Monday, August 30, 2010

Tatil eğlencesi, birçok "cuma eğlencesi"

Bugünün tatil olması şahaneydi. Nihayetinde günler günler sonra bir şekilde, bir nebze olsun dinlendiriciydi. Uzun uzun zamandır cuma eğlencesini yazmıyordum. Hoş bugün de cuma değil ama madem tatil, madem Emmy'ler verildi o halde neden bugün cuma gibi olmasın...





Müthiş sevdiğim (!) insanlardan başlıyorum. Heidi Klum. 4. çocuğunu da doğurdu ve artık herhalde rahatladı diyeceğim. Ya da umuyorum. Elbette 4 çocuk için veya hiç çocuksuz biri için bile harikulade bir vücudu var. Ama yani işte. Bir şey var olmayan, gitmeyen, muhteşem gelmeyen. Ya da ben bir insanın vücudu muhteşem diye hayranlık duyanlardan değilim. Yüzünü ve gülümsemesini sevmiyorum mesela. Fazlasıyla sırıtıyor fazlasıyla düzgün. Sıradana bile kaçıyor düzgünlükte. Elbisesi de Marchesa ultra ultra mini, ultra ultra harikulade ama sıkıcı işte. Hiç de olmamış. Ha nesi olmamış denilirse, her şeyi olmuş da olmamış işte. Fazlasıyla "mükemmel ve kusursuz".



Soldaki sarışın 90'ların başında Jane Campion tarafından çekilmiş The Piano filmindeki dilsiz kadının küçük kızını canlandıran hatta bu rolle oscar almış oyuncu. Büyüyünce çirkinleşmiş ama gel gör ki vampirler dünyasında epey popüler hatta rol arkadaşı ile de evlenmiş durumda. Elbisesi güzel duran ama pek de güzel olmayan tarzda. Ancak herhalde bir saygı niteliğinde giyilmiş olabilir çünkü Alexander McQueen imzalı. Yani dahi tasarımcı imzası olması bir elbisenin muhteşem olmasını gerektirmiyor.

Kız hoş elbise hoş ama nedense beraber olmamışlar. Kız bence epey hoş ya da The Devil Wears Prada 'daki kızıl saçları ve lacivert ojeler çok hoştu, kooldu ama belki rolun gereğiydi bilmiyorum ama beğeniyorum genelde Ama burada sönük duruyor. Elbise Dior ve cidden de güzel bir elbise ama rengi bu kadar beyaz tenli birisi için fazlasıyla "uçuk" bir mavi. Aksine daha koyu daha çarpıcı bir renk olmalıydı. sanki. Bir de kız yüzüne bir şey mi yapmış acaba? Fazla gergin duruyor, facelift garip şey, çok çekik durabiliyor, yaptırmak mı yaptırmamak mı bilemiyorum zor karar.

Herhalde Emmy'lerde beğendiğim birilerini bulamayacağım. Eski bir gençlik dizisinin aktrisi. M6 gösterirdi Fransa'da oradan hatırlıyorum. Kıvırcık saçları ile ekranı kaplıyordu. Daha geçen gece yemekte konuştuk "kıvırcık saç" hadisesinin beğenilip beğenilmediğini ve ben bir kez daha anladım ki hiç beğenmiyorum. Güzel kıvırcığı olan herhalde yeryüzünde çok az insan var ve nedense benim hiç hoşuma gitmiyor. Kadında da erkekte de. Bu kız da hoş bir kız. Biraz hüzünlü ifadesi var ama hoş. Elbisesi de epey güzel. Ama benim için ikisi de fazlasıyla sönük fazlasıyla mütevazı fazlasıyla görüp de fark edilmeyen cinsler. Tarz meselesi. Sanıyorum ben böylesine sıradan olabilen insandan da tarzdan da hoşlanmyorum.
Oh be! Nihayet! İşte elbise ve tabii işte onu taşıyabilen Edie Falco. Yani ismini televizyon tarihine efsane Tony Soprano'nun hanımı olarak yazdırdığı. Elbise de Bottega Veneta. Ah, Bottega Veneta. Nasıl da güzel bir markadır. Nasıl içine sığamadığım markadır. J.A.'ya esip de bir gün beni alışverişe çıkarttığında indirimdeki Bottega Veneta'ları çok beğenip "dene" dediğinde, içine rahatlıkla girip-hani şu reklamlardaki uzun uzun uçuşanın- belinin de olup ama göğsünün kapanmaması beni resmen yıkmıştı. Hayır, hiçbir şekilde kapanmadı göğsün kenarındaki o çıtçıtlar. Her türlü çabama rağmen, bir büyük bedeni de yoktu. Hüsran!

Mad Men dizisinin güzel kadınlarından. Daha önce de yazmıştım yne buradan ama güzel sarışınlardan kendisi. Hem güzel hem de hafif arıza bir hali var. Çoğunluk üzerindeki Versace Atelier elbiseyi beğenmemiş oysa ben epey başarılı buldum. Kumaşı hariç ama renk ve kesim harika. Tam ödül törenlik. Ne yani sönük mü ağırbaşlı mı giyinmek lazım? Aktris ve aktörlerden söz ediyoruz yani ilgi çekmeyi, ilgi görmeyi, bakılmayı seven insanlar, January Jones da gayet bakılası insanlardan.
.
Ve güzel insanla bitiriyorum. Mad Men'nin seks bombası ilan edilen, yine Amerika'da en seksi kadın seçilmiş Christina Hendricks. Ben şahsen pek beğeniyorum. Kızıl saçları, beyaz teni, normal insan hatlarındaki vücudu ile tamamdır (söylüyorum denediğim bottega'ya bu göğüslerle o da giremez). Ayrıca bir başka sebebi de var-isveçli, sen anladın onu!. Elbisesi güzel değil püskülleri çirkin, Zac Posen yapmış, bence çirkin bu kadın çok daha güzelini taşımalı. Bu kadar biter gider forever Christina derim ayrıca.

Sunday, August 29, 2010

Never on sunday # 5


Şu resimdeki hafifliğe ulaşmak istiyorum... Halet-i ruhiye olarak evet, epey yakınım da fiziksel olarak pek değil. Hala kendimi çok yorgun, bitkin, sesi kısık, şekeri tatlı sevmediği halde bir tabak tatlı yedirtecek kadar oynamış/düşmüş, halsiz, ara ara uyku bastırması yaşayan vaziyetteyim. Bu kadar sürmesi elbette normal değil de herhalde bir döneme denk geldi her şeyin üst üste bindi diye düşünmek gerekiyor. Yarın tatil ve o kadar mutluyum ki...

"ne güzel cumartesi akşamı çıkmayacağım" düşüncemin çirkin ama karizmatik erkek b. 'nin isveçli m. tarafından düzenlenmiş sürpriz partisi, iyis, levent köşebaşı, yemekte gözlerin kapanması, nispeten açılan gözler, dans eden bacaklar, şarkılara katılan dudaklar, sekvotka ile terapi'de iğrenç pimp hareketlerinde bulunma, bana göre dünyanın varoşu bir kıza kendini dünyanın en güzeli, en muhteşemi hissettirme (sebebi elbette ben değilim), julius sezar t.'den eski sevgilim b.'ye hakkımda yaptığı muhteşem iltifat, "vanilya gibi";
sakin cuma gecesinde yorgunluktan yere yapışma, öncesinde boş ev ziyareti, biraz basık ama güzel ama biraz basık, komik ama haftasını geçmiş digitürk kumanda sorununu frankie 'ninkini alarak halletme bir de üstüne üstlük yanında şampanya alıp çıkma (herhalde bu kadar yüzsüzlükten sonra bizden köy de kasaba da olmaz, olmasın da zaten, zamanla her şey değişir su yolunu bulur aynı suda da iki kere yıkanılmaz);
yine gecenin ortasında günün ağırmasına yakın fransızlardan ayrılınıp "une derniere biere"i artık paris /bruxelles/stras'a bırakarak eve dönülen perşembe, sabahında işe gidilen cuma, dinlenme ihtiyacı, uzanma, miskinlik ve pislik yapma isteği, gerçek bir never on sunday ihtiyacı, dileği ve işte on y go...

Friday, August 27, 2010

Günlerin tükenmişliği

Bitiğim. Resmen. Günlerdir. Geçen perşembeden beri süregelen fransız geceleri tüketti bitirdi beni. Dün gece son yemek yendi, durmaksızın "son bira" içildi, son grup gitti, umuyorum ki bu akşam, yarın gündüz dinleneceğim, uzun uzun uyuyacağım. "Allez hop, une derniere biere avant qu'on rentre". Bunların bir sonraki sefer İstanbul'a geldiklerinde sanıyorum ben de izin almalıyım. Her gece alem, her gece sabaha kadar eğlence, her gece sabaha karşı dönüş ve ertesi sabah işe gidiş resmen tüketti beni. Önce şekerim, sonra reflüm azdı. Nefesim kesilmeye başladı, sesim zaten kısıldı ve nefesim kesiliyor ki bu iyiye işaret değil. En kötüsü bu; bir anda nefesin kesiliyor, nefes alamadığın için paniğe kapılıyorsun, öksürmeye başlıyorsun, suya ulaşmaya çalışıyorsun kıpkırmızı oluyorsun vs. Bugünden sonra epey uzunca bir süre içmem ben.
Yine de çok güzeldi, çok eğlenceliydi, çok dostaneydi, çok "ecnebiden arkadaş olmaz" diyenlere kapak olacak vaziyetteydi. Bir evlenip düğün yapsam cidden çok fantastik olacak. Avrupa'nın muhtelif şehirlerinden gelecek yine epey seviyesiz insanlar, buradaki seviyesizler, yine muhtemelen izdivacın diğer tarafı olan "seviyesiz" bir karşı cins. Zaten güzellik de burada değil mi? İnsanın kendine benzeyen ile beraber olması, onlarla beraber hayatını geçirmesi. Hiç mi hiç karşı cinsler birbirini çeker fikrine inanmam. Doğru belki çeker de işte ilk 6 ay, 1 yıl vs sonra senden farklı bir insan ile beraber yaşamak epey sıkıcı olmalı.
whatever...
Sokaklar bizimdi, geceler bizimdi, dostluk bizimdi. Şahaneydi. On se revoit ds 2 semaines, je crois!

Bu arada bira için bahsettiğim mekan Parantez'miş, Pasifik değil.
*
Hiç ilgisi olmasa da 1 haftadır televizyonu açmış değilim ama radyolardaki reklamlardan çok sıkıldım. Digitürk kumandası bozuldu, bir türlü evde olamadım, alamadım, eksikliğini de pek duymuyorum ama ola ki bir şey seyretmek istedğinde zorluyor. Yerinden kalkıp kutudan kanalı seçmelisin filan, yorucu yani. Yorulacağıma seyretmiyorum. Plazma lcd hd vs gibi durumlarım da yok, olması ile de ilgilenmiyorum. F.A. geçenlