Araya sıkıştırılan doğum günü heyecanı, kısa Bodrum tatili heyecanı derken neredeyse 3 hafta olacak ki cuma eğlencesini yazmamışım. Ki bu arada Cannes başlayıp bitti, ödüller verildi, dedikodular yapıldı. O halde ortaya karışık bir cuma eğlencesi, yarından itibaren beni buraya kilitleyecek İstanbul Seminerleri başlamadan gayet güzel olur.
Cannes, it-couple, Angelina Jolie, Versace elbise ile ilk resim. Ben ki bayağı beğenirim Angelina Jolie'yi, artık fazla buluyorum kendisini.
Fazla ince, fazla anaç, fazla yardımsever, fazla mükemmel, fazla doğurgan, fazla militan, fazla yorgun, fazla yani. Eskiden bir
kooldu, aykırı halinde duran başka bir samimiyeti, çekiciliği ve hatta farkındalığı vardı. Şimdi ise 6 çocuk ve yakışıklı bir hayat arkadaşı ile beraber sanki başka bir gezende yaşıyor gibi. Hali tavrı da ilginç, koolluğuna hiç yakışmayan kıskançlıklar, sahiplenmeler, ortalama insan hareketleri sergiliyor. Yani yine güzel de, o kadar.
Gayet taş insan
Sharon Stone. 50sini geçti galiba biraz.
Kool değil belki ama taş, güzel ve akıllı. Şöhreti 30larından sonra yakalayanlardan ama tam yakayalanlardan. Ayrıca ciddi güzel bir kadın. Soğuk belki ama güzel.
Hah işte, Bavyeralı köylü kızı kırmızı halıda, üzerine bir de geniş gül motifli kötü bir elbise ile çıkmış ortalığa. Beğenmiyorum beğenmeyeceğim de. Sarışın mavi gözlü olması, Barbie bebek ifadeli olması çoğunluğa göre beğenilmesi anlamına gelse de bence ortalama sarışın işte. Tabii biz sarışına aç olduğumuz için epey beğeniyoruz böyle tipleri ama ne giyinmeyi bilmiyor, ne de bir tarzı var. Ne veriyorsan giyiyor işte.
Kabus. Elbisenin taşınabilmesi için Dior olması, kızıl saçın yakışması için beyaz ten mavi göz olmayı gerektirmediği aşikar. Nasıl ünlü olduğunu, nasıl beğenildiğini anlamadığım kadınlardan.
Eva Green (
dikkat! ingilizce telaffuz ile gıriin diye okunmuyor, gıren diye okunuyor-muş). Ablak ifadeli bir yüzü var ama belki benim göremediğim Royal Albert Hall'da Shakespeare oynayan bir hali durumu olabilir, benim cehaletimdir.
Hah işte!
Fantezi # 1 ve
fantezi # 2;
Peaches & Pixie Geldof. Bob Geldof ve Paula Yates'in üç kızından ikisi. Görüldükleri gibi gayet fantezi, gayet şuursuz bir halleri var. Yarı öğrenci yarı celebriti olarak yaşayıp orada burada partilere gidiyorlar, ünlü modacıların kıyafetleri ile poz veriyorlar, evleniyorlar , bazen tasarım yapıyorlar filan. İkisi de güzellikten pek nasiplerini alamamış olsa celebriti olarak yaşayıp gidiyorlar. Babaları Bob Geldof da yıllarca Live Aid konserleri düzenledi, açlık maçlık diye harekete geçti ama çocuklar böyle oldu, haliyle garip oldu. Yalan değil şimdi. Ama acılı aile çocukları bunlar. Anneleri Paula Yates babalarını Michael Hutchence'a aşık olup terkediyor, sonra bir çocuk daha yapıyor, sonra aşık olduğu adam ile otel odasındayken adam yani Michael Hutchence bir fantezi anında
autoerotic asphyxiation sebebiyle ölüyor, anneleri kendisine gelemiyor ve birkaç yıl sonra aşırı dozdan intihar ediyor. Yani acılı anlar yaşamış çocuklar, belki mazaret budur. Veya değildir.
İki güzel kadın ile bitirip yemeğe gideceğim. Sophie Marceau ve Monica Bellucci. İkisi de kırmızılar içerisinde ikisi de güzel. Herhalde ikisi de yaşlanmayan insanlardan. Acaba bazı şeyleri umursamıyor olmak mı yaşlandırmıyor insanı? Monica Bellucci gayet güzel, gayet rahat, gayet mutlu gibi geliyor. Sophie Marceau da kamyoncu bir baba ve garson annenin kızı olarak hayata oldukça mütevazı (modeste) başlasa da erken yaşta La Boum ile gelen şöhreti akıllıca kullanıyor ve kendisine sinema dünyasında sağlam bir yer ediniyor. Gerçi kendisi Monica Bellucci'ye göre daha gergin daha skandal kraliçesi bir insan. Cannes'ta abuk subuk konuşmalarla yuhalanmışlığı filan vardır ama nedense pek beğenirim ben.
Neticede Cannes epey glamour, şaşalı, ağırlığı olan bir festival. Geç oldu ama Cannes Cannes'dır.
No comments:
Post a Comment