Sunday, October 20, 2013

Le retour # 4


sabahın erken saatelerindeki uçak, havaalanı otoparkının tamamen ama tamamen dolu olması, yolların park edilmiş arabalarla taşmış olması, uçağa kalan bir saat ile arabayı öylece orada mümkün olduğunca usturuplu bir şekilde bırakıp gitme hali, kuzey, kopenhag, kuzeyin mutluluğu, gitmenin mutluluğu, keyfi, heyecanı, freeshoptan alınan cebe sığmalık küçük yeşil jameson, kahvaltı+uyku= 3 saat uçak ve kuzey, soğuk hava, yağışsız ve soğuk ve güzel hava, 15 dakikada tren ile şehir( hayatıma ilk defa havaalanında taksiye binelim diye tutturmayışım), gerçekten ama gerçekten 15 dakikada şehre varış, garda ilk sosisli ve bira ve yürüyerek 5 dakikada otel, güzel oda, hemen sokak, hemen şehir, hemen dispute, hemen bira, hemen nyhavn, güzel semt, kartpostal gibi semt, bol bol lokantalı semt, yemek, deniz mahsülleri, moules&frites, soğuk ama cidden soğuk ama yine de güzel; yağışlı ikinci gün, müze ve tesadüfen the vikings sergisi, eat like a viking, büfesi neticesinde yemek, her tarafta bağıran koşan ama mutlulukla yapan sesiyle rahatsızlık vermeyen kimseyi de rahatsız etmeyen çocuklar, bir kez daha hippi manasızlığından hoşlanmadığımı hatırlatan semt christiania, off ki off, bitmeyen yağmur, günler öncesinden ayırtılmış michelin'li relae, sakin güzel tam anlamıyla nordik relae, büyük lezzetli yemekler ama öyle böyle değil ciddi lezzetli yemekler, yol boyunca tüten puro, gecenin bir yarısı açık olan plakçı ve şahane george duke plağı; son güne güneş, "ooh her şeyi yaptık şimdi her şey daha da çok keyif için", dergiler, leopar ayakkabılar, sokaklar, sokakta satılan soslu bademler derken yine tren, yine garda son sosisli ve bira, yine eğlenceli havaalanı hareketleri derken yine karşılaşılan "ay yemek yok ki burada; ay buranın insanları da havası gibi soğuk" diye türlü türlü söylenen memnuniyetsiz türk turistler, hele hele yeşilköy'de bavul beklerken sanki bedavaymış gibi free shopta kendini kaybedercesine yine birbirinin üzerine atlayan insanlar derken en şahanesi arabanın yerli yerinde bekliyor oluşu, karıştırılan bavul ile yarı yoldan geri dönüş ve yeniden yol ve ev ve altlı üstlü apartman yaşamında gece saat 01:30. 

p.s. insanları da kendisi de güzel şehir kopenhag. ama her şeyden güzeli insanlardaki edep, saygı, nezaket. yolda yürürken, yemek yerken, dükkanda satış yaparken ilginç bir şekilde sahte olmayan bir nezaketleri var. hele en güzeli kahvaltıda filan büfede kimsenin tabağına abartılı saçmalıkta her şeyi koymaması. edeplice yiyeceği kadarını koyup sonra istiyorsa gidip tekrar alması. ama öyle "donatayım masayı tabağı" gibi bir görgüsüzlük yok. 

p.s. (2) vikingler olur. tamamdır. sakallı, kızıl-sarışın, uzun, dirençli, vik vik değil, kıvıran hiç değil. 

p.s. (3) kuzey de olur. hiç rahatsız etmez beni. düzen, düzenli hayat güzel şeyler.

p.s. (4) hayır, meşhur deniz kızını gidip görmedik (aynen paris'te eyfel'e çıkmadığım gibi bunun da yapılması gerektiğini düşünmüyorum), içimizde de kalmadı açıkcası. ama benim içimde kalan tam otelin karşısındaki gayet 5 yıldızlı kırmızı halı girişli "lady love" striptiz kulübüne gitmememiz oldu. gerçekten de içimde kalan yegane şey lady love'a gidememem desem yalan söylemiş olmayacağım. şayze!  

p.s. (5) en acı olanı da burada iki gram özgürlük verildiğinde kendimizi bir bok zannetmemiz. yok "konuşma özgürlüğü" yok "mini etek özgürlüğü". klişelerle çizilmiş sözde özgürlükten kurtulamadığımız için gerçeğine ulaşamıyoruz. dünya özgürlüğün içerisinde yaşıyor kimse kimseyi boğazlamıyor, dünya batmıyor, düzen sarsılmıyor hayat güzelce akıp gidiyor ama işte doğuya gittikçe özgürlük biter ve yerine küçük beyinli kabul edilen şuursuz bireylere neyi ne kadar yapabileceğinin nereye kadar yapabileceğinin  söylendiği, çocukların ailelerinden sevgi görmek için ağlamaya itildiği, "sadaka bizim kültürümüzde var" saçmalığının desteklendiği, bir işe kalkışırken etraflıca araştırmanın ileriyi düşünmenin gereksiz kabul edildiği, trafik ışıklarında beklemenin veya trafik kurallarına uymanın, müşteriyi kazıklamamanın aptallık sayıldığı bir yerlerdeyiz nasıl olsa. özgürlük olsa ne olur olmasa ne olur ? verdiler işte biraz "alın oynayın bağırıp çağırın rahatlayın o ara biz de işimize bakarken cebimizi doldururken" diye. gerçekten gelir gelmez yine bir mide bulantısı. ama idare ederim biraz daha...

No comments: