* Mehmet Tez'in müzik yazıları. Evet. Gerçekten müzik hakkında yazmasın hele hele hiçbir şekilde Daft Punk 'mış, Nile Rodgers'mış, Stevie Wonder'mış yazmaması gereken başlıklar. Aynen soul-funk-hip hop başlıklarında olduğu gibi. Ona derin gelen sular bu sular. Jack White filan hakkında yazsın, tamam işte. Ha bir de Melis Danışmend hakkında da olur, zaten her yıl kız yeni albüm çıkardığında mutlaka yazıyor. Yemin ediyorum bir nevi Bitmemiş 8. Senfoni gibi bir hadise bu. Off ki off. Hele o Vogue yazıları yok mu, sıkıntıdan damarları açtırır insana ... Yeni nesil tabir ile lifestyle yazıları belki daha uygun kendisine. Fena mı, ekürisi ile konu paslaşırlar, bedavaya seyahat ayarlanıp sonra da her zaman olduğu gibi köşelerinde yazarlar. Hadi oldu bu iş!
* Meltem Cumbul'un sürekli gülen hali. Hayır, gülsün tabii, güldüğünde kahkahaları duvarlarda yankılansın ne güzel de gel gör ki göstermek istediği kadarki "aşırı mutlu, aşırı pozitif, aşırı güleryüzlü" halinin gerçek olmadığı o kadar belli oluyor ki. Hem de kendisiyle tanışılan ilk günlerden beri yani üzerinde Rıfat Özbek imzalı kızılderilli tarzı ceket giyip çıktığı Number one'nın yayınlandığı TRT günlerinden beri yüzüne yapışık bir gülümseme ile tanışmış durumdayız.
* Ah ama asıl Ömür Gedik'ın konu ile hiç ilgisi olmayan manasız şuh pozlar vermesinin ve zincirlerini kırıp kıstığı gözleriyle ufuğa doğru bakarak daktilosunu tıklatan efsane bir kısa film ile kendisini bambaşka bir platforma taşıyan ama gel gör ki Aykırı Sorular'da gelen hiç beklemediği afallayan kişisel gelişim uzmanı (ki insanların toplumsal yaşamda kendi kendilerini koydukları yer ile yine kendilerince kendilerine yükledikleri bu istisnai sıfatlar beni benden alıyor) Aret Vartanyan'nın vak'a olarak irdelenmesini düşünsem yüreğimin ne yazık ki bunu kaldırmayacağını hissederek kendilerini sadece "gereksiz"ler listesine alıyorum. Ama o kısa film.. Ya nasıl desem, nasıl anlatsam ki? Ama herhalde seyredilmeden konuşmak beyhude bir çaba olacaktır. O kadar istisnai bir fantastiklikte...
* Meltem Cumbul'un sürekli gülen hali. Hayır, gülsün tabii, güldüğünde kahkahaları duvarlarda yankılansın ne güzel de gel gör ki göstermek istediği kadarki "aşırı mutlu, aşırı pozitif, aşırı güleryüzlü" halinin gerçek olmadığı o kadar belli oluyor ki. Hem de kendisiyle tanışılan ilk günlerden beri yani üzerinde Rıfat Özbek imzalı kızılderilli tarzı ceket giyip çıktığı Number one'nın yayınlandığı TRT günlerinden beri yüzüne yapışık bir gülümseme ile tanışmış durumdayız.
* Ah ama asıl Ömür Gedik'ın konu ile hiç ilgisi olmayan manasız şuh pozlar vermesinin ve zincirlerini kırıp kıstığı gözleriyle ufuğa doğru bakarak daktilosunu tıklatan efsane bir kısa film ile kendisini bambaşka bir platforma taşıyan ama gel gör ki Aykırı Sorular'da gelen hiç beklemediği afallayan kişisel gelişim uzmanı (ki insanların toplumsal yaşamda kendi kendilerini koydukları yer ile yine kendilerince kendilerine yükledikleri bu istisnai sıfatlar beni benden alıyor) Aret Vartanyan'nın vak'a olarak irdelenmesini düşünsem yüreğimin ne yazık ki bunu kaldırmayacağını hissederek kendilerini sadece "gereksiz"ler listesine alıyorum. Ama o kısa film.. Ya nasıl desem, nasıl anlatsam ki? Ama herhalde seyredilmeden konuşmak beyhude bir çaba olacaktır. O kadar istisnai bir fantastiklikte...
No comments:
Post a Comment