Artık Prince 'den sonra saymayı bıraktım sevdiğim sanatçıların ölümlerini.
Etrafımda, çevremde, yaşadığım ülkedeki ölümleri ise saymakla takip edemediğim gibi, yüreğimin sıkışması, kötülüğün üzerimdeki ağırlığı ile kalıyorum.
Chris Cornell 'i değil sevmek, bayılırdım. Soundgarden'nın o zamanlar Türkiye'ye gelmeyen albümlerden Badmotorfinger filan deli gibi dinler hele hele Singles'i durmaksızın seyrederdim-manasızca. Filmin efsane soundtrack'ini zaten geçiyorum...
Soldaki, en yakışıklı bir o kadar harikulade ses sahip Chris Cornell garip bir ilaç intiharı ile bize veda edenlerden. Eskiden intihar edenlerde dalga geçerdim, insanların nasıl bu sürece geldiklerini hiçbir şekilde anlayamazdım. Şimdi ise, özellikle geçtiğimiz yazdan beri, o kadar iyi anlıyorum ki...
Kötülerin hâlâ bokum gibi geniş geniş yaşadıkları hayattan yine bir iyi, bir güzel gitti, bize de ardından üzülmek kaldı.
Allah'tan müzik o kadar müthiş bir şey ki hiçbir zaman silinemiyor...Hayat herkese fani olduğu için muktedirin dönemsel gaza gelip ortalık yerlere diktirdiği heykeller, binalar, saraylar başkasının dönemi geldiğinde yıkılsa da veya Kaddafi'nin ölümünden sonra olduğu gibi millet gelip sarayın ortasına sıçsa da, müzisyen (sanatçı, bilim insanı) öldüğünde "fani" olmuyor, eserleri kaybolmuyor ve sonsuza dek yaşıyor.
No comments:
Post a Comment