım ama muhtemelen aynı çizgide olup sadece biraz daha "erkek" halidir diye düşünüyorum.

Sıra bana geldi, kadın hâlâ bağıra bağıra konuşuyor şube içerisinde, artık dayanamayıp gişedeki kıza "sizin şube müdürü mü değişti, eskiden bu kadar çok ses olmazdı burada" dedim.

Velhasıl hiçbir şey keyfimi kaçıramadı. Hele Robinson Crusoe'de kendimi kaybettim. Ama tuttum valla. Vitrinde devasa boyutlarda Gucci by Gucci kitabı vardı ki... Pahalı, ucuz değil ama kitabın boyutu baskı kalitesi düşünüldüğünde öyle uçuk pahalı bir şey değil ama bari mayısı bekleyeyim de kendime doğumgünü hediyesi aldım derim. Ya da bizimkilerden isteyeyeyim. F.A. London'dan Vogue siparişimi doğru alıp geldiği için Roll, Martin Mystere alıp çıktım. Ama bu kadar insan kendisini iyi hisseder bir kitapçıda? Saatlerce bıraksalar kalabileceğim iki yerden biridir, kitapçı ve müzik dükkanı. Nitekim kalmışımdır da. F.A. daha ben 11 yaşındayken ilk kez gittiğimiz Paris'te bırakmıştı beni Fnac'ta 3 saat. O da ilginç aslında, 11 yaşındayım, daha fransızcam çok yeni, zar zor konuşuyorum sen çocuğu bırak Fnac'ta çizgi romanların olduğu bölümde, 3 saat sonra gel. Hoş ben hayatımdan memnundum, ayaklarımı uzatıp elimde çizgi romanları okuduğumu hatırlıyorum ama ya bir şey olsaydı... Modern ebeveynlerin psikolojik yaklaşımı herhalde bunlar.

A. ailesi nihayetinde birbirine kavuştu ( asıl j.a.'yı cidden özlemişim de f.a.'dan bahsetmekten farkına varmamışım). Dün J.A. ile, F.A.'nın Tate, British Museum, how green was my valley, Karl Marx, Arsenal, viski, Hogarth desenlerindeki Londra sokakları konularından uzun uzadıya bahsettiğini duyunca, kalbinin London'da kaldığını gördük. Güzel bir şey, insanın başka bir şehirde kendisini bu kadar mutlu, bu kadar keyifli hissetmesi, o şehrin onda özel bir yeri olması, gittiğinde yabancı gibi değil de oralı gibi yaşaması. Şans bence böyle bir duyguya sahip olabilmek.

No comments: