Friday, June 29, 2012
After laughter comes tear
Almanya'nın Yunanistan'ı yenip coştuğu maç sonrası burada olmasam da Angela Merkel'in kendinden geçmiş hali bütün gazetelerde, haber kanallarında gözden kaçacak gibi değildi. Nasıl bir sevinmek, nasıl bir kendinden geçme ... Hem de ekonomik olarak çok zor günler geçiren, başbakanının Avrupa Birliği toplantılarında neredeyse el pençe olarak durduğu, yine Merkel'in "yunanlılar ege kıyısındaki adalarını satsınlar, oradan gelen parayı hazineye koysunlar" gibi parlak düşüncesinin telaffuz ettiği dönemlerde bir de futbolda Almanya'ya yenilmek çok zor olsa gerek, epey delirmiştir Yunanlılar. Ama işte hiçbir şey sonsuza dek sürmüyor. Başarı da başarısızlık da. Mutlaka daha iyisi daha genci daha şanslısı daha beceriklisi çıkacaktır. O yüzden özellikle de böyle ince konularda, karşı tarafın incinebileceği, zayıf olduğu konularda biraz dikkat etmek lazım. Zamanında herhalde 2002'deki kupada yine Almanya Suudi Arabistan'a 9 tane mi ne atmıştı, daha ilk maçlarda elemiş, sevinçten coşmuştu. Ne gerek var? Belli ki güçlüsün kaplan gibisin bırak işte biraz haysiyetin ağırlığın olsun. Bu sefer de öyle değil mi? Ama olmuyormuş işte. Ağzından tükürükler çıkarak sevinsen de o sevinç kursağında kalabiliyormuş. Biraz dikkat etmek, diğerini de görmek lazım. O kadar sevindim ki Almanya'nın kazanmayışına, finale çıkmayışına...Şimdi final güzel oldu işte; İspanya-İtalya.
Ayrıca güzeller güzeli Wendy Rene şarkısı After Laughter Comes Tears Merkel'e hediye olsun, Stax Records'tan gelsin. Kendisinin daha Doğu Almanya sokaklarında çocuk vaziyette dolaştığı yıllardan, kıyafetlerinin, gözlüklerinin ama en önemlisi bakış açısı değişmediği, her şeyin daha bir insani olduğu günlerden...
Thursday, June 28, 2012
Sohbet ve içindekiler
haziran sonu, cihangir, kupa, maç, ispanya-portekiz, yemek, julien, elisa, beğenilen topçular, tahammülü zorlayan topçular derken.
j.- figo et cantona. hahahahaaa... mais ils te rappellent pas qq'un qu'on connait par exemple?
a. ha? qui?
j. - puahhh. mais tous les deux ils se ressemblent a petrus. a ton petrus.
a.- (şok) ah oui, tu crois, hmm le nez c'est sur. oui, t'as raison. en tout cas ils sont tous les deux super virils et lui aussi on dirait.
neyse bazı dönemler sapmalar yaşansa da beğenilerinde istikrarlı bir insanmışım, bunu görmüş olduk bir kez daha. ama evet, sapmalar mevcut. herkes gibi.
j.- figo et cantona. hahahahaaa... mais ils te rappellent pas qq'un qu'on connait par exemple?
a. ha? qui?
j. - puahhh. mais tous les deux ils se ressemblent a petrus. a ton petrus.
a.- (şok) ah oui, tu crois, hmm le nez c'est sur. oui, t'as raison. en tout cas ils sont tous les deux super virils et lui aussi on dirait.
neyse bazı dönemler sapmalar yaşansa da beğenilerinde istikrarlı bir insanmışım, bunu görmüş olduk bir kez daha. ama evet, sapmalar mevcut. herkes gibi.
Wednesday, June 27, 2012
Yorum
Konuşamayıp delirip sonrasında telefonda duyduğum sesi ile beni sabahın köründe mutlu eden Fuket 'ten gelen yoruma o kadar güldüm ki ... Elbette NY sonrası şöyle bir sakinlik, dinginlik olmadığından, fac günlerinden pek eğlendiğim pek sevdiğim insanlarından Julien'nin gelmesiyle, yakında baba olmasıyla, beraber deliler gibi vakit geçirmemizle konu elbette Petrus'e geldi, her şey bir şekilde açığa çıktı. Ayrıca Güney Amerikalıların bizi bizim gibi anlayabilmelerine bayılıyorum. Tamamdır olay. Yorum için ise, paragraflarca yazdığım maile karşılık ta muson yağmurlu bölgelerden arayan ve olayları, Petrus bilgilendirmelerini duyan Fuket bombayı patlattı: "tam senlik". Açılımı ise "aaa bildiğin gizem insanı, tam senlik. senin gibi netlik seven bir insan için olabilecek en güzel şey gerçekten gizem, oooh ki ohhh en sevdiğin en iyi anlaştığın. yengeç olabilir mi bu? vah vah sana"
Biraz da arkası yarın gibi çünkü cumartesine kadar daha çok yorumluk haber çıkar buradan.
Biraz da arkası yarın gibi çünkü cumartesine kadar daha çok yorumluk haber çıkar buradan.
Tuesday, June 26, 2012
Le retour # 4
çikletten çıkar gibi çıkmış sürpriz nyc seyahati, g.g., haziran ayının güzelliği, boğmayan sıcaklığı, macera dolu amerika'ya macera dolu başlangıcın g.g. ile karışmış olan birbirimizin pasaportları ile ayrı pasaport memurlarından gayet rahatça geçmemiz, thy'nin dar koltuklarında geçirilen 7 saatlik uçuş derken öğreniyoruz ki bir sonraki uzun uçuşlar ancak business olur yoksa olmaz, pek güzel pek retro pek kool ve tabii heaven like yataklarımız (aynen b. & m. ile gittiğimiz londra seyahatindekiler gibi), hemen sokak, hemen hell's kitchen, hemen ilk yemek, hemen ny vergisi ile tanışış, hemen jetlag'e direniş; 17, ilk kahvaltı, pek diner pek amerikan, pek obez amerikan boyutu ve haliyle yalan olan intolerans-vegan-veji yeme biçimi, ta istanbul'dan rezervasyon yaptığım ve yediğim en güzel hamburger yolunda minetta tavern, "ben artık başka yerde hamburger yemem" , artık bizim olan soho-nolita; 18, brooklyn'de olmayan brooklyn diner, yine soho, sushici diye gidilip steak tartare ile çıktığım blue ribbon, sebze -meyve özlemi, wholefoods, toms, park, şehrin içinde iyi, yeşil, sağlıklık hissettiren park, central park, lower east side güzellliği, soho koolluğu, flame's, roof tutkusu peşinde high heels, balthazar, eggs benedict, supreme suratsızlığı ve inadımdan alışveriş yapmayışım, efsanevi met, güzel met, çıkışta central park parkuru, 5. cadde evleri ve "tamam", kennedyler, jackie kennedy parkuru, demarchelier, fransız garson, bir anda gelen haber ile iş görüşmesi, brooklyn ve plakçıları, ve irish pub ve maç, gitgide artan sıcak, asla anlayamadığım fahreneit ölçüsü, nem ve nemin saçlardaki korkunç etkisi, saatlerce yürüme neticesinde ayaklarımındaki yaralar ve giyemediğim topuklular, "ben gidemem petrossian'a, o bize gelsin" gibi bir manasızlıkla 2 blok ötedeki petrossian'a gitmeyip son gece asıl sushici blue ribbon'a inmek ama yine de "ya ama o kadar istediğini söyleseydin giderdik petrossian'a" pişman olmak ama yine de her şeyin pek güzel, pek keyifli, pek "bilindik" olması ve I heart new york.
p.s. dünya gerçekten küçükmüş deyip sokakta gecenini yarısı yürürken yıllardır ama yıllardır görmediğim çocukluk arkadaşıma rastlamam herhalde en bomba durumlardan biriydi. otisabi. cidden dünya hem küçük hem de fantastikmiş.
p.s. (2) hayır, the bronx'a gitmedim. bir sonraki sefer 6'e atlayıp gitmeyi düşünüyorum ama en iyi plakçılar manhattan'daymış, onu da öğrendik.
p.s. (3) evet, amerikalılar belki sahte vaziyette "hi honey" deyip ama yine de kendilerine güvenli, kendilerini yaptıkları işten büyük görmeyip işlerini yapmaya çalışıyorlar bunu yaparken de nazikler. en azından bizdeki karşısındakinin mutsuzluğundan mutlu olma hali çok daha az. bir de gereksiz yere yalan söylemiyorlar, olmuyorsa olmuyor. ülkeye giriş ile anında pasaporttaki "günaydın"a verilmeyen cevap ve bürokratik otorite. çok güzel ya, her dönüş devasa bir mutluluk.
p.s. (4) ilk 1 ay o yiyeceklerden o porsiyonlardan obez olur insan ama sonra herkesin her an her saat aralığında koştuğu bir yerde kesin skinny olur.
Monday, June 25, 2012
Beklerken
Friday, June 15, 2012
Thursday, June 14, 2012
P.S. # 3
salı günü, geri vitese çevirip ani bir kararla, gidiş-geliş * 2, yine son dakika yazılan düğün sonrası yazılan paper ve artısı, doğru karar, eğlenceli karar, "tamamdır". hallelujah !
Tuesday, June 12, 2012
Le retour # 3
madonna sonrası, muhteşem madonna konserinin hemen ertesicuma sabahı gidiş, alaçatı, düğün, 2can b. & julius sezar, kalabalık, küçük düğünün büyük düğün olması, elbisenin fermuarının kopması, skandalın kenarından dönüş, b planının oluyor oluşun sevinci, sakinliği, 2can b.'nin gelinliğinin güzelliği, havuzun kapanması, yiyeceklerin cidden lezzetli hali, biz biz halimiz, gey kapılım z., k., r., sevdiğim insan kool şahsiyet k., g.g., isveçli, sekvotka ile seksi çift odamız, gençlik aşkım 2can b.'nin babası, pıııır, düğünün en ama en güzeli olan pııııır, gecenin bir yarısı ansızın gelen v., pek eğlenceli pek komik düğün, deniz, eh yunan adalarına kadar gidiş, alaçatı denilen yerin uçuk pahalılığı, pazar dönüş, pek şahane şekilde yaptığım master'ın bölümdekilerin umursamazlığı, yök'ün ağır kanlılığı ile son anda patlayan tek ders sebebiyle yapılması gereken paper, ağır konu, bütün bir gün yazı ve le retour... ancak ... cumartesiye kadar...
p.s. madonna konseri muhteşemdi de o stattan çıkış nedir kardeşim? eğer bu gslılar her maçtan sonra böyle çıkıyorsa-elbette vip'ten bahsetmiyorum-kolay gelsin bir de soğuk su içsinler...korkunç çünkü...
p.s. madonna konseri muhteşemdi de o stattan çıkış nedir kardeşim? eğer bu gslılar her maçtan sonra böyle çıkıyorsa-elbette vip'ten bahsetmiyorum-kolay gelsin bir de soğuk su içsinler...korkunç çünkü...
Sunday, June 10, 2012
Resimdeki yanlış
"Yanlış" demek pek doğru olmasa da her şeyin çok ulvi, çok ruhani, çok duygusal, çok özel, çok arınmış anlamlarla yüklü bir anında o en az 5 bin dolarlık bir ayrıntı sadece çok dikkat çekici. Demek ki herkesin bir aşil noktası varmış. En yücelerin bile. Demek ki hiçbir şey gözüktüğü, gösterildiği gibi değilmiş.
p.s. phuket'ten gelen bilgiler doğrultusunda öğreniyorum ki dalai lama'nın kolundaki rolex'in hikayesi bambaşkaymış, küçük oğlan çocuğunun mekanik hayranlığı ve hediyelerle ilgiliymiş. rolex seven bir insanım zaten sorun yok da yine de dalai lama olup rolex takmak bilmiyorum garip gelmiyor değil. o zaman kılık kıyafet de değişebilir, çeşitli markalarca giydirilebilir diye düşünüyorum. yoksa forever rolex...
p.s. phuket'ten gelen bilgiler doğrultusunda öğreniyorum ki dalai lama'nın kolundaki rolex'in hikayesi bambaşkaymış, küçük oğlan çocuğunun mekanik hayranlığı ve hediyelerle ilgiliymiş. rolex seven bir insanım zaten sorun yok da yine de dalai lama olup rolex takmak bilmiyorum garip gelmiyor değil. o zaman kılık kıyafet de değişebilir, çeşitli markalarca giydirilebilir diye düşünüyorum. yoksa forever rolex...
Wednesday, June 6, 2012
Kırmızı halı sapkınlığı
Haberlerde duyulduğu gibi yarın vereceği konser için gelen Madonna, havaalanında yere serilen kırmızı halı üzerinde karşılanmış... Uzun zamandır duyduğum en boş, en gereksiz işlerden biri derdim ama Türkiye'de yaşadığımızdan her an itibariyle bir gereksiz konu ile karşı karşıya olduğumuzdan "Madonna'ya serilen kırmızı halı" nisbeten sönük kalıyor.
Ama ne yazık ki bizde bir kırmızı halı sevgisi, onun üzerinde tapınma hadisesi mevcut. Saygının böyle gösterildiğinin sanrısındaki bir ülkeyiz. 99 Depremi'nde binlerce insan ölmüş, onbinlercesi enkaz altında kurtarılmayı, yabancı ve elbette daha donanımlı kurtarma ekiplerine sahip ülkelerden gelmiş yardımlar havaalanından dağıtılmayı beklerken vali gelecek diye herkeste gereksiz bir heyecan yaşanıp yere kırmızı halı serilmiş, "sayın vali" gelmiş, sonra her şey normale dönmüştü. Hatta yine depremden hemen sonra bölgeyi ziyarete giden Demirel'e (veya bir başka bakan makan öyle birine) sanıyorum o molozlar, yerle bir olmuş evler arasında acı çeken insanlar yanında yere kırmızı halı serilip öyle karşılanmıştı devlet erkanı. Elbette aksi düşünülemez çünkü devlettir bizim anamız babamız her şeyimiz, insanlar ölebilir veya öylece ayakta bekleyebilirler hiç sorun değil. Var, var ne yazık ki kırmızı halı sapkınlığı, arızalığı ve yapanda olduğu kadar yapılanda da sahte saygının yükselttiği ego hali var çünkü yapılan zaten kendisini dünyanın merkezinde sanıyor, yapan da "bir gün bu saygımın karşılığı gelecek, takdir edileceğim" diye düşünüyor. Gösteriş neticede gerçekten hissedilen bir durum değil.
Madonna ve kırmızı halıya dönersek...Sahip olduğu imkanları, bankadaki meblağları, egosunun yüksekliğini düşünür bir de kendisinin elbette artık bazı inançları sebebiyle daha mütevazi bir hayat yaşamaya çalıştığı, yoga matının kendisinin taşıdığını ve bugüne kadar yapılmış her türlü yalakalık biçimini gördüğünü düşünürsek ayağını kırmızı halıya bastığını farkettiğini bile düşünmüyorum. Öyle de görülüyor. Zaten kısacık bir şey serilen o halı, jetinden inmiş sevgilisi ile basmış ayağını ve yürüyüp gitmiş. Noldu kırmızı halı serdik. Sonuç? Sıradanlık ötesi gereksiz hareketler listesinde bir numara. Bir etkileme bir coşku yaratma hali var mı? Yok. 0+0=0
Bir de hala Istanbul'a love boat gemileri gibi büyük gemilerle gelenleri Karaköy limanında Mehter Takımı ile karşılamıyorlar mı? Of ki of...Dünya nerede biz nerede. Evet. Hala.
Ama ne yazık ki bizde bir kırmızı halı sevgisi, onun üzerinde tapınma hadisesi mevcut. Saygının böyle gösterildiğinin sanrısındaki bir ülkeyiz. 99 Depremi'nde binlerce insan ölmüş, onbinlercesi enkaz altında kurtarılmayı, yabancı ve elbette daha donanımlı kurtarma ekiplerine sahip ülkelerden gelmiş yardımlar havaalanından dağıtılmayı beklerken vali gelecek diye herkeste gereksiz bir heyecan yaşanıp yere kırmızı halı serilmiş, "sayın vali" gelmiş, sonra her şey normale dönmüştü. Hatta yine depremden hemen sonra bölgeyi ziyarete giden Demirel'e (veya bir başka bakan makan öyle birine) sanıyorum o molozlar, yerle bir olmuş evler arasında acı çeken insanlar yanında yere kırmızı halı serilip öyle karşılanmıştı devlet erkanı. Elbette aksi düşünülemez çünkü devlettir bizim anamız babamız her şeyimiz, insanlar ölebilir veya öylece ayakta bekleyebilirler hiç sorun değil. Var, var ne yazık ki kırmızı halı sapkınlığı, arızalığı ve yapanda olduğu kadar yapılanda da sahte saygının yükselttiği ego hali var çünkü yapılan zaten kendisini dünyanın merkezinde sanıyor, yapan da "bir gün bu saygımın karşılığı gelecek, takdir edileceğim" diye düşünüyor. Gösteriş neticede gerçekten hissedilen bir durum değil.
Madonna ve kırmızı halıya dönersek...Sahip olduğu imkanları, bankadaki meblağları, egosunun yüksekliğini düşünür bir de kendisinin elbette artık bazı inançları sebebiyle daha mütevazi bir hayat yaşamaya çalıştığı, yoga matının kendisinin taşıdığını ve bugüne kadar yapılmış her türlü yalakalık biçimini gördüğünü düşünürsek ayağını kırmızı halıya bastığını farkettiğini bile düşünmüyorum. Öyle de görülüyor. Zaten kısacık bir şey serilen o halı, jetinden inmiş sevgilisi ile basmış ayağını ve yürüyüp gitmiş. Noldu kırmızı halı serdik. Sonuç? Sıradanlık ötesi gereksiz hareketler listesinde bir numara. Bir etkileme bir coşku yaratma hali var mı? Yok. 0+0=0
Bir de hala Istanbul'a love boat gemileri gibi büyük gemilerle gelenleri Karaköy limanında Mehter Takımı ile karşılamıyorlar mı? Of ki of...Dünya nerede biz nerede. Evet. Hala.
Sunday, June 3, 2012
Never on sunday güzeli
Kidz
herkes bir zamanlar çocuk (ya da ergen)... soldan sağa yoklama alınır; rock n' roll, hip hop ve tabii sinema günlüklerinden.
bir de yine kidz deyince insanın aklına gelen kids diye efsane bir film var; ny temalı, supreme temalı, streets temalı, kaykay temalı, harmony korine, larry clark imzalı, yukardan resimden muhtemelen 6-7 yıl sonra geçilmiş 90lara damgasını vurmuş...
Never on sunday # 6
daha böyle olmasa da havaların ısınması, yüreğin hafiflemesi ile bazı şeyler never on sunday haline kendiliğinden dönüştü, basitleşti...garip ama kötü garip geçmeyen bir hafta, 1 haziran ve yaz havasının gelmesi, yoğun haziran gündemi, koşuşturması, heyecanı, cuma yemeği, karaköy lokantası, e.g. ve b.i., klasik lise günleri yavşaklığı, arka tarafta oturan general karısı saçlı teyzelerin nefret bakışları, pek eğlenceli pek saçmalık dolu gece, yan, "sanki flatline'da böğürüyoruz", star wars inancı, gecenin sonunda herkeste kopuşlar, ertesi gün kimsenin bir yerden sonrasını hatırlamaması, sıcak cumartesi günü, yeşilköy, eski mahalle, hayatımın geçtiği sanki 2. evimmiş gibi yaşadığım evde "çeşit yemeği", i.k., den., papi'nin özlemi, klasik bomba laflar ve ilk gençlik çete günleri anıları, "eve gideyim biraz dinleneyim ben", pazar, arka taraf, beyaz, sakin, merci pr tt, daha gün uzun deyip tüm manasızlıklardan, kürtaj başlıklı saçmalıklardan, melih gökçek ve diğer tüm benzer söylemde bulunanlardan uzaklaşmak, bilindik hitler vari nasyonal sosyalizm nutuklarını duymamak, mucizenin gerçekleşmesini dilemek ve yine hafifliğe koşmak, never on sunday hissiyatı içerisinde. zor ama kim bilir, hayat sürprizlerle dolu...
Subscribe to:
Posts (Atom)