Yeni hafta ve iddialı sabah hareketleri ile ben dahi kendime şaşırırken bu kadar erken saatte hayata başlamak ise -cidden- kimi zaman beni dahi benden alıyor. whatever. Ama asıl yeni haftaya daha da iddialı hareketlerle başlayan yalnız ama güzel ülkem var. Ooo.Hem de nasıl iddialı hareketler öyle! Daha düne kadar unutulan, unutulmak istenen, insanlarının hapse atılıp köylerinden edildiği; dün de önümüzdeki zamanlarda gücünü hissettirecek oy sandıklarına sahip olma arzusu ile bir anda birkaç öfke krizinin arasında hatırlanan, bugün ise "sözde özgürlükler diyarı" olarak kurgulanan ülkenin neredeyse en sevilen yöresinden başlatılan yeni hareket, yeni ülke algısı vs vs ...
Elbette ben kötü bir insan olduğum için bu güzel ve yeni hareketleri bir türlü göremiyor, algılayamıyorum. Gözlerim imana ve "yetmez ama evet"e karşı gelişen hem modern hem de tedirgin bir önyargıdan dolayı kör olmuş, ruhum ise bekar yüzüksüz çocuksuz evsiz yani bunların doğal sonucu olarak da mutsuz olduğu için kendimden başka hiçbir canlının mutluluğunu, aydınlık geleceğini, neredeyse her semtte bulunan alışveriş merkezlerinin dolup taşmasını, multi kulti mozaik toplumu, kardeşlik türkülerini istemiyor, schadenfreude içerisinde yanıp tutuşuyor. Oysa mutsuz, bencil ve küçük dünyamda adaletin hiç uğramadığı haneleri, yalan yere suçlanan sıradan vatandaşları, asrın projesi marmaray'ın hayata geçtiği dönemde hala düşünce suçu ile yargılanan (veya boş yere hapiste daha yargılanmayı bekleyen) insanları, ekmek almaya giderken hayatı sönen çocukları, güç uğruna söylenen büyük yalanları vs düşünüyor ve haliyle de şüpheci (sceptique/kinik) oluyorum. Düşünmek ile ilgili sorun da bu herhaklde; düşündükçe şüpheci oluyorsun. Yalan değil, bakanın kendisinin dediği gibi "eğitim seviyesi arttıkça oylar düşüyor". Ah o eğitim öğretim kültür mültür işleri. Ne yapsak da kurtulsak ne yapsak da yeni Türkiye bunlardan arınmış, güzel güzel alışverişte, namazda, mitinde bayak altında, doğumhanede, Töki evlerinde, kentsel dönüşümde, ticarethanede filan olsa da, okulda, tiyatroda, konserde, konferansta ,sergide ,müzede ,kütüphanede, cem evi'nde, baskıyla değil de kendi isteğiyle ibadethanede, meyhanede, tavernada olmasa...
Gil Scott-Heron 1971'de The Revolution Will Not Be Televised dedi. Üzerinden yıllar geçti, kendisi göçtü gitti bu dünyadan ama kim bilir televizyondaki gölge oyununu seyretmekten, boşa el çırpmaktansa gerçekten neler olduğunu, nasıl bir kurgu içine düşüldüğünü düşünerek kendisini hatırlayabiliriz. Veya Behzat Ç. Ankara Yanıyor ' da yani kurgulu konulu filmde yeni Türkiye'nin hayali halini seyredebiliriz.
Elbette ben kötü bir insan olduğum için bu güzel ve yeni hareketleri bir türlü göremiyor, algılayamıyorum. Gözlerim imana ve "yetmez ama evet"e karşı gelişen hem modern hem de tedirgin bir önyargıdan dolayı kör olmuş, ruhum ise bekar yüzüksüz çocuksuz evsiz yani bunların doğal sonucu olarak da mutsuz olduğu için kendimden başka hiçbir canlının mutluluğunu, aydınlık geleceğini, neredeyse her semtte bulunan alışveriş merkezlerinin dolup taşmasını, multi kulti mozaik toplumu, kardeşlik türkülerini istemiyor, schadenfreude içerisinde yanıp tutuşuyor. Oysa mutsuz, bencil ve küçük dünyamda adaletin hiç uğramadığı haneleri, yalan yere suçlanan sıradan vatandaşları, asrın projesi marmaray'ın hayata geçtiği dönemde hala düşünce suçu ile yargılanan (veya boş yere hapiste daha yargılanmayı bekleyen) insanları, ekmek almaya giderken hayatı sönen çocukları, güç uğruna söylenen büyük yalanları vs düşünüyor ve haliyle de şüpheci (sceptique/kinik) oluyorum. Düşünmek ile ilgili sorun da bu herhaklde; düşündükçe şüpheci oluyorsun. Yalan değil, bakanın kendisinin dediği gibi "eğitim seviyesi arttıkça oylar düşüyor". Ah o eğitim öğretim kültür mültür işleri. Ne yapsak da kurtulsak ne yapsak da yeni Türkiye bunlardan arınmış, güzel güzel alışverişte, namazda, mitinde bayak altında, doğumhanede, Töki evlerinde, kentsel dönüşümde, ticarethanede filan olsa da, okulda, tiyatroda, konserde, konferansta ,sergide ,müzede ,kütüphanede, cem evi'nde, baskıyla değil de kendi isteğiyle ibadethanede, meyhanede, tavernada olmasa...
Gil Scott-Heron 1971'de The Revolution Will Not Be Televised dedi. Üzerinden yıllar geçti, kendisi göçtü gitti bu dünyadan ama kim bilir televizyondaki gölge oyununu seyretmekten, boşa el çırpmaktansa gerçekten neler olduğunu, nasıl bir kurgu içine düşüldüğünü düşünerek kendisini hatırlayabiliriz. Veya Behzat Ç. Ankara Yanıyor ' da yani kurgulu konulu filmde yeni Türkiye'nin hayali halini seyredebiliriz.
No comments:
Post a Comment