Yeni değil aslında aklıma düşmesi ama bir şekilde üşenmiş, dükkana ciddiyet getirmeyi ertelemiş, haliyle de yazmamıştım. Galiba artık (veya sadece bu aralar) sıkılıyorum manasız ciddi hallerden, ciddi olmayı matah saymaktan, ciddi kız/ağır abi tavırlı insanlardan, ciddiyetin karşı tarafta saygı uyandırdığını düşünenlerden. Tüm bu haller bir de zaten bu ülkede yaşamanın getirdiği ağırlık ve baskı altına alınmışlık duygusu ile birleşince belki yazmaktan zevk alacağım birçok konuyu önümden çekiyor ve üstünü örtüyor. Hatta inatla daha laubali, daha umarsız, daha pervasız, daha leş, daha bencil, daha şımarık, daha ergen, daha hedonist, daha savurgan, daha duyarsızmışcasına "hafif" konulara, konusuzluklara, gündemsizliklere itiyor. Olabilir; hayat böyle her şey var her şey olabilir. Olsun da.
Kısacası çok uzun zamandır yazmayı düşünüp de yazmadığım "ciddi" konulardan biriydi ve yüce insanın henüz doğmamış torununa vereceği ismi açıklaması ile de bir şekilde ciddi başlıklı yazılar geri dönmüş oldu.
Gerçekten de böyle bir şey var; henüz doğmamış çocuklara başkalarının hayatını ipotek etmek. Çocuk doğurmanın zaten bencilce bir arzudan geldiği bilinse bile bunu telaffuz etmek dahi neredeyse tabu konular arasında. Çocuk sahibi olmayla ilgili kötü bir şey söylenemez, çocuk sahibi olmak istememek ayıplanır, başkalarının çocuğunu şımarık bulup bir de onları sevmemek filan elbette bunu söyleyen kişinin -özellikle de kadının. veya sadece kadının. erkeklerin çocuk sevmemek gibi hakları var çünkü- " kötü, bencil, duyarsız, duygusuz, kutsal bir sevgiyi tadamayacak kadar aç" olduğu düşünülür. Oysa hiç bu kadar ileriye gitmeden bencilce bir istek veya değil ne olursa olsun çocuk güzel bir şey. Gerçekten öyle. Hele hele istenilerek yapılmış veya daha gerçekçi bir ifade ile doğru sebeplerle yapılmış bir çocuk ise cidden çok güzel bir şey. Umut veren, hayata bir kez daha komik ve masum bir yerden bakmayı sağlayan, kişinin o zamana kadar etrafına kök söktüren bütün kişisel hırsların ve iddialı hareketlerin lafların kendi çocuğu büyüdükçe tek tek sönmesini ve gerçek hayat ile tanışmasını sağlayan, güldüren, güne güzel başlatan, özleten muhtemelen her şeyden farklı bir mutluluk kaynağı. Ancak zaruri değil. Ola da bilir, olmaya da bilir. Kimi zaman kişisel tercihler iken kimi zaman bazı elde olmayan durumların sonucu olabilir.
Oysa başkalarının mutluluğu için dünyaya getirilen, belli niyetlerle (illa kötü niyet olmasına gerek yok ama kimi zaman iyi niyetli hareketler de uygunsuz ve çıkar içeren sonuçlara ulaşabilir) belli amaçlarla çocuklara verilen isimler, sıfatlar, ağır misyonlar çocukları doğdukları günden itibaren ipotekli bir hayata atmış oluyor. Hasta veya ölen bir kardeşin yerine dünyaya getirilen çocuk, yine ölen kardeşin adını taşıyan yeğenler, siyasi amaç uğruna verilen isimler, kendi bıkkın hayatında mutsuz ilişkisinde "bu çocuk bana çok iyi geldi" duygusunu yaşayan ebeveynler, aile üyeleri çocukların ipotekli halini deştikçe deşiyor, sanki her şey çok doğal bir o kadar da gerçekmişcesine kutsal ifadeleri tekrarlıyorlar.
Üzücü. Gerçekten de hiçbir şeyden haberdar olmayan ama daha ilk günden türlü sosyal veya siyasi kalıpların içinde yer alan, nüfusunda yazan isminin ağırlığını "onu yere düşürmeden" taşıma duygusundan kurtulamama, kendi ismini ensesine dövme olarak yazdıran, bu hareketi ile onu ne kadar sevdiğini hiç unutturmayan ve elbette evladı olarak asla hayal kırıklığı yaşatmaması gerektiği annesinin tatmini üzerinde taşıması gereken bir çocuk olması çok üzücü. Belki de en üzücü tarafı tüm bunların "iyi niyetli, sevgi dolu yüce" duygularla yapıldığının düşünülmesi. Ne var ki üzücüden ziyade sinirlendirici ve açıkca kötü olan koca koca insanların hayattaki kendi beceriksizliklerinin tesellisinin, içi boş egolarının, özgüvensizliklerinin "kutsal" dışavurumunun daha hiçbir şeyden haberdar olmayan çocuklar üzerinden geçmesi. Gerisi zaten "daha dün annemizin kollarında koşarken..."
Kısacası çok uzun zamandır yazmayı düşünüp de yazmadığım "ciddi" konulardan biriydi ve yüce insanın henüz doğmamış torununa vereceği ismi açıklaması ile de bir şekilde ciddi başlıklı yazılar geri dönmüş oldu.
Gerçekten de böyle bir şey var; henüz doğmamış çocuklara başkalarının hayatını ipotek etmek. Çocuk doğurmanın zaten bencilce bir arzudan geldiği bilinse bile bunu telaffuz etmek dahi neredeyse tabu konular arasında. Çocuk sahibi olmayla ilgili kötü bir şey söylenemez, çocuk sahibi olmak istememek ayıplanır, başkalarının çocuğunu şımarık bulup bir de onları sevmemek filan elbette bunu söyleyen kişinin -özellikle de kadının. veya sadece kadının. erkeklerin çocuk sevmemek gibi hakları var çünkü- " kötü, bencil, duyarsız, duygusuz, kutsal bir sevgiyi tadamayacak kadar aç" olduğu düşünülür. Oysa hiç bu kadar ileriye gitmeden bencilce bir istek veya değil ne olursa olsun çocuk güzel bir şey. Gerçekten öyle. Hele hele istenilerek yapılmış veya daha gerçekçi bir ifade ile doğru sebeplerle yapılmış bir çocuk ise cidden çok güzel bir şey. Umut veren, hayata bir kez daha komik ve masum bir yerden bakmayı sağlayan, kişinin o zamana kadar etrafına kök söktüren bütün kişisel hırsların ve iddialı hareketlerin lafların kendi çocuğu büyüdükçe tek tek sönmesini ve gerçek hayat ile tanışmasını sağlayan, güldüren, güne güzel başlatan, özleten muhtemelen her şeyden farklı bir mutluluk kaynağı. Ancak zaruri değil. Ola da bilir, olmaya da bilir. Kimi zaman kişisel tercihler iken kimi zaman bazı elde olmayan durumların sonucu olabilir.
Oysa başkalarının mutluluğu için dünyaya getirilen, belli niyetlerle (illa kötü niyet olmasına gerek yok ama kimi zaman iyi niyetli hareketler de uygunsuz ve çıkar içeren sonuçlara ulaşabilir) belli amaçlarla çocuklara verilen isimler, sıfatlar, ağır misyonlar çocukları doğdukları günden itibaren ipotekli bir hayata atmış oluyor. Hasta veya ölen bir kardeşin yerine dünyaya getirilen çocuk, yine ölen kardeşin adını taşıyan yeğenler, siyasi amaç uğruna verilen isimler, kendi bıkkın hayatında mutsuz ilişkisinde "bu çocuk bana çok iyi geldi" duygusunu yaşayan ebeveynler, aile üyeleri çocukların ipotekli halini deştikçe deşiyor, sanki her şey çok doğal bir o kadar da gerçekmişcesine kutsal ifadeleri tekrarlıyorlar.
Üzücü. Gerçekten de hiçbir şeyden haberdar olmayan ama daha ilk günden türlü sosyal veya siyasi kalıpların içinde yer alan, nüfusunda yazan isminin ağırlığını "onu yere düşürmeden" taşıma duygusundan kurtulamama, kendi ismini ensesine dövme olarak yazdıran, bu hareketi ile onu ne kadar sevdiğini hiç unutturmayan ve elbette evladı olarak asla hayal kırıklığı yaşatmaması gerektiği annesinin tatmini üzerinde taşıması gereken bir çocuk olması çok üzücü. Belki de en üzücü tarafı tüm bunların "iyi niyetli, sevgi dolu yüce" duygularla yapıldığının düşünülmesi. Ne var ki üzücüden ziyade sinirlendirici ve açıkca kötü olan koca koca insanların hayattaki kendi beceriksizliklerinin tesellisinin, içi boş egolarının, özgüvensizliklerinin "kutsal" dışavurumunun daha hiçbir şeyden haberdar olmayan çocuklar üzerinden geçmesi. Gerisi zaten "daha dün annemizin kollarında koşarken..."
No comments:
Post a Comment