Çocukların yalan söylerken kabahati attığı zavallı Miki. Ben ise ilkokulda seyrettiğim Uçurtmayı Vurmasınlar filminde altına işeyen küçük çocuğun ağzından ilk defa duymuştum, neredeyse üzerinden geçen yirmi küsür yıl sonra ikinci kez duymak bugüne kısmetmiş.
Ah şu Marmaray...Sadece Marmaray mı? Fırat'ın tabiriyle diğer tüm "uzaya kadar" giden projelerin bitmeden, sonuçlanmadan, her türlü kontrolü yapılmadan, içeriği tam hazırlanmadan, her türlü ince detayı ve olasılığı düşünülmeden ortaya milletin ağzına bal sürmek için atılan vahim sonuçlarını hesaba katmadan projeler bir sorun olduğunda hep Miki'nin hatası vaziyette yaşanıyor. Blame it on Miki!
TCDD müdürü veya müdürlerinden biri canlı yayında konuşuyor; "ben orada değildim ama bir elektrik kesintisi olmuş diyorlar ama olmamış da olabilir" , "ben yoktum görmedim ama bazı gazeteciler kötü niyetli yayın yapmış oldukları için alınmamışlar diyorsanız olabilir, inceleriz ama ben görmedim", "benim de içinde olduğum bir trende bir vatandaş acil butonuna bastı durduk ama kim olduğunu görmedim ama oldu ama ben görmedim kim olduğunu".
" Paroles, paroles, paroles" derken Dalida, bizde de Ajda Pekkan "Palavra Palavra Palavra" diyor. Hadi çocuk olalım ve diyelim ki "ben değil Miki yaptı". Aynen "çıkartıcam o kamera kayıtlarını herkes görecek bacımın üzerine işendiğini" gibi...
İnsan büyüdükçe bazı şeyleri artık yapmayacağını, korkularının gitgide azalacağını hele hele korkup da bir şekilde korkup söylediğimiz yalanların "büyük" hayatında olmayacağını düşünüyor. Ama işin doğrusu öyle olmuyor galiba. Küçüklükte, çocuklukta halledilemeyen meseleler, korkular büyüdükçe daha da derinleşiyor, kişiliğin gelişmesinde ciddi engel oluşturuyor ve gitgide kişi sıkıcı ve korkuları tarafından yönetilen biri haline dönüşüyor. E yalan da böyle bir şey. Her çocuğun bir şekilde denediği öğrendiği bir şey yalan söylemek de onun devam etmemesi gerekiyor. Ne var ki çoğunlukla ettiği için ortaya yalan söyleyen ve bundan hiç rahatsızlık duymayan bireyler çıkıyor toplumsal hayatta. Elbette "feci yoğunum gelemeyeceğim affet beni başka zaman buluşalım" ya da "başım ağrıyor" filan gibi komik ve unutulacak ifadeleri geçiyorum da büyük insanların hiç duraksamadan söyleyebildikleri büyük yalanlarına şaşırıyorum hala. "Büyük" derken mevkii makamdan ziyade yaş olarak büyük işte, yetişkin yani yaptıklarının sonucuna katlanmak durumunda kalan, işin vehametinden "çocuk" masumiyeti ile sıyrılamayacak "büyük" insanlardan bahsediyorum. Bu büyükler devlet erkanında da olabilir, millet meclisinde de, dost meclisinde de. Bu "yalan" mevzusunda daha da aptalca olan, bir kere söyleyince hep söylendiği ve o insana asla tam olarak güvenemeyeceğin duygusunun kendisini hissettiren varlığı. Nasıl olsa bir kere söylendiğini gördün. Sana olmasa bile senin önünde gerçekleşti, o halde senin de bir gün o kişiden çıkacak bir başka yalanın merkezinde olmamanın engelleyen ne? Hiçbir şey! Ama hep tetikte olmak, güvenenememek de bir o kadar sıkıcı hatta yorucu. Bu kadar yalandan ben yoruldum da büyükler yorulmadı, o halde Miki ile beraber yorulalım.
p.s. blame it on miki yerine elbette blame it on boogie'yi tercih ederim. sunshine, moonlight...
Ah şu Marmaray...Sadece Marmaray mı? Fırat'ın tabiriyle diğer tüm "uzaya kadar" giden projelerin bitmeden, sonuçlanmadan, her türlü kontrolü yapılmadan, içeriği tam hazırlanmadan, her türlü ince detayı ve olasılığı düşünülmeden ortaya milletin ağzına bal sürmek için atılan vahim sonuçlarını hesaba katmadan projeler bir sorun olduğunda hep Miki'nin hatası vaziyette yaşanıyor. Blame it on Miki!
TCDD müdürü veya müdürlerinden biri canlı yayında konuşuyor; "ben orada değildim ama bir elektrik kesintisi olmuş diyorlar ama olmamış da olabilir" , "ben yoktum görmedim ama bazı gazeteciler kötü niyetli yayın yapmış oldukları için alınmamışlar diyorsanız olabilir, inceleriz ama ben görmedim", "benim de içinde olduğum bir trende bir vatandaş acil butonuna bastı durduk ama kim olduğunu görmedim ama oldu ama ben görmedim kim olduğunu".
" Paroles, paroles, paroles" derken Dalida, bizde de Ajda Pekkan "Palavra Palavra Palavra" diyor. Hadi çocuk olalım ve diyelim ki "ben değil Miki yaptı". Aynen "çıkartıcam o kamera kayıtlarını herkes görecek bacımın üzerine işendiğini" gibi...
İnsan büyüdükçe bazı şeyleri artık yapmayacağını, korkularının gitgide azalacağını hele hele korkup da bir şekilde korkup söylediğimiz yalanların "büyük" hayatında olmayacağını düşünüyor. Ama işin doğrusu öyle olmuyor galiba. Küçüklükte, çocuklukta halledilemeyen meseleler, korkular büyüdükçe daha da derinleşiyor, kişiliğin gelişmesinde ciddi engel oluşturuyor ve gitgide kişi sıkıcı ve korkuları tarafından yönetilen biri haline dönüşüyor. E yalan da böyle bir şey. Her çocuğun bir şekilde denediği öğrendiği bir şey yalan söylemek de onun devam etmemesi gerekiyor. Ne var ki çoğunlukla ettiği için ortaya yalan söyleyen ve bundan hiç rahatsızlık duymayan bireyler çıkıyor toplumsal hayatta. Elbette "feci yoğunum gelemeyeceğim affet beni başka zaman buluşalım" ya da "başım ağrıyor" filan gibi komik ve unutulacak ifadeleri geçiyorum da büyük insanların hiç duraksamadan söyleyebildikleri büyük yalanlarına şaşırıyorum hala. "Büyük" derken mevkii makamdan ziyade yaş olarak büyük işte, yetişkin yani yaptıklarının sonucuna katlanmak durumunda kalan, işin vehametinden "çocuk" masumiyeti ile sıyrılamayacak "büyük" insanlardan bahsediyorum. Bu büyükler devlet erkanında da olabilir, millet meclisinde de, dost meclisinde de. Bu "yalan" mevzusunda daha da aptalca olan, bir kere söyleyince hep söylendiği ve o insana asla tam olarak güvenemeyeceğin duygusunun kendisini hissettiren varlığı. Nasıl olsa bir kere söylendiğini gördün. Sana olmasa bile senin önünde gerçekleşti, o halde senin de bir gün o kişiden çıkacak bir başka yalanın merkezinde olmamanın engelleyen ne? Hiçbir şey! Ama hep tetikte olmak, güvenenememek de bir o kadar sıkıcı hatta yorucu. Bu kadar yalandan ben yoruldum da büyükler yorulmadı, o halde Miki ile beraber yorulalım.
p.s. blame it on miki yerine elbette blame it on boogie'yi tercih ederim. sunshine, moonlight...
No comments:
Post a Comment