Monday, May 1, 2017

Arada Yaşananlar # 4


Gariban hayatlarımız hep başka birilerine, başka güçlere, başka sevimsizliklere bağımlı olduğu için ruhumuz da hep bir başkasından etkileniyor, bir başkası tarafından şekillendiriliyor. 

Hiç ciddi şeyler yazmak istemesem de bu ülkede her şey ciddi, her şey soğuk ve her şey o çirkin kahverengi renkli bürokratik baskı altında. Gülmek, kahkahalar atmak ise tamamen kişinin kendi çabası, kendi motivasyonu ile oluyor. Ne boktan değil mi? Millet Mars'ta kuracağı koloninin derdinde, Chanel'in yeni koleksiyonun güzelliğini konuşurken bizler günlük sıradan bir gülümsemenin peşinde ilk insanın ateşi yakmak için sarfettiği çabayı gösteriyoruz. 

whatever.

Açıkcası Mayıs ayının gelmesiyle birlikte kendimi de biraz zorlamak, bir şekilde burada geçirilen yılların yaşanmışlığını kutlamak istedim. Gerzek insanoğlu işte; hep kendisine bir umut kapısı yaratıyor, güne güzel başlamanın peşinde koşuyor...

O halde, zaten sene-i devriyesini devirecek olan OHAL ile beraber yaşarken geçtiğimiz aylara bakarsak;

biraz kavgalı, biraz fazla yanlış anlaşılmalı, hatta biraz "varoş ifadeli" geçen mart ayının bitmesiyle gelen nisan tatili ile beraber brüksel ve yabancı aile ziyareti, bol bol yemek, bol bol şampanya, bol bol michelin yıldızlı yemek, #8'in yokluğu, havanın güzelliği, tatie anotherstar halleri ve bu sefer hediyelerin kaybolmaması, ba(ğ)zı ciddi konuların telaffuzu, ciddi konularla ilgili girişimler, konudan bağımsız antiquaire gezileri, bol bol géraldine, nico, emilie&louise ve hatta martine&jean; istanbul'a dönüş ile beraber çöken ağırlık, referandum ağırlığı, çapsızlığı, kötülüğü ve ilginç bir şekilde geri gelen umut; havanın uzun yıllar sonra gerçekten bahar gibi hissettirmesi yani yağmurlu yani soğuk yani güneşli yani tam hasta olmalık, yani tam baharlık olması ve garip bir şekilde güzel bir şeylerin eve geri dönmesi...

P.S. Artık kötülüğün sadece "adam öldürmek" ile filan sınırlı olmadığını biliyoruz değil mi? Yani kötü olmak veya kötülük yapmak için illa korkunç, kanlı bir eyleme imza atmak gerekmiyor. Gerçi Hannah Arendt, en sevdiğimiz insanlardan, bunu bize defalarca söyledi, defalarca tekrarlattı da biz aptallar anlamamakta ısrar edebiliyoruz. Gel gör ki yaşıyoruz. 16 Nisan gecesi olanlar sadece bir yelpazenin katlanan parçaları gibi. Filmi çok eskiye, çok eski hikayelere sarabildiğimiz gibi, herkesin pek güldüğü Recep Ivedik filmi bile bu topluma yapılan kötülüğün güzel bir örneği. Veya Ankaralı artık iyi zenginleşmiş mimar arkadaşın Kabataş'a kondurduğu martı gibi, yine aynı mimar tipin tarihi yarım adanin silühetini bozacak şekilde yaptığı çirkin ötesi köprü gibi, topçu sığırların birbirlerinine gaz vererek çomaristan desteklemeleri gibi (Haşmet'e ağır girerdim ama bugün o gün değil)... Hiçbir şey aynı kalmadığı gibi, her şey değişecek, değişiyor. Değişmeyen tek şey insanoğlunun güç karşısındaki zayıflığı, kaypaklığı, aciz hali. İşte o zaman her şey ortaya çıkıyor. 

Dönüşler hayırlı olsun, bebeğim. Bakarsın "bir gece ansızın gelebilirim" (ne eğlenceli hayatlarımız vardı değil mi?) . Aynı suda iki kere yıkanılmaz ama değişen suda varolabilmek ancak şahsiyetli olanın becerisi. 


No comments: