Sunday, May 31, 2009

Pazar hediyesi

Yine tesadüfen kulağıma çalındı, çok beğendim, olmuş derim ben. Albümü geçtiğimiz aylarda Motown'dan çıkmış ama daha bize gelmesine epey var. İndirmediğim için de bekliyorum, belki Amazon'dan alırım. Ama bu arada bloguma koyayım- çok uzun zaman önce Gabriella Cilmi'yi koyduğum gibi- arada bir dinleyeyim. Hatta ve hatta ileri müzik yazarı Mehmet Bey'e hediye edeyim bu şarkıyı.

Unutmadan melodi kimilerine tanıdık gelebilir. Şarkı 1968 tarihli The Zombies'in Time of the season şarkısının üzerine sample'lanarak yapılıyor.

never on sunday beyefendi.

Melanie Fiona - Give It To Me Right

Saturday, May 30, 2009

Ah Mehmet Tez Vah Mehmet Tez

Benim öyle sanılanın aksine kendisini birebir tanımışlığım hatta hatta ilişki yaşamışlığım filan yok. İşte orada burada yazan, son olarak da Rolling Stone dergisinin başında olduğunu bildiğim müzik yazan adam. Öyle müthiş değil bilgisi ama yazıyor bir şeyler, takip ediyor filan. Çok da ilgilenmiyorum açıkcası.

Ancak bugün gerçekten bazı insanların yanlış yerlerde olduğunu gördüm (hatta bir şeyler yapmaya bile karar verdim). Milliyet'te yazmaya başlamış galiba ve havalı da bir poz vermiş köşesine. Eyvallah. Ama daha ilk satırlarında batmış. Gereksiz bir festival yapılıyor bugün ve orada Gabriela Cilmi çıkacak. Biz tabii, ben sen ve bu blogun bizim oğlanı olarak, kendisini biliyoruz, kaç ay önce kaç zaman önce burada klibini dinledik, sevdik vs. Ancak bu genç isimden ne Mehmet Tez'in kendisi ne de etrafındakiler haberdar değilmiş. Okkalı bir "çüş" demek istiyorum kendisine.

Hadi ben haberdar olmasaydım "tamam", neticede elimin altına her gün yeni albümler gelmiyor veya bütün müzik dergilerine ulaşamıyorum filan ama ben kafamda boya, elimde manikür suyu varken kuaförde tesadüfen bir müzik kanalında duyup melodisi kulağımda kalıyor ve hemen akabinde araştırıyorsam kendisinin her türlü şekilde bilmesi gerekiyordu (ki ben televizyon seyretmiyorum hele müzik kanallarını hiç seyretmiyorum). Peki bilmiyor onu da geçtim. İnsan öyle yazar mı köşesinden, "Ben bilmiyorum etrafımdakiler de bilmiyor "diye? Ne diyeyim ki o zaman ; 1 cahil + 1 cahil eder 2 cahil. Ayıptır ya, bileni var seveni, dinleyeni var. Demek ki insanın cehaleti sebebiyle ridikülize oluşu böyle oluyor.

Gerçekten ah Mehmet Tez vah Mehmet Tez. Tamam, karar verdim, değiştiriyorum bazı şeyleri. Ciddiyim. Alacağım o köşeyi. Bazı konularda belki hiç hırslı değilim ama cehalete tahammülüm yok. Keza cahil insana da. Üzgünüm. Günlerin sayılı Mehmetciğim.

P.S. beni sırf isim benzerliği yüzünden kendisi ile beraber olduğumu sananlara da hem "çüş", hem de "bravo" demek istiyorum. kendisi ile beraber olsam herhalde- anotherstar olarak - biraz eğitir, öğretirdim. bravo yani, müthiş yakıştırma!

Friday, May 29, 2009

Hafif sözler, hafif yorumlar

Doğum günümden beri beni şaşırtacak kadar mutlu eden birkaç yazı/mektup aldım. Belki gözüm kapalı saydığım listemdekilerden değildi bu birkaç yazı/mektup ama bir o kadar güzel yakınlık ve dostluk ifadesiydi.

En son E.K.'dan bir yorumlarla dolu bir mektup geldi ve ben bir lafa epey tav oldum.
" ............ bu sebeple anladığımı düşünüyorum. paslaşmak istiyorsun, paylaşmak istiyorsun ama karşındakiler topa vuramıyor bir türlü."

Tav oldum. Anladığını anladım, mutlu oldum, hafif geldi yaz hafifliğini hissettirdi.

Summer breeze


Artık bugün itibariyle hava iyice sıcaklamaya başladı, yaz hissedilmeye başladı, elektrik kesintileri dün gece itibariyle artmaya başladı, sıcak geceler kapıyı çalmaya başladı, giyilecekler hafiflemeye sabah giyilmiş olanlar eve girer girmez çıkartılmaya başlandı, soğuk ve buzlu içecekler içilmeye hafif yemekler yenilmeye başlandı, camlar kapatılmamaya, sabah esintisi pencereden yatak odasına girmeye başladı...
P.S. gisele zaten güzel de soldaki resim daha bir güzel; çizgili tişört, beyaz fedora. yarın buraya geleceğimden acaba ben de fedora mı taksam "acaba fazla mı çalışmaya değil de sayfiyeye geliyor" hissi veririm?
whatever...summer breeze

Cuma eğlencesi, 10

Araya sıkıştırılan doğum günü heyecanı, kısa Bodrum tatili heyecanı derken neredeyse 3 hafta olacak ki cuma eğlencesini yazmamışım. Ki bu arada Cannes başlayıp bitti, ödüller verildi, dedikodular yapıldı. O halde ortaya karışık bir cuma eğlencesi, yarından itibaren beni buraya kilitleyecek İstanbul Seminerleri başlamadan gayet güzel olur.

Cannes, it-couple, Angelina Jolie, Versace elbise ile ilk resim. Ben ki bayağı beğenirim Angelina Jolie'yi, artık fazla buluyorum kendisini. Fazla ince, fazla anaç, fazla yardımsever, fazla mükemmel, fazla doğurgan, fazla militan, fazla yorgun, fazla yani. Eskiden bir kooldu, aykırı halinde duran başka bir samimiyeti, çekiciliği ve hatta farkındalığı vardı. Şimdi ise 6 çocuk ve yakışıklı bir hayat arkadaşı ile beraber sanki başka bir gezende yaşıyor gibi. Hali tavrı da ilginç, koolluğuna hiç yakışmayan kıskançlıklar, sahiplenmeler, ortalama insan hareketleri sergiliyor. Yani yine güzel de, o kadar.
Gayet taş insan Sharon Stone. 50sini geçti galiba biraz. Kool değil belki ama taş, güzel ve akıllı. Şöhreti 30larından sonra yakalayanlardan ama tam yakayalanlardan. Ayrıca ciddi güzel bir kadın. Soğuk belki ama güzel.
Hah işte, Bavyeralı köylü kızı kırmızı halıda, üzerine bir de geniş gül motifli kötü bir elbise ile çıkmış ortalığa. Beğenmiyorum beğenmeyeceğim de. Sarışın mavi gözlü olması, Barbie bebek ifadeli olması çoğunluğa göre beğenilmesi anlamına gelse de bence ortalama sarışın işte. Tabii biz sarışına aç olduğumuz için epey beğeniyoruz böyle tipleri ama ne giyinmeyi bilmiyor, ne de bir tarzı var. Ne veriyorsan giyiyor işte.
Kabus. Elbisenin taşınabilmesi için Dior olması, kızıl saçın yakışması için beyaz ten mavi göz olmayı gerektirmediği aşikar. Nasıl ünlü olduğunu, nasıl beğenildiğini anlamadığım kadınlardan. Eva Green ( dikkat! ingilizce telaffuz ile gıriin diye okunmuyor, gıren diye okunuyor-muş). Ablak ifadeli bir yüzü var ama belki benim göremediğim Royal Albert Hall'da Shakespeare oynayan bir hali durumu olabilir, benim cehaletimdir.
Hah işte! Fantezi # 1 ve fantezi # 2; Peaches & Pixie Geldof. Bob Geldof ve Paula Yates'in üç kızından ikisi. Görüldükleri gibi gayet fantezi, gayet şuursuz bir halleri var. Yarı öğrenci yarı celebriti olarak yaşayıp orada burada partilere gidiyorlar, ünlü modacıların kıyafetleri ile poz veriyorlar, evleniyorlar , bazen tasarım yapıyorlar filan. İkisi de güzellikten pek nasiplerini alamamış olsa celebriti olarak yaşayıp gidiyorlar. Babaları Bob Geldof da yıllarca Live Aid konserleri düzenledi, açlık maçlık diye harekete geçti ama çocuklar böyle oldu, haliyle garip oldu. Yalan değil şimdi. Ama acılı aile çocukları bunlar. Anneleri Paula Yates babalarını Michael Hutchence'a aşık olup terkediyor, sonra bir çocuk daha yapıyor, sonra aşık olduğu adam ile otel odasındayken adam yani Michael Hutchence bir fantezi anında autoerotic asphyxiation sebebiyle ölüyor, anneleri kendisine gelemiyor ve birkaç yıl sonra aşırı dozdan intihar ediyor. Yani acılı anlar yaşamış çocuklar, belki mazaret budur. Veya değildir.

İki güzel kadın ile bitirip yemeğe gideceğim. Sophie Marceau ve Monica Bellucci. İkisi de kırmızılar içerisinde ikisi de güzel. Herhalde ikisi de yaşlanmayan insanlardan. Acaba bazı şeyleri umursamıyor olmak mı yaşlandırmıyor insanı? Monica Bellucci gayet güzel, gayet rahat, gayet mutlu gibi geliyor. Sophie Marceau da kamyoncu bir baba ve garson annenin kızı olarak hayata oldukça mütevazı (modeste) başlasa da erken yaşta La Boum ile gelen şöhreti akıllıca kullanıyor ve kendisine sinema dünyasında sağlam bir yer ediniyor. Gerçi kendisi Monica Bellucci'ye göre daha gergin daha skandal kraliçesi bir insan. Cannes'ta abuk subuk konuşmalarla yuhalanmışlığı filan vardır ama nedense pek beğenirim ben.

Neticede Cannes epey glamour, şaşalı, ağırlığı olan bir festival. Geç oldu ama Cannes Cannes'dır.

Thursday, May 28, 2009

Happiness- Bonheur


"La vie privée est toujours triste, si chacun attend le bonheur comme quelque chose qui lui est dû" .- Alain
"L' activité est indispensable au bonheur; il faut que l'homme agisse, fasse quelque chose si cela lui est possible ou apprenne au moins quelque chose".
A. Schopenhauer

Sir, hurts so bad, right?




Manchester United'ı sevmem.
Real Madrid'i ayrı sevmem.
Ama BARCELONA ayrıdır kalbimde. Uzayıp da ta Milliyet Çocuk günlerine Şimşek Santrafor'a gider sevgim.
Dün gece çok da güzel pek de güzel yenmişler Manchester United'ı ve kupayı kaldırmışlar. Bu yıl hem Real Madrid'i hem de Manchester United'ı sildiler sahadan. Derinden.
Dün geceki zaferden sonras Barcelona'yı, Barcelona sokaklarını düşünemiyorum bile. Güzel şehrin güzel takımı kazandı yine. Biz mutluyuz. Raul zaten Katalanlar'dan aldığı yenilgi sonrası ağlamıştı, birkaç gün de Ronaldo ve Wayne Rooney ağlar. Hurts so bad!
Unutmadan, Barcelona'nın bu zaferine sevinecek bir başka insan da Noel Gallagher'dır. City'lidir o. Manchester United'a dönüp bakmaz.

Forever Barcelona.

Wednesday, May 27, 2009

A lush night

Muhasebeyi bitirmeye yakın, tekrar ayağa kalkmaya ise çok çok yakın bir halde E.K. ile yemek, aslında hiç sevmediğimiz Yakup, sevimsiz insan Yakup, bir daha çok istisnai bir şekilde asla adımımı atmayacağım Yakup, rakı, meze, gecikmiş doğum günü kutlaması, lush köpük banyosu, o konu, bu konu, bodrum, eski bodrum, eski roxy, 08:45 hadisesi, boğa burcu insanı, boğa burcu kadını, boğa burcu erkeği, inadı, iradesi, "bi saniye, bu yerinden mi oynamış 2 milim" halleri, patlayan televizyon tüpü, E.K.'dan "içkili araba kullanmamak gibi içkili telefon da edilmemeli" gibi bomba bir tespit, Kızıl Erik'e gönderdiğim bomba e-maile destek, günlerdir süregelen "çok büyük yanlışlar yapmışım" söylemime doğru yorum ve "varoş", ve kahkaha ve lush life.

P.S. yakup'u zaten sevmem ama neden gittiğim belli fakat şunu merak ediyorum, buraya gelen şarkıcı şöhret takımı masalara şarkı söylemek zorundalar mı? feci sıkıcı. uzun bir masa, romantik yazar gamzeli tuna kiremitçi, şarkıcı sevgilisi demet filan derken ama tabii bir yerden sonra şöhretli şarkıcı takımının kendisini göstermesi lazım, hele bir de kalabalık lokanta ise daha yerinde olur, masadan şarkı söylemeye başlamak lazım mesela. e.k.'nın müthiş ifadesiyle "özel uçağı olup da madonna'ya yemeğe gidemediği, grammylere katılamadığı için buradakiler de böyle kendini gösteriyor". ya neden böyle şeyler yapıyor bu insanlar? sonra yan masalara teşekkürler, ayağa kalkıp halkı selamlamalar filan. bilmiyorum ama var bir ezik durum.

P.S.(2) gece boyunca e.k.'nın yorumları karşısında hem mutlu oldum, hem de beni doğru tanıdığı için iyi hissettim. özellikle de " bana öyle gelmiyor ama ben kolay sinirleniyormuşum öyle diyorlar " söylemine karşın anlattığının doğruluğu, hemfikir oluşumuz, "tamamdır" cidden. bilen biliyormuş doğrusunu, o halde endişelenecek bir şey yok.

P.S.(3) yine bir garson hadisesi, yine bir söylem, yine bir racon öğretisi. ama bunlarla ömür geçmez, uğraşamam ben, gitmem bir daha.


Tuesday, May 26, 2009

Tanıdık bir yüz


Ben bilmem beyim bilir ama Giresunlu Picoğlu Osman, kemençenin ordinaryüsünun albümü Odeon'dan çıkmış (sabah roll'da okudum, gerisini bilmiyorum). M. deliler gibi yapmaya çalıştığı kolbastı'nın ilk ve orijinal kaydı Picoğlu Osman'a aitmiş. yavrum, alayım mı sana? dinlersin evde, salonda da alıştırma yaparsın.

Monday, May 25, 2009

Arka Plan

Ben Tugay 'ı çok severim. Ne Galatasaraylıyım ne kendisine dair bir beğenim var ama gayet severim kendisini, saygı duyarım.

Dün kolay yolu seçmeyip 30'undan sonra gittiği hem uzak hem de zorlu bir ülkenin takımında son kez sahaya çıkmış ve bütün tribünleri kendisini son bir kez yeşil sahada selamlamak isteyenlerle doldurmuş bir insandır kendisi. Bu cidden çok saygı duyulacak, takdir edilecek bir şey.
Bunda elbette Tugay'ın yeteneği, azmi, becerisi, dirayeti, hırsı, çabası söz konusu var ama şu da bir gerçek ki her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır. Eğer kendisi gibi profesyonel sporcu olan karısı onunla beraber 30 yaşından sonra başka ülkede, başka şehirde, başka bir dil konuşarak, başka bir gündelik hayata başlamayı göze almasaydı Tugay muhtemelen gidemez (gitse de onu burada bekleyen, kıskanan, ağlayan karısına geri dönerdi), bu kadar başarılı olamazdı. Eğer karısı böylesine bir kariyer fırsatını İstanbul'daki Leyla-Reina gecelerinde ciple görünme, haftada bir balyaj yaptırma, ortalama bir W.A.G olma sevdasına görmezden gelseydi, yalan değil her şey Tugay için çok farklı gelişirdi.
Neticede böyle bir fırsatın değerini anlayabilecek bir insan-dengi olan biri ile- beraberdi ve bu başarıyı beraber yarattılar. Kim bilir, belki beraber ingilizce kursuna gittiler, arabayı sağdan kullanmaya alıştılar, beraber kuzeyin durmaksızın yağmur yağan günlerinde bunalıma girmemeye çalıştılar, beraber sosyal ortamlarda bulundular.
Herkes herkesle beraber olur, evlenir, çoluk çoluğa karışır hayat da böyle vasat bir şekilde geçip gider. Ancak çok azı dengi ile beraber olur ve bu beraberlikte ileriye doğru gider. Yoksa zaten biri dışardadır, biri evde oturuyordur; biri ona hayran diğeri ise bu hayranlığa hayran yaşayıp gidiyordur. İşte önemli olan kişiyi ileriye götürebilecek, desteğini her daim doğru şekilde hissettirecek doğru insan ile beraber olmakta. Yoksa diğerinden zaten herkesin elinin altında bir tane vardır.
Tugay anlaşılan o ki bu işte şanslı olanlardan. Hem kendisinin sağlam karakteri, hem de karısının bu senaryonun arka planındaki becerisidir Tugay'ın turkish delight haline gelmesi. Aslında doğrusu her başarılı insanın arkasında ona inanan, destek olan, güvenen, gerektiğinde iten biri vardır demek olabilir. İyi bir şey aslında. Ama bulunması zor şey. Çamurdan adam yapmakla olmuyor.

Breathe-respire, 5





Gymnopédie 'den Heat Miser'a geçtim. Psikolojide olayları algılamanın çeşitli evreleri olduğu herhalde bir gerçek ki ruh halim ona göre değişiyor. Ha, Gymnopédie'ye nazaran Heat Miser daha mı iyidir daha mı sağlıklıdır; orası muğlak ve daha hassas bir nokta ama yine de ilerleme ilerlemedir. Her şeyin "ben" gibi olacağı gün de gelecektir.
Pendant ce temps, je respire et je retiens.

Sunday, May 24, 2009

Be cross

Pek öyle "küs" veya "kızgın" kalmamak lazım belki de.
Ne hayata, ne kendisine, ne insanlara, ne yaşananlara, ne de olup bitene. Hayat bu; her şey bir şekilde olup bitiyor, sonra da ömür geçmiş, ölüm kapıya gelmiş oluyor. Mantık işin işine girince evet her şey anlaşılıyor ama bizzat yaşarken o denli kolay olmuyor. Zamana ihtiyaç duyuyor insan. Yutkunmak için, hazmetmek için, yenilgiyi, yapılan yanlışları görmek ve ileride olacaklar ile artık asla aynı olmayacak hiçbir şeyi olmayacağı, sana ters düşen, seni kızdıran hali ile algılayabilmek için.

Sonuç, (bölüm 1)

Muhasebe ilginç bir şey. Bitmiyor tam olarak. Kolay sonuçlanmıyor. Arada mutlaka uymayan, birbirini tutmayan etkenler, veriler (belki de rakamlar) var. Ortaya çıkan ise belli bir düzen içerisinde gelişen karmaşa. Karmaşa ise bazı hataların sonucu. "yanlış". Dikkat çeken en önemli kelimeydi bu süreçte.

"gerçekten bazı şeyleri yanlış yapmışım".

Friday, May 22, 2009

Blog'a varoş ziyareti

Son zamanlarda "varoş" lafını orada burada çok kullanıp herkesin diline doladım. Neticesinde de ziyaretine uğradım.

İşin gerçeği gerçek anlamda varoş olan alt kültür ile hiçbir derdim yok, aksine seviyorum. Ama benim ifadem olan dışardan parlak gözüküp de içi boş olan varoş ile derdim var. Kim mi? Şöyle bir etrafa bakmak kâfi olacaktır; meyhanedeki rakı masasında , Symrna'da, Bebek Parkı'nda, Etiler'de, caddede, İstinye'de... Aslında ilk bakışta hiç beklenmeyenden yani iyi yerlerde yaşayıp, iyi yerlerde gezip tozan, iyi giyinen, pahalı giyinen veya entellektüel seviyesi daha yukarıda gözüken (beklenen) tasarımcı/reklamcı/grafiker/kreatif direktör/fotoğrafçı/yönetmen tayfasından en başarılı varoş örnekleri çıkıyor.

"Varoş", blog'u ziyareti esnasında varoşluğunu ifaden eden yazım dili ile müthiş bir yorum bırakmış. Yayınlamadım. Eğer anonim değil de bir isim altında yazsaydı ve kullandığı sıfat biraz daha düzgün olsaydı yayınlardım. Ki hep yayınlamışımdır. Ama yukardaki anlamıyla varoştan hoşlanmıyorum, varlığını sevmiyorum. Ayrıca ben baş edemem varoşla. Biraz racon bilip de biraz it olsa, piç olsa dert değil ama varoşla ben ne ağız yarıştırabilirim ne de aynı ligde kavga edebilirim. O yüzden hiçbir şey demeyip sadece o varoş söylemi basmadığımı ve basmayacağımı söylüyorum.

Aslında bu tiplere varoş demek gerçek alt kültüre bir nevi hakaret ama başka bir şey bulamadım. Yoksa her daim The Streets! Keep it real!

Ha bu arada varoşun konuşma ve kendini ifade biçimi hakkında:

"the most significant characteristic of slang overlaps with a defining characteristic of jargon: slang is a marker of in-group solidarity, and so it is a correlate of human groups with shared experiences, such as being children at a certain school or of a certain age, or being a member of a certain socially definable group, such as hookers, junkies or professional criminals"

Thursday, May 21, 2009

Breathe- respire, 4


"thassos adası, ege denizi"


Muhasebe
sadece rakamlarla değil, sözcüklerle ve düşüncelerle de olur. Gymnopédie (1ere) dinlemem lazım galiba. Saatlerce.




jusqu'ici tout allait bien. ça roulait vachement bien. ça allait quoi. mais quand ça vient a se poser des questions et réflechir, ben, ça craint. désolée mais ça craint.

*
jacques mayol- il faut que j'aille voir ( le grand bleu)

*

Muhasebe zamanı

Ne zaman geleceği, ne zaman yapılacağı hiç kestirilemiyor, hiç belli olmuyor ama zaman muhasebe zamanı.

Wednesday, May 20, 2009

Peki Falko Götz derken...

Ya şimdi Falko Falko diye konuşurken, gülerken aklıma Galatasaray geldi.

Hani bugün günlerden 20 mayıs, bizim statta UEFA Kupası Finali oynanıyor, kazanan kupayı kaldıracak, hatta muhteşem insan Lucescu Istanbul'a geliyor kaç zaman sonra da filan da hani Galatasaray kupayı Fenerbahçe Statı'nda kaldıracaktı? Ne oldu o hayale, daha doğrusu fanteziye?

Aylar öncesinden başladılar mesajlar atmaya, dalga geçmeye, "işte göreceksiniz, kupayı sizin statta kaldıracağız, yüreğiniz dağlanacak" diye. Peki duyduk dinledik nefes çektik. Peki ne oldu sonra? O kadar mesajın o kadar mailin o kadar konuşmanın sonucu nedir? Bayağı güzel kaldırdılar kupayı ya, bravo, son yılların en şahane GS fantezisi oldu bu da. Tebrik ederim. Just An Ilusion.

Falko derken...

Falko derken, varoş derken, masaj derken, "daha aşağıya ineyim mi" derken, "08:45" derken, arko krem derken, emre belezoğlu derken, dave gahan derken, sweet child o' mine derken, "benim şarkım", axl derken, kızıl derken, kızıl efe derken, kavga derken, sevgi derken, "eski sevgilim" derken, "ya sen şehir efsanesiydin" derken, sandoz derken, sulukule derken, afacan derken, "yapışmayalım" derken, bodrum derken ...

... derken ne demek istiyoruz. ha falko? rock me amadeus falko. this is falko, falko götz.

Güzel ama çirkin insanlar

İnanılmaz yorgun, inanılmaz uykusuz (dönüş sabahı yine 08:45-istikrarlıyım) bir vaziyette tatil dönüşü yaşamak zaten kabus bir durum iken, mini Bodrum tatilindeki yegane kabus görüntüyü anlatmamak olmazdı.

ılık sayılabilecek yaz gecesi, bodrum, rakı sofrası sonrası adamik, sandoz, müzik ( "işte müzik bu" ), çıplak sahne görüntüleri ile dave gahan, eğlence, mutluluk diye gecede ilerlerken patlayan kavga ve çirkinlik. iki güzel insanın iki çirkin insana dönüşmesinin resmi. sebepsiz, muhtelemelen bar kavgalarının ortak noktası yanlış anlaşılma, götten anlaşılma sonrası patlayan, çirkinleştiği kadar çirkefleşen kavga ve gerçekten iki güzel insanın oluşturduğu çiftin çirkinliği, kim bilir belki de gerçek halleri. tamam, nejat işler içime işler -ben bayılmasam da-hoş adam, sakallı halinde ise daha hoş adam, berrak tüzünataç cidden güzel kız hiç itirazım yok ama yan yana epey çirkinler, epey çirkefler. neden barda kavga ederler ki? hem de başkaları ile? hadi adam sarhoş olunca yerlerde ama kız da mı bu kadar arıza olabilir? hadi de ki kavga çıktı ve içine düştün, neden sevgilini alıp gitmiyorsun, neden sen de karışıyorsun, neden en kötüsü basıp gitmiyorsun da içinde yer alıyorsun bu çirkinliğe katılıyorsun?

Bazı insanlar beraberken o kadar çirkin olabiliyor ki. Hele hele güzel insanların böylece çirkinleşen halleri daha da iç acıtıcı.

P.S. unutmadan tabii ki her yerde gördüğümüz dünün tıfılı bugünün maço erkek dansçısı sevimsiz insan da yanlarındaydı. elbette ki damarlarını kabartarak kavgaya karıştı, bağırıp çağırdı. cidden kavga edilmesinden, her daim kavgaya meyilli adamlardan zerre hazzetmiyorum. merak ediyorum bunu yaratan kompleksleri nerelerinde? beyinlerinde mi yoksa daha mı aşağıda?

Maviden dönüş

araba, yolculuk, yolculukta dinlenen ben harper, pearl jam, bodrum, fantastik 4'lü , sevdiğimiz insan kool şahsiyet k., ve artılar, deniz, sahil, ortakent, b.ler'in pek de güzel olan evi, yatak odaları, duş sırası, taksi, fantastik taksi şöförleri, sagopa kajmer, arko krem, adamik, sandoz, telefon, never let me down, dave gahan, fear of the dark, the godfather theme, sweet child o'mine, axl, oje (şoktayım), kızıl efe, memedof, sait, ahtapot, deniz börülcesi, rakı, 8:45 (hem deux fois, hem de büyük şoktayım), karabasan h., mavi, karabasan h. & possee'si, denizde yakar top, voleyboy, hiç mi hiç yakmayan krem, çirkin ama karizmatik erkek b. 'nin 30 derecesine rağmen kıpkırmızı yakan vichy kremi, kobracan t .'nin rap yeteneği, b. 'nin sulukule anıları (ki b. artık afacan b.'dir) , m.'nin sürekli kapatan güneşe söylenişi, r.'nin bomba lafları, dönüş yolunda trafiğe rağmen feribotu yakalama, gazlama ve home sweet home.

güzel tatil, güzel eğlence, güzel zaman, güzel paylaşım, güzel anlar. tek sorun resim yok (yani bir tatil grubu bu kadar gerzek olabilir. 2 adet fotoğraf makinesinin olduğu bir ortamda tek kare toplu resim yok. bravo!

more fantastiik:



* yalıkavak sait'te 3 yıl önceki masada oturmanın heyacanı, her şeyin nasıl da değişmiş olması ve bunun farkedilmeden yaşanan mutluluğu, içilenler yenilenler, herkesin üşüyüp benim üşümüyor olmam, bütün bir grubun kahkahalarının çınlaması derken benden çıkan fantastik laf: "yürü at arabası". evet biliyorum, kelli felli dışardan korkutucu adamlarla garip bir şekilde "müsamaha"lı bir dostluğum oluyor, ne desem ne söylesem hiç yıkılmıyor. garip değil aslında çünkü biliyorlar ki bu samimiyetten, içtenlikten ve asla hakaretten değil. fakat kendisinin de dediği gibi çirkin ama karizmatik erkek b.'ye öyle "yürüü at arabası" diyecek sayılı insan vardır etrafında. sadece sevgiden, dostluktan.

* "- aaaa! şoktayım! varoş! derken! " lafları. durmaksızın. her yerde her zaman. her ağızdan.

* "08:45" olayı.
rocker boy n.- saat 08:45 prenses! günaydın.

2) 08:45 olayına r. 'den bomba yorum:

r.- eski günlerine döndün sen!

* karabasan h.'den bomba laflar, bomba söylemler. ama cidden mi? bu kadar mı? ya ben herhalde gerçekten hiçbir şeyi görmüyorum veya anlamıyorum. ama şoktayım kendime.





Thursday, May 14, 2009

Taksici lafları

Sabah önümde ilerleyen taksinin arkasında yazıyordu. Bir anda hem afalladım hem de çok güldüm.

"Kalplerdesin! "

Kim kalplerde, kimin kalbinde? Bence herkes bir şekilde birilerinin kalbindedir ama sevdiğinin ama ilgilenmediğinin, ama farkındadır ama değildir. Neticede öyle veya böyle herkes birisinin kalbindedir. Yani mesele sadece kalpte olmaksa işte herkes bir şekilde birinin kalbinde. Ama hangi kalpte?

Kalplerdesin!

Sabah keyfi, 3




Sabah keyfi kahve ve blues'dur bugün. Hem de ne keyif! Anlaşılmaz şekilde sabah 6'da kalkıp önümdeki maviliğe baktım. Tebessüm ettim. Hafifçe duyduğum Muddy Waters, Big Joe Williams, Robert Johnson ile tebessümüm iyice yerleşti yüzüme.

Çok severim blues. Öyle gerzek hoplayıp zıplayan Efes Pilsen Blues değil, bildiğin delta blues, chicago blues vs. Her gün değil ama arada bir dinlendiğinde basitliği insanı rahatlatır, gevşetir.

Muddy Waters "Champagne and Reefer" desin ben kahvemi yudumlayayım. Ufak bir ayrıntı Muddy Waters olmasa muhtemelen Rolling Stones böyle olmazdı, ismi zaten Rolling Stones olmazdı (rolling stone isimli şarkısına ithaftır), Rolling Stones olmasaydı Rock n' Roll tarihi tamamen değişirdi. Chain chain chain of fools...

Wednesday, May 13, 2009

Blogun laneti

Bence burası bir şekilde lanetli. Öyle voodoo tadında değil ama ne zaman keyifle beklediğim bir olayın gerçekleşmesine yakın yazmaya başlıyorum; işte o zaman olmuyor bir anda gemi tufana kapılıyor.

Hayır, burası milyonların okuduğu, milyonların hayranlıkla seyredip yorumlar yaptığı bir blog olsa anlayacağım, milletin gözü kaldı diyeceğim. Ama işte ben sen bizim oğlan okuyor. Diye düşünüyorum ama olmayadabilir. Zaten bizim oğlandan da sıkıldım. Varlığı gereksiz. Yalan değil, bana dair düşüncesinin de iyi olduğuna inanmıyorum. Ben, sen kalalım kafi. İstersem dünyaya reklamını yaparım ben.

İptal. Depeche Mode konseri iptal.

Tuesday, May 12, 2009

motto # 3




"the opposite of good is not evil, it is indiffrence".

Bugün motto günü galiba. Öyle özel duygusal bir nedeni veya bir hırsım filan da yok, sadece aklıma geliyor. Az önce Indifference'ı duyup "gerçekten de hayatta kayıtsızlık kadar kötü bir şey yok" diye düşünüp pek muhteşem bloguma da indifference 'ı koyarım dememdir.

* indifference, pearl jam, vs 1993

Motto # 2


he who is afraid to throw the dice, will never throw a six -
"looking for eric", dir. ken loach, 2009
yer mi, yemez mi? bence yemez. biliyoruz zaten de yine bir sorayım dedim.

Aramak


Aramak ve kimi zaman da aradığını bulmak. Her zaman herkesle her yerde her koşulda olan bir hadise değil. "but I still haven't found what I'm looking for"- u2.

*
Yarın Cannes Film Festivali başlıyor. Belki sonra yazarım ama merakla beklediğim film Ken Loach'ın yönettiği "Looking For Eric". Eric, on t'aime!

Gitgide artan heyecan




Üşenmezsem kalkıp ofisimden çıkıp yaklaşık 1000 adım atıp gidip sahnenin resmini çekip geleceğim ve buraya koyacağım ama üşengeç ve oturan bir boğayım ne yazık ki.

Sabah erken saatlerde bir şekilde sinirlendim, sıkıldım, otoparka girerken 10 dakika bekledim, otoparkın konser yüzünden dolu olması sebebiyle diğer otoparktan ofise kadar yürüdüm, söylendim ama ne zaman ki sahneyi gördüm, roadie'lerle selamlaştım içimi heyecan kaplamaya başladı. Ya gerçekten yanlış bir iş yapıyorum, yanlış yerde çalışıyorum. Olmam gereken yer sahne arkası, yapmam gereken iş backstage manager. Buna bir çare bulmalıyım. Hayır bu kadar üşengeç bir insanın gerektiği zaman nasıl bu kadar hareketli ve yoğun, oradan oraya koşan bir hale dönüşmesi epey ilginç de sevmekle ilgili bir şey. Hay Allah, iş başvurusu mu yapsam???

Monday, May 11, 2009

Maskenin altında uyumak



İşin doğrusu maskenin altında uyumak Breakfast At Tiffany's karesinden ziyade biraz dönemsel biraz da bir metaforik bir şey. Öyle veya böyle herkesin altına gizlendiği, kendisini farklı gösterdiği bir maskesi vardır. O maskenin altında yaşanan hüzünler, mutluluklar, "mış" gibi gösterilen hayatlar vs ama maskeye dışardan bakıldığında her şey mükemmel, maskeyi taşıyan tam da gözükmesini istediği gibi gözükür.
whatever ...
Fazlasıyla "bilindik" olacak ama Murathan Mungan diyeyim "tak etti canıma bu maskeli balo, bu maskeli balo ve onun sahte yuzleri" diyeyim ve balodakileri kendi kendilerine bırakıp üzerimdeki "bitenin" getirdiği müthiş dinginlik, huzur ve keyif ile uzaklaşayım.
P.S. breakfast at tiffany's 'e geri dönersek ... maskenin, maskeli yaşamın güzel bir göstergesidir. audrey hepburn müthiştir orası ayrı ama maskeler altına gizlenmiş bir karakterdir holly golightly. bana göre değil. kılık kuyafet yaşam tarzı evet ama maskeli yaşamı ben almayayım.

Sunday, May 10, 2009

"bereketli" bir yıl


çok uzun zamandır geçirdiğim en eğlenceli en keyifli doğum günü, cuma gecesi-ilk kutlama- j.a. & f.a. & m.u.t ile yemek, hamdi, apres iyis, m., b., kobracan t. , rocker boy n., 12'ye girerken kesilen ilk pasta "halley pasta", never let me down, the clash, kafamda tüy toka from london;

cumartesi gecesi-büyük kutlama-, bildiğimi sandığım ama bilmediğim yemek mekanı, takside kapatılan gözlerim, yolda kayboluşumuz, tarihi karaköy balıkçısı ve cavit'e ihanet, güzel manzara, ilginç mönü, ilginç servis, fantastik 4'lü, kadim dostum sekvotka, sevdiğimiz insan kool şahsiyet k, evlere şenlik t., kobracan t., rocker boy n., den, rey derken içilen rakılar, ve yine içilen rakılar, yan, roxy.

p.s. kesinlikle son yıllardaki en güzel doğum günümdür bu yılki.

p.s.(2) kesilen pasta sayısı üç: cuma geces iyis ve halley pasta; cumartesi gündüz the marmara kuaför ve kitchenette pasta; cumartesi gece hep beraber büyük pasta. şahane desem. hele kuaförümün pasta getirtmesi ışıkları söndürtüp bir anda karşıma çıkması en şaşırtıcı olanı herhalde.

p.s.(3) bereketli insan halimi şuradan yazamam ama yaşananlardan görülüyor ki kesinlikle etrafıma bereket getiren bir insanım. nedir ama dün geceki olaylar, yaşananlar? gayet şahane.

p.s.(4) "yapışmayalım" deyip deyip bir insan nasıl yapışabilir? hani "komiksin" diyorlar da yaşamak ilginç olabiliyor. "çoook teşekkür ederimmmmmm" ve 404 gibi yapışmam bence müthiş oldu. bravo diyorum kendime.

Güzeldi. Kooldu.Bitmişti. Keyifliydi. Dingindi. Huzurluydu. Seksiydi. Bereketli de olacak herhalde, bekliyoruz.


Saturday, May 9, 2009

Mümkünse


Çok gülerek yazdığım, sarfettiğim bir cümle bu. Mümkünse yapışmayalım. Yapışık olmayalım.
Her şeye herkese uyarlanabilecek bir cümle. "yapışmak yok" "yapışmayalım". Dün geceki kutlama #1 in sabahında konuştuğum M.'ye söyleyince yazayım dedim.
Ama gerçekten yapışmamak lazım; özellikle de yatakta.

Tarihte bugün




Dave Gahan. Tarihte bugün kendisinin doğum günüdür-9 mayıs-.
Kendisi sahnedeki hareketleri ile filan ağzımın açık kalmasına sebebiyet veren bir insan. Ama öyle böyle değil. 40lı yaşlarının ortasını geçkince olup ama bu kadar mı çekici olabilir bir insan. Konser için zaten heyecanlıyım; işten ofisten çıkıp biraz yürüyüp konser alanına gitmek komik olacak ama heyecanlıyım.

Never Let Me Down Again bence en güzel DM şarkısıdır. Konsere kadar çalar çalar dinlerim!

Ha bir de aynı gün doğmuş olduğumuz için ayrıca bir mutluyum. Yaşasın boğa burcu insanları!

Friday, May 8, 2009

Sabah duygusu: biraz blues biraz heyecan


Come Rain Or Come Shine - Don henley



leaving las vegas, 1995
Uzun zamandır seyretmemiştim, dün gece televizyonda rastlayınca da değiştirmedim.

Öyle hayatımın filmlerinden değil ama sevdiğim filmlerdendir. Hele hele lisedeki halimle bayılırdım; öyle içmek, öyle acı çekmek müthiş gelirdi. İşte insan gençken bayağı gerzek oluyor. Manasız hareketlere manasız duygulara özeniyor, abuk subuk hareketlerde bulunuyor. Ne yazık ki var öyle içmeyi denemişliğim (sekvotka da filmin çıktığı yılki bodrum tatiline gidip "leaving las vegas" yaşamayı düşünüyordu. bravo). Cidden insanın yaşı 17 olunca bayağı şuursuz oluyor (bir de film güzel, oyunculuk güzel de hikaye bilmiyorum işte benim için fazla "marazi". öyle ruh hastası şahsiyetlerle ilişki çok alanıma girmez, sevmem ruh hastası adamlarla ilişkiyi. yok çok acılıymış, yok eski sevgilisi hayatını mahvetmiş, yok çocukluğu kötü geçmiş, annesi ölmüş babası ölmüş sevgisiz kalmış, yok manik depresifmiş ilaç alması lazımmış ama almıyormuş, alkolikmiş, vs ... hiçbir şey ifade etmez bana-2li ilişkilerde-, ne değiştirmeye çalışırım ne annesi olmaya. sevgi de bir yere kadar. kendine bakmayana ben bakmam, kendini sevmeyeni ben sevmem.)
whatever ...
Come Rain or Come Shine 'a ise bayılırım. Aslında çok eski bir şarkı. Filmdeki yorumu Don Henley'e ait ki bence çok güzel bir yorum. Ama asıl favorim sıcak yaz gecelerini hissettiren Alison Eastwood'un babasının filmindeki yorumu (midnight in the garden of good and evil). Bana göre fazla romantik: "her zaman yanındayım, işte her daim seveceğim, ne olursa olsun" filan beni biraz aşan şeyler. Tipik büyük laflar şarkısı. Hiç sevmem büyük lafları "şöylesin" böylesin" demeleri. Yalan değil, böyle şeyleri epey duymuşluğum vardır ama bu kadar büyük konuşup da bir farklılık yaratanı az gördüm. O yüzden ben konuşanı almayayım, şarkının melodisine tav olayım, sözlerine değil.

Thursday, May 7, 2009

Sabah keyfi, 2





Şarkı aslen bir The Beatles şarkısı -ki ben Beatles'dan hiç hazzetmem ama olay John Lennon'dır, inkar edilemez bir müzikal yetenektir. Ama bu şarkıyı çok severim. Çocukken bir dizinin müziği olarak duymuş bulana kadar canım çıkmıştı.

Burada söyleyen Joe Cocker. Hem de öyle böyle değil 1969 yılındaki Woodstock Festivali'nde söylüyor ki zaten bu versiyonu yayınlanıyor her yerde. Şarkının bu yorumundaki uzunluğunu, arkadaki vokalleri, hafif gospel havası vermesini seviyorum, kıpır kıpır oluyor içim. Artık bahar da geldi ya oh, I get by with a little help from my friends, diye söyler dururum artık.

Resim elbette ki Woodstock 'tan. Düşünüyorum da hiçbir zaman ne peace, ne batik tişört, ne kamping çamur insanı olmadım. Sanırım o dönemler Amerika'da yaşasaydım benden hippie olmazdı. Anarşist evet (gerçek anlamında anarşist, anarşik değil) ama hippie bilmiyorum, bana göre fazla dağınık, fazla yanındaki ile yapışık, koloni yaşamı vs. sıkılırım ben o kadar paylaşımdan.
whatever... Joe Cocker müthiştir bu With A Little Help From My Friends yorumu ile.

Yıl 1969, yer Woodstock, NY
'a yakınlarında bir kasaba, sahne kalabalık, belki sonra yazarım. Pıııssssst, Rock N' Roll Minnoş, sen seversin böyle çamur, kamping, madem with a little help from my friends filan dedik, sana gelsin bu post.

Tuesday, May 5, 2009

MET demişken...


Metropolitan Museum of Art veya gündelik dildeki kısaltması ile MET. Kısa tarihli bir ülke olan Amerika'nın en önemli şehirlerinden New York'ta 1874'de kurulan bir müze.
Bir müze
ifadesi biraz mütevazı olsa da , American decorative arts, American paintings and sculpture, Ancient Near Eastern art, Arms and armor, Arts of Africa, Oceania, and the Americas, Asian art, The Costume Institute, Drawings and prints, Egyptian art, European paintings, European sculpture and decorative arts, Greek and Roman art, Islamic art gibi daimi koleksiyonları bünyesinde barındıran bir müze işte.
Bir müze... Bazen merak ediyorum insanlar müzeye gidiyor mu? Yoksa gitgide küçülen bir azınlık mıyız müze gezen, seyahatlerde mutlaka müzeye gitmeye çalışan, ya da İstanbul'da Arkeoloji Müzesi'ne ara sıra giden, bahçesinde taşlara basarak yürüyen? Ya da insanlar çocuklarını alışveriş merkezi ve fast food lokantalar dışında müze gibi yerlere götürüyor mu, oralarda nasıl davranacağını öğretiyor mu?
Bir müze...

Hafta arası bir "MET" eğlencesi

Bizde yok ama yurtdışında "balo" denilen ve belli bir kesim tarafından çok ciddiye alınan çok şaşalı şekilde hazırlanılan bir şey var. Bunlardan en büyüğü de NY Metropolitan Museum of Art Museum'da kostüm bilmem nesi olarak düzenlenen balo. Valla kıyafetler o kadar fantastik ki kendimi tutamadım cumayı bekleyemedim verdim veriştirdim.
Hayal kırıklığı # 1. Artık hırstan ve egodan deliren Madonna iyice sıyırmış vaziyette alemlere akmış. Üzerindeki Marc Jacobs tasarımlı bir Louis Vuitton elbise. Yani elbise çirkin, o kafasına taktığı ve hiç anlamlandıramadığım bant çirkin, çizmeler ve çizmelerin topuğu ayrı çirkin. Çirkinden öte gülünç ve hayatta gülünç olmak kadar kötü şey yoktur. Ve Madonna'nın bu kadar gülünç olduğuna inanamıyorum.
Hah hayal kırıklığı # 2. Rihanna. Karpuz kollu diyeceğim tam karpuz değil sanki maşallah Diyarbakır karpuzu gibi kollar ve Dolce & Gabbana tasarımı çirkin kostümün bir de boyunda papyon ile süslenmesi müthiş olmuş! Ya cidden herhalde tarz sahibi olmamak böyle bir şey. Ne verirsen giyiyorlar, dikkati böyle çekeceklerini sanıyorlar beni benden alıyorlar. Kızı zaten beğenmiyorum, bu kötü garçon manqué kopyası hali ise iyice kötü.
Bitmiyor bitmiyor ve hayal kırıklığı # 3 geliyor. Gossip Girl'de Chuck'cığımın delicesine nefret yüklü tutkuyla sevdiği Blair Waldorf (gerçek adını bilmiyorum) tanımlamakta zorlandığım bir kıyafet ile kırmızı halıda çıkıyor. Şimdi ne bu? Tulum mu, tayt mı, yemin ediyorum anlamadım, ayrıca gözlerim yoruldu bakmaktan bu renk cümbüşüne. Ayrıca bu kabus kıyafet de Louis Vuitton. Allah'tan bu kıyafetlere para vermiyorlar sadece ödünç alıp görünüyorlar ortalıkta.
Yani Helena tamam 40 yaşındasın taş gibisin ama o Zac Posen imzalı elbisen bizim Kız Eğitim Enstitüsü'nün sene sonu defilesinin finalindeki klasik Atatürk temalı elbiselerine benziyor; hani üzerinde "atam çok yaşa" filan yazar. İşte bunda da "vogue" yazıyor ama ben bu kadar tasarıma bu kadar paraya bu kadar emeğe bu kadar varoş bir kıyafet görmedim. Bravo yani.
Kafasındaki o sıkmabaş görüntülü nesne olmasa Kate Moss gecenin güzelleri arasında olurdu ama bu arkadan püsküllü türbanı ile kool ötesi Kate Moss bile tutunamaz. Elbise yandaki Marc Jacobs'ın ama türban başkasının tasarımı. Ama toptan ifade ile bildiğin kötü.
Muhteşem renk lacivert bir mini Versace elbise ve güzel Gisele ve yeni kocası. Şimdi Gisele güzel insan filan da bu kıza şu sarışın saçlarına rağmen hâlâ kumral diyorlar ya, ben anlamıyorum. Boya filan fark etmez, neresi kumral? Kumrallığı mı kalmış, bildiğin sarışın. Ha bu arada kendisi yakın zamanlarda eski sevgilisinden olan 1 yaşındaki oğlunu "kendi çocuğum gibi seviyorum" gibi açıklamalar yapıp çocuğun annesini delirtmiş bir insan. Düşünüyorum da, ben 7 aylık hamileyken sevgilim beni terk edecek ben çocuğu tek başıma doğuracağım, çocuğa adamın soyadını değil kendi soyadımı vereceğim, her şeyi tek başıma göğüsleyeceğim, sonra adam görmek isteyecek ve zevzek sevgilisi "benim kendi çocuğum gibi seviyorum" gibi açıklamalar yapıp bunun üzerinden haber yapılacak. Yemin ediyorum Gisele Misele dinlemem, kafasına geçirirdim oocuğun plastikten kaydırağını, çocuğu ise zaten göstermezdim. Ne münasebet ya? Aklı kıt biraz galiba. Ayıp yahu, böyle açıklama yapılır mı? Ama güzel kız, beğeniyoruz.
İkinci güzel çift. Elbise şaşalı bir balo elbisesi ama güzel bir balo elbisesi, JT ise zaten smokini içinde müthiş. Yalnız sormak istiyorum "neden gözlük". Zaten güzel çocuksun, elin yüzün düzgün, bırak sakalını çıkart o Woody Allen gözlüğünü (ama kızlarda çok seksi buluyorum gözlüğü ve mümkünse kalın çerçeveli olanlarından takmak istiyorum, frankie'ye taktığım, sekrekter taklidi yaptığım gibi).
Güzel elbise, güzel sayılabilecek bir kız, tamamdır.
Yine 40larında güzel bir kadın Claudia Schiffer ve Versace elbisesi. Güzel kadın güzel elbise. Ayrıca akıllı bir kadın bu kadın. Öyle kendini 20lik kızlar gibi sokağa atmıyor ve klas kalıyor böylece.
Kate Beckinsale bu gecenin belki de en güzeli. Hem elbise güzel (baloya balo elbisesi işte; hem ihtişamlı hem de zarif) hem de kendisi. Marchesa'dır elbise, hepsini geçer.

Anna Wintour Chanel giymiş ama Chanel imzalı bir duvar kağıdı olmaktan ileriye gidememiş.

Bir MET gecesi bir balo daha derken herhalde cumaya yazacak bir şey kalmaz, biter gider bu hafta.