Thursday, November 28, 2013

" olmayan işler"

Yahu zaten olmuyormuş da ben kurguladığım kendi hayal dünyamda görmüyormuşum, farketmiyormuşum. Işin daha da garibi benim dışımdaki herkesin görmüs çoktan sonuca varmış olmasi...Herhalde gözlerin kamaşması veya insanin kendi yarattığı bir inanç duvarı örüp ona takilip kalmasi böyle bir sey. Oluyor insanoğlunda böyle garip haller. Ama bitmesi de oldukça önemli bir hadise. Hayir, bitmeyen de var. Örülü duvar ardindaki hikaye bitmiyor da bir ömür bitip gidiyor, ölüp gidiveriyor insan. En son telefonda kendisine ettiğim "şehir dışındayım" lafıma deliler gibi gülen ve cuma aksamini beraber Zubeyir'de gecirdigim Mu. 'dan duydum ve bir kez  hem kendime hem de ona ve algısna şaştım. Daha da komiği sonrasinda G.G.'ye anlattigimdan yine verdiği "ya sen de ilginçsin kaçtir bu konuya şaşıyorsun geç git artik" tepkisi. Aman işte, oluyor hala şaşkin haller efsane komik haller! Insanoğlu şaşkın bir şey yapacak bir şey de pek yok.

whatever.

Olmuyormuş. Olmuş. Başka türlü. Yuppii. O halde celebrate good times...

P.S. diyarbakır güzel şehirmiş. ilginç ve güzelmiş. ama bu kısa seyahatin haberi çoktan geçen haftadan kalmaymış, geçmiş gitmiş bile.

P.S. (2) bu hafta ise başlıbaşına bir şaşkınlık haftasıymış. hem de büyük şaşkinliklarin haftasiymis. hele bir tanesi var ki...beklemeyi, sabretmeyi gerektiren şaşkınlıklardanmış. yok; öyle pek telaşlı olmadı ama yine de biraz kıpır kıpır vaziyette beklemek gerekti. offf bir de uzay mekiği gibi tasarımı olan şeyi okumak, okuduğunu anlamak, ona göre yapmak sonucu paylaşmak filan lazım. fuket'in dedigi gibi " maymunun teknoloji ile imtihani" tadinda resmen tam benlik bir durum idi ama tamamdir, oldu, bitti. 

P.S. (3) #8 ve furi'nin tabiriyle kompütersizlik zor is...iPad ile yazmak filan iyice zor. kompüter ne ya? fuket ile sürekli yarilarak gülsek de bu duruma kompüter önemli bir sey şu hayatta...

Monday, November 18, 2013

Sabah keyfi # 3

hem otto hem motto ... ve üstüne özür dilemeye, sahip olunanlar yüzünden kötü hissetmeye, başkalarının kötü hissettirmesine, iki büklüm olup sanki hatalıymış gibi yaşayamaya filan gerek yok. oluyorsa oluyor olmuyorsa olmuyor en kötüsü su içer otururuz. ama good life olur, good life 'tan kapak daha güzel olur. inadına-hala yaz gibi. 

Yeni Türkiye

Yeni hafta ve iddialı sabah hareketleri ile ben dahi kendime şaşırırken bu kadar erken saatte hayata başlamak ise -cidden- kimi zaman beni dahi benden alıyor. whatever. Ama asıl yeni haftaya daha da iddialı hareketlerle başlayan yalnız ama güzel ülkem var. Ooo.Hem de nasıl iddialı hareketler öyle! Daha düne kadar unutulan, unutulmak istenen, insanlarının hapse atılıp köylerinden edildiği; dün de önümüzdeki zamanlarda gücünü hissettirecek oy sandıklarına sahip olma arzusu ile bir anda birkaç öfke krizinin arasında hatırlanan, bugün ise "sözde özgürlükler diyarı" olarak kurgulanan ülkenin neredeyse en sevilen yöresinden başlatılan yeni hareket, yeni ülke algısı vs vs ...

Elbette ben kötü bir insan olduğum için bu güzel ve yeni hareketleri bir türlü göremiyor, algılayamıyorum. Gözlerim imana ve "yetmez ama evet"e karşı gelişen hem modern hem de tedirgin bir önyargıdan dolayı kör olmuş, ruhum ise bekar yüzüksüz çocuksuz evsiz yani bunların doğal sonucu olarak da mutsuz olduğu için kendimden başka hiçbir canlının mutluluğunu, aydınlık geleceğini, neredeyse her semtte bulunan alışveriş merkezlerinin dolup taşmasını, multi kulti mozaik toplumu, kardeşlik türkülerini istemiyor, schadenfreude içerisinde yanıp tutuşuyor. Oysa mutsuz, bencil ve küçük dünyamda adaletin hiç uğramadığı haneleri, yalan yere suçlanan sıradan vatandaşları, asrın projesi marmaray'ın hayata geçtiği dönemde hala düşünce suçu ile yargılanan (veya boş yere hapiste daha yargılanmayı bekleyen) insanları, ekmek almaya giderken hayatı sönen çocukları, güç uğruna söylenen büyük yalanları vs düşünüyor ve haliyle de şüpheci (sceptique/kinik) oluyorum. Düşünmek ile ilgili sorun da bu herhaklde; düşündükçe şüpheci oluyorsun. Yalan değil, bakanın kendisinin dediği gibi "eğitim seviyesi arttıkça oylar düşüyor". Ah o eğitim öğretim kültür mültür işleri. Ne yapsak da kurtulsak ne yapsak da yeni Türkiye bunlardan arınmış, güzel güzel alışverişte, namazda, mitinde bayak altında, doğumhanede, Töki evlerinde, kentsel dönüşümde, ticarethanede filan olsa da, okulda, tiyatroda, konserde, konferansta ,sergide ,müzede ,kütüphanede, cem evi'nde, baskıyla değil de kendi isteğiyle ibadethanede, meyhanede, tavernada olmasa...

Gil Scott-Heron 1971'de The Revolution Will Not Be Televised dedi. Üzerinden yıllar geçti, kendisi göçtü gitti bu dünyadan ama kim bilir televizyondaki gölge oyununu seyretmekten, boşa el çırpmaktansa gerçekten neler olduğunu, nasıl bir kurgu içine düşüldüğünü düşünerek kendisini hatırlayabiliriz. Veya Behzat Ç. Ankara Yanıyor ' da yani kurgulu konulu filmde yeni Türkiye'nin hayali halini seyredebiliriz.



Wednesday, November 13, 2013

Gülmek-forever-

Türkiye gülmenin ayıplandığı, kimi ortam ve meclislerde ucuz kaçtığının düşünüldüğü, hele öyle sokakta toplum içerisinde filan mutlulukla gülen insanlara bakıldığı, "ne var ya bu kadar gülecek edepsiz!" veya "neden bu kadar mutlu ki" düşüncelerinin akıllardan geçtiği bir ülke. Haliyle yetiştirilirken büyürken belki aileden değil ama çevreden, her şeye karışmayı seven hatta kendinde bunun hakkını gören toplumsal hayat aktörlerinden uyarıları duyuyor, ne yazık ki törpüleniyoruz.

"Ciddiyet iyidir saygı uyandırır", "anne baba dediğin ciddi olur" , "öğretmen, müdür, vali, kaymakam, devlet erkanı hep ciddidir, ciddiyetle yönetir, yönetmenin tek yolu ciddiyettir laubaliliye yer olmaz".

Artık pek öyle değil. Dünyada zaten değil de bizde de bir şekilde değişiyor. Geç ve ne yazık ki bezdirici şekilde zorlu olsa da değişiyor, başkalarının mutluluğundan mutsuzluk duyma hali biraz biraz azalıyor. Veya daha doğru bir ifade ile "azalmasa da" kendi hayatlarında mutlu olanların, gülenlerin, kahkaha atanların etraflarında bulunan ve büyük bir mutsuzlukla onların mutluluğunu seyredenleri kaale alma dürtüsü siliniyor. İşte asıl müthiş olan bu! O yüzden gülmek-forever-! inatla!

Gülmeye duyulan garip kin duygusu yeni değil. Ne bizde, ne de ecnebi toplumlarda. Tarihsel ve kültürel bir süreci de var. Ama işte o schadenfreude bakışları, duyguları çok da kaale almamak, ilerlemek lazım. Baktın olmuyor, etraf sadece bunlarla dolu, o zaman da ufak ufak gitmek lazım. Dedikleri gibi "home is where the heart is", dert değil, yeni bir yerde, yeni bir ev de olur yeni bir dünya da kurulur yeni bir çevre de kazanılır yeni bir sağlıklı ilişki biçimi de gelişir, olur yani...

... " Gülme üstüne konuşuluyordu", dedi Jorge tersçe. "Güldürüler, kafirler tarafından seyircileri güldürmek için yazıldı iyi de olmadı. Efendimiz İsa, hiç güldürü ya da masal anlatmadı; o yalnızca Cennet'i nasıl elde edeceğimizi öğreten açık seçik meseller anlattı". 
" Sorabilir miyim" dedi William, "İsa'nın gülmüş olabileceği düşüncesine niçin bu kadar karşısınız? Gülmenin tıpkı banyo gibi bedenki sıvıları veya bedenin öteki sayrılıklarını, özellikle nedensiz can sıkıntısını sağaltamaya yarayan iyi bir ilaç olduğuna inanıyorum ben". ..

Gülün Adı, Umberto Eco, sayfa 194-195


Tuesday, November 12, 2013

Başkalarının hayatına ipotekli çocuklar

Yeni değil aslında aklıma düşmesi ama bir şekilde üşenmiş, dükkana ciddiyet getirmeyi ertelemiş, haliyle de yazmamıştım. Galiba artık (veya sadece bu aralar) sıkılıyorum manasız ciddi hallerden, ciddi olmayı matah saymaktan, ciddi kız/ağır abi tavırlı insanlardan, ciddiyetin karşı tarafta saygı uyandırdığını düşünenlerden. Tüm bu haller bir de zaten bu ülkede yaşamanın getirdiği ağırlık ve baskı altına alınmışlık duygusu ile birleşince belki yazmaktan zevk alacağım birçok konuyu önümden çekiyor ve üstünü örtüyor. Hatta inatla daha laubali, daha umarsız, daha pervasız, daha leş, daha bencil, daha şımarık, daha ergen, daha hedonist, daha savurgan, daha duyarsızmışcasına "hafif" konulara, konusuzluklara, gündemsizliklere itiyor. Olabilir; hayat böyle her şey var her şey olabilir. Olsun da.

Kısacası çok uzun zamandır yazmayı düşünüp de yazmadığım "ciddi" konulardan biriydi ve yüce insanın henüz doğmamış torununa vereceği ismi açıklaması ile de bir şekilde ciddi başlıklı yazılar geri dönmüş oldu.

Gerçekten de böyle bir şey var; henüz doğmamış çocuklara başkalarının hayatını ipotek etmek. Çocuk doğurmanın zaten bencilce bir arzudan geldiği bilinse bile bunu telaffuz etmek dahi neredeyse tabu konular arasında. Çocuk sahibi olmayla ilgili kötü bir şey söylenemez, çocuk sahibi olmak istememek ayıplanır, başkalarının çocuğunu şımarık bulup bir de onları sevmemek filan elbette bunu söyleyen kişinin -özellikle de kadının. veya sadece kadının. erkeklerin çocuk sevmemek gibi hakları var çünkü- " kötü, bencil, duyarsız, duygusuz, kutsal bir sevgiyi tadamayacak kadar aç" olduğu düşünülür. Oysa hiç bu kadar ileriye gitmeden bencilce bir istek veya değil ne olursa olsun çocuk güzel bir şey. Gerçekten öyle. Hele hele istenilerek yapılmış veya daha gerçekçi bir ifade ile doğru sebeplerle yapılmış bir çocuk ise cidden çok güzel bir şey. Umut veren, hayata bir kez daha komik ve masum bir yerden bakmayı sağlayan, kişinin o zamana kadar etrafına kök söktüren bütün kişisel hırsların ve iddialı hareketlerin lafların kendi çocuğu büyüdükçe tek tek sönmesini ve gerçek hayat ile tanışmasını sağlayan, güldüren, güne güzel başlatan, özleten muhtemelen her şeyden farklı bir mutluluk kaynağı. Ancak zaruri değil. Ola da bilir, olmaya da bilir. Kimi zaman kişisel tercihler iken kimi zaman bazı elde olmayan durumların sonucu olabilir.

Oysa başkalarının mutluluğu için dünyaya getirilen, belli niyetlerle (illa kötü niyet olmasına gerek yok ama kimi zaman iyi niyetli hareketler de uygunsuz ve çıkar içeren sonuçlara ulaşabilir) belli amaçlarla çocuklara verilen isimler, sıfatlar, ağır misyonlar çocukları doğdukları günden itibaren ipotekli bir hayata atmış oluyor. Hasta veya ölen bir kardeşin yerine dünyaya getirilen çocuk, yine ölen kardeşin adını taşıyan yeğenler, siyasi amaç uğruna verilen isimler, kendi bıkkın hayatında mutsuz ilişkisinde "bu çocuk bana çok iyi geldi" duygusunu yaşayan ebeveynler, aile üyeleri çocukların ipotekli halini deştikçe deşiyor, sanki her şey çok doğal bir o kadar da gerçekmişcesine kutsal ifadeleri tekrarlıyorlar.

Üzücü. Gerçekten de hiçbir şeyden haberdar olmayan ama daha ilk günden türlü sosyal veya siyasi kalıpların içinde yer alan, nüfusunda yazan isminin ağırlığını "onu yere düşürmeden" taşıma duygusundan kurtulamama, kendi ismini ensesine dövme olarak yazdıran, bu hareketi ile onu ne kadar sevdiğini hiç unutturmayan ve elbette evladı olarak asla hayal kırıklığı yaşatmaması gerektiği annesinin tatmini üzerinde taşıması gereken bir çocuk olması çok üzücü. Belki de en üzücü tarafı tüm bunların "iyi niyetli, sevgi dolu yüce" duygularla yapıldığının düşünülmesi. Ne var ki üzücüden ziyade sinirlendirici ve açıkca kötü olan koca koca insanların hayattaki kendi beceriksizliklerinin tesellisinin, içi boş egolarının, özgüvensizliklerinin "kutsal" dışavurumunun daha hiçbir şeyden haberdar olmayan çocuklar üzerinden geçmesi. Gerisi zaten "daha dün annemizin kollarında koşarken..."

Sunday, November 10, 2013

Never on sunday # 13



cumartesinin yürek kıpırdatan, "hadi kavuşalım artık" hissi ile büyük heyecan yaratan k. sisters buluşması, "sen hazırlama biz getiririz" neticesinde ortaya çıkan retsina ve havyar takviyeli keyifli masa, 17:30 itibariyle konuşmaya başlayıp neredeyse hiç susmadan geceyi geçirmek, uzun saçlarını pek beğendiğim gey kapılım z., big sister e.'nin "yok kalkalım artık" dediği her seferde bir şişe retsina açıp finali prosecco ile yapmak, seyahat hayalleri, hatıraları, komiklikleri, planları, hindistan-kopenhag-yunanistan toplu ve kızlı-erkekli anıları, 2010 stevie wonder londra konseri finali ve another star coşkusu, "yetmez ama evet" eksenindekilerle bitmeyen kavga, ciddi meselelerin retsina ile daha da bir güzelleşmesi, assolist misali geceye aşağıdan yukarıya neredeyse sabaha karşı katılan # 8, gey kapılım ile bu yılki şarkımızın "lose yourself to dance" olması, hala atılamayan boş retsina şişeleri, mutfakta birikmiş çöpe gitmeyi bekleyen şişeleri gördükçe aklıma gelen e.k. & a.'nın strasbourg seyahati ve aynı "boşalmış ve çöpe gitmeyi bekleyen içki şişelerinin" manzarasının aklımdan hiç gitmeyecek hatırası; pazara güzel uyanış, hala güzel hava hala güneş, değişimin garip ama doğal hissi ve never on sunday ... 

p.s. buluşmaya yemeğe vaktinde gelen, geç kalmayan, geç kalmayı, bekletmeyi marifet sanmayan insanlara bayılıyorum. önce 5 demiştik, sonra "ancak 5.30'da gelebiliyoruz" deyip gerçekten 5:30'da zili çalan k. sisters gibilere ise büyük tavım. mübalağasız . aynen nezakete, özene olduğu gibi. 
 
 

Saturday, November 9, 2013

Arada yaşananlar, VI

garip bir şekilde koşuşturmalar, havanın hafifliği, garip sıcaklığı, eğlencesi, tekrar bir şekilde gelen şimdi günleri, tribün çocuğu ve kahve ve fantastik sartorialist fotoğraf makinesi, her şey şahane çocuklar da bir o kadar şen iken asla ama asla anlayamadığım ama tepebi attıran tavırlar; 1 buçuk ve bira ve patates kızartması ve g.g., fantastik şekilde karşılıklı "mücevher" kutuları içerisinde yüzük takdimi, kızlı-erkekli ortamlar, kızlı-erkekli konuşmaların asıl geçiştirilmek istenen gündemi, çirkin bıyıklarının çirkin ve neredeyse kin bürümüş yüzünü iyice çirkinleştirmesi; plank'te neredeyse yarım dakikaya yaklaşmam, gülben ergen ve muhtelif instagram fotocularının pilates aletinde -elbette yanındakinin yardımıyla- asılı kalmalarının büyük bir hadiseymiş gibi dünyaya yaymalarına yayılarak gülmek; kaç zamandır göremediğim pek bir heyecanla kavuştuğum z.ç., yine kaç zamandır kavuşamadığım e.g. ile juno, kısa da olsa fantastik bir juno'lu cuma akşamı, pek özlediğim j.a., (ama cidden çok çok özledim kendisini), "sen hazırlama biz getireceğiz her şeyi" deyip de beni sadece masayı kurdurtarak müthiş heyecanla bekleten k. sisters ve arada yaşananlar ... ve tabii bir de avatar # 8

p.s. seviyorum ileriye gitmek isteyen, sürekli "kötü yanımı" bana iyilik yaparmış gibi göstermeyen insanlarla beraber olmayı. 


 

Wednesday, November 6, 2013

Guess who's back # 2

Tarif edilmesi zor olan ama hissettirdiği doğru olan, gerçek olan ama "guess who's back" olan. Dönüp baktığımda yıllar yılı belli önemli tarihlerde, dönemlerde benzer hissedip kenara attığım ancak sonrasında gerçekleştiğinde kaale aldığım bir duyguymuş. Hem olaylara, yaşananlara, belli sınavlara; hem de kişilere, isimlere dair. Hep böyle gelmiş böyle gitmiş ama nedense etkisinin ehemmiyeti nadiren önemsenmiş. Evet, hep o içteki ses. Başkasını bilmem ama benimkisinin bana dair yanıldığı baki değil. whatever. to whom it may concern desem cevabı I olacak bir durum.

sabahın köründe güneş garip şekilde sıcak ve sarı iken kulağımda tam da kendi kendime telaffuz ettikten sonra ne olduğunu anlamadan duyduğum şahane 2pac şarkı sözü.-rakim'i zaten defalarca söylemiştik bu defa 2pac olsun, sample'lara filan zaten bitiyorum... guess who's back


Eh, but picture how my nigga Sak duke do it.
Guess who's back?
I got keys comin' from overseas.

Cost a nigga 200 G's.
I'm a street commando.
Nino for example.
This lavish lifestyle is hard to handle.
So I got to floss 'cause I'm rollin' like a boss playa.
Thug granted to be a women layer
So many playa haters, imitaters steady swangin'.
Make me want to start bank bangin.
So I'm caught up in the game.
Let's go change.
Packin' 40 glocks.
Contain or rearrange.
All that jealousy and envy comin' from my enemies
While I'm sippin' on green leaves?
In front of black Lexuses, Chevy's on the roam.
96 big bodies sittin' on chrome
As we head up out the zone,
Stone facing is on.
Looking at mine but don't look too long.
I'm livin' a dream with triple beams and my pockets bulgin.
It's hard to imagine.
Picture me rollin'

Tuesday, November 5, 2013

Sabah # 2

dakikalarca bütün sokağı inleten ve nerden geldiğini çözemediğim alarmlı geceye, kabuslu rüyalara, kalkmanın değil de sabahın köründe sokağa çıkmanın zorluğuna,dünyanın sayılı aptallıklarından kabul edilmesi gereken marmaray imdat butonunu bekçilerinin varlığına, hiçkimsenin hiçbir bireyin yaşam hakkına, yaşam biçimini seçme özgürlüğüne karışmayan efsane hükümetin bu sefer de kızlı erkekli üniversite yaşam biçimine karışmama haline rağmen bir şekilde keyifli, güneşli sabah...yoksa geçmez bu hayat!

p.s. incecik, kenarları altınlı porselen kahve takımlara tavım. ama eski olmalı, bavyera, limoges, sevres olmalı, yeni ve özellikle de kare mare öyle grafik tasarımlı filan hiç olmamalı. tek sorun elde yıkamaya çok üşeniyorum yoksa sadece onlarla yer içerim.

p.s. (2) ama artık bu kendileri dışındaki herhangi bir varoluştan rahatsızlık duyan müminlerin her şeye karışması cidden yormaya başladı.

p.s. (3) inadına-hala yaz bebeğim

Monday, November 4, 2013

İnadına-hala yaz # 5

Ama gerçekten inadına gibi, hala sarı yaz sıcaklığında, turuncu keyfinde günler ... Kolay değil gündelik hayatta birçok şeye direniyoruz. İster istemez direniyoruz. Öyle sürekli direnişte olmayı çok tercih etmesek de hayatın bir şekilde önümüze getirdiği bu oluyor. Üstelik bu direniş sadece tahmin edildiği üzere ortak toplumsal hayatın yönünü çizen politik aktörlere değil, sosyal hayatın aktörlerine de oluyor. Zorlamaya, ahkam kesmeye, küçümseyen ifadelere, aşağılamaya, kaba saba tavırlara, (fiziksel veya pasif) şiddete, tahammül sınırlarını zorlayan ergen şımarıklığına, cehalete, cehaletten gelen içi boş özgüvene, yaptırımlı tehditlere, adaletsizliğe, gözün içine bakarak söylenen yalanlara, kendine dönüp bakmayıp başkalarını suçlamaya, sevimsizliğe direniyoruz; hem politikanın kurguladığı vergi, fatura ödemeli toplumsal hayatta, hem de her gün dışarı çıkıp yaşadığımız, vakit geçirdiğimiz sosyal hayatta.

Direniş zor şey, cicim! Ama işte hava bugünkü gibi beklenmedik şekilde güzel olunca kıpır kıpır bir şeyler mutlu ediyor keyifli kılıyor insanı.

#direnyatakodası - mutfak camındaki. aynı zamanda cumartesi gecesinin lafı. aynen donan şampanyayı patlatırkenki "mutluluklar falan filan" için lafı gibi.

Sunday, November 3, 2013

Never on sunday # the gang is back

sinagog töreni ile başlayan cuma sabahı, koşuşturma ile devam cuma günü, heyecanla beklenen cumartesi, daha bir heyecanla beklenen cumartesi yemeği, belini sakatlayan sevgi abla'nın artık gelemeyecek oluşu ile ortaya çıkan ve yakın zamanda çözülecekmiş gibi durmayan temizlikçi krizi neticesinde temizlik hem de ciddi ciddi temizlik yapma zorunluluğu, koşuşturma, yemek, "bagna cauda acaba herkes yer mi?", akşam 8 itibariyle bir anda herkesin düşmesi, herkesin neredeyse içinde + 1 gelişi, d. aka louboutin & e., i.k. & i. & mira, b. ile gelemeyen a., z. & b., ve elbette en yakında oturup da en geç gelen # 8  ile çoktan başlayan yemek, hemen hemen hiç artmayan yemekler, sağlıklı-sağlıksız her şeyin olduğu yemekler, elindeki double black label ile single malt'lara karşı bu yıl da ezici çoğunluğunu koruyan # 8, lahmacun hediyesi, toto sürprizler, bomba dedikodular, bomba haberler, bomba gelişmeler, atılan çığlıklar, kaldırılan kadehler, buzlukta donup da şaşırtan şampanya ve the gang is back ... ama öyle bebeğim; the gang is back baby! derken sabaha karşı uyutmayan-ama gerçekten uyutmayan öyle böyle değil- kas ağrıları neticesinde kişisel tarihimin sayılı öğlen uyanma seferi, garip bir şekilde -havaya rağmen- sakinlik, huzur, keyif, düzenin mutluluğu, "tamam" hissi, sadece j.s.bach ile gelen never on sunday ...

p.s. iassos tatili filan hariç herhalde yıllardır ilk defa kırmızı ojesiz bir gece oldu, zorunlu oldu, ayağını kıran ve aylardır yatan manikürcünün beklenmesi bunun sebebi oldu.

p.s. (2) ah kool and the gang ve ah o 1969 tarihli şahane ilk albümleri ve the gang's back again şarkısı. ama asıl favorim let the music take your mind.

Friday, November 1, 2013

Cuma eğlencesi # 9

Bir anda gelen şevk ve coşku misali yılın bitmesine az kalmışken koskoca bir yaz laylaylom  arzulu yürek sıkışıklığı gezici bir ruh halinde gemişken cuma eğlencelerine sıkı bir dönüş içerisinde olmanın şaşkınlığı ile "hala-inadına yaz" günlerinde yazıyorum.

Güzel oğlanlar güzel kızlar güzel elbiseler jilet gibi takımlar içerisindeler...Takım elbise, gömlek giyen insan zaten beğeniyorum hele hele böyle açık lacivert takıma siyah kravat takana tav oluyorum. Tav olduğum herhalde o ayrıntının etkileyiciliği, sıradan olmayan hal ile gelen özgüven. Yoksa sokakta veya televizyon görülen ama giydikleri takım elbiseleri taşıyamayan erkeklere zerre bakamıyorum. Hele bir de o takımların açık kahverengi açık gri gibi korkunç renkleri yok mu? Iykk deyip güzel görüntülere geri döner kızı da kızıl saçları beyaz teni kırmızı ruju kırmızı elbisesi ile beğenir giderim. 


 Kız bilindik yüzlerden ama ismini öğrenemeyeceğim kadar sıradan yüzlerden olduğu için ismini vs geçip hemen elbiseye geliyorum ve hatta orada kalıyorum. Elbise Dolce&Gabbana ve o kadar güzel ki...Kırmızısı, parıl parıl parlaması filan cidden insanı gördüğü yerde kalakaldırtıyor. Kızda da olmuş ama muhtemelen bu elbise giyen herkeste olur-içine girebiliyorsa elbette. Muhtemelen de biraz ağırdır diye tahmin ediyorum işte o zaman filan yürümek zor oluyor. whatever. Hiç önemli değil gayet güzel dream dress dedikleri -en azından benim için- budur.
 Kız bu resimde o kadar belli olmasa da oldukça güzel mankenlerden. Adını elbette unuttum da rus veya belarus olsa gerek bir de çok beğeniliyormuş ben yeni farkettim tabii. Elbise Versace, poz Angelina Jolie imzalı. Elbiseyi herhalde yeryüzünde sadece uzun ve zayıf ötesi mankenler ve kendisi de skinny ötesi bir insan olan Donatella Versace'nin kendisi giyebilir ama biz normal bedenlerdeki yani kemiğin üzerine et yağ gibi maddeler bulunan normal insanlar giyemez. Ama ondan öte o kadar şekilsiz ve hatta çirkin ki ... Boğaz ve omuzdaki siyah deri askılar nedir mesela? Şimdi yazarken farkettim göğsü olan kadınlar da giyemez çünkü bir yerlerden o memeler fışkırır orası kesin. Kısacası Versace'nin bir kez daha ne kadar manasız bir marka olduğunu görmüş olduk bu resimle. Ha, kızda olmuş onu tartışmıyorum. Bir tek artık o bacak pozu da çok sıkıcı.

 Yine Dolce & Gabbana imzalı Bizans esintili tasarımlarını giymiş people insanı. Elbisedeki figür Bizans İmparatoru Jüstinyen gibi duruyor burada. Hani San Vitale'deki meşhur mozaikteki hali sanki. Bunlar iyi hoş da elbiseyi taşıyan da hiç olmamış, durmamış o imparator varaklı elbise. Yani tamam para verilip alınmış da nolmuş, boşa harcanmış güzeller güzeli bir elbise ve sıradan at kuyruğu ile sıradan gülümsemesi ile sıradan bir görüntü veren sıradan biri çıkmış ortaya. Jüstinyen'e yazık...
 Güzel yaşlanan oyunculardan Glenn Close ve güzel ve anlamlı yüzü, güzel saçları, güzel kıyafeti tamamdır ya...Armani'ymiş her şey. Ama markasından ziyade taşıyabilmesi, üzerinde güzel olması önemli değil mi? Olmuş işte; keşke herkeste de böyle olabilse...
D&G ile devam... Kız galiba Isabella Rosselini'nin kızı veya torunu. Bilmem, beyazlığı güzel ışığı filan yok ama oraları geçelim bu ışık hadisesi ilginç bir şey. Pek insanda yok da herkes kendisinde varmış gibi davranıyor veya karşısındakinde varsa onu öldürmek için elinde  geleni yapıyor, hemen küçümsüyor, onu bir anda sarfettiği bir sözle aşağıya  çekmek istiyor filan. O yüzden bu "ışık" olayı değişik bir şey. Elbisenin ışığı ise aman yarabbim, uzaydan çekilen NY fotoğrafları gibi parladıkça parlıyor, o kadar şahane. Ve garip şekilde kendi ışığı olmayan kızda da güzel olmuş bu sefer. Demek ki artı ve eksi uyumu böyle bir şey. Sanıyorum bu seferki figür (cidden görülmüyor resimden) Jüstinyen'nin büyük aşkı Theodora olsa gerek. Ya da başka bir mozaik. Ama bence çok güzel. Kesin giymek ister bir de üstüne yine kendime imparator Adrianos (veya Hadrianyus) gibi imparator yolu yapmak isterdim. Hiç yalan değil güç ihtişam seviyorum ama Rejans'ta çalışmak zorunda kalan beyaz rus prensesleri gibi düşmüşüm, orası ayrı.
 Oh non! Bir facelift, bir dudak dolgusu bir şehvet iddiası var da o tahta masanın üzerinde olmamış o poz. Ayrıca üst bacakları da o açıdan çekilmiş bir resimde kalın çıkmış ki muhtemelen kendisi de görüp onun bunalımına girmiştir. Rose bir şey, bir aralar Marilyn Manson ile beraberdi sanki de işte celebriti. Bir de oyuncu galiba bunun yanında. 
Beyaz tenli, kızıl saçlı güzel mankenlerden Coco Rocha. Hele hele saçlarını kestirmekten korkmayan güzel kadınları daha çok seviyorum. Üstündeki de dantelli ama olmuş işte.
 Hah yine aynı kız, Isabella Rossellini'nin kızı. Aslında yaşı bu babaanne saten elbise rengi için fazla küçük de işte beautiful people dünyasındaki küçük kızlar genelde olduklarından 30 yaş büyük göstermek için deliriyorlar, ondan sonra da büyüdüklerinde 30 yaş genç gözükmek için yüzlerini gerdirtip garip yaratıklar haline dönüşüyorlar. İlginç. Zaten ışıksız biri bu gri ile iyice yaşlı ve sıkıcı olmuş. İnce olması, köprücük kemiklerinin Armani elbiseden daha çok belirgin olması bir şey değiştirmiyor.

 Lauren Hutton...Nasıl da hala güzel bir insan! Yüzü belki pürüssüz ve makyaj dersi alınacak cinsten değil ama hala gülebilen, gülünce güldüğü belli olan,her şeyden önemlisi rahat hareket edebilen kendisi gibi giyinen tarzı olan bir insan.
 Sadece kaykaycı olduğu hem de şahane kaykay yapan bir kız olduğu için koydum. Şahane karın kaslarını da görmedim değil. Ne diyeyim çalışınca oluyor herhalde.
 Birileri ne güzel dans ediyor da ben sadece kafama bu tip güzel çiçekli taçlar takmak istediğim için koydum. Elbise filan korkunç. Ama taçtan torpilli bir şey demiyorum. Sadece o tacı takmak istiyorum o kadar.

 Fotoğrafçı Bruce Weber ile karısı beraber yaşlanan çiftlerin birbirlerine be kadar benzediklerinin göstergesi gibi. Yüzleri filan da benziyor. Ama beraber yaşlanmayan birbirini yeni tanıdığı söylenen birbirlerine aynı ameliyatlarla benzeyen çiftlerden favorim Ebru Şallı ve Sinan Akçıl. Dudakları filan aynı gibi pout lip dediklerinden. Yeni günlerin Hürriyet Kelebek eğlencelerinden. şiştim!

 Güzeller güzeli Stephanie Seymour 'un gey dünyasında ikon olmuş oğulları. Yorumsuzum. Ama annelerini andırıyorlar. Hele sağdakinin pozu bayağı annesinin Richard Avedon'a verdiği pozlar gibi.

 Plus size tabir edilen mankenlerdenmiş, skinny ötesi olmuş. Eski halini bilmiyordum belki de bu hali iyi olmuştur herhalde de biraz fazla olmuş sanki, her şey fazla bol olmuş, hele o içindeki sütyenimsi büstiyer sanki hiç göğsü olmadığının göstergesi gibi olmuş. Fazla siyah bence. Çok fazla yazdım, sıkıldım. Güzeller belli, çirkinler de ama en güzeli D&G koleksiyonu, her yer Bizans her yer varak...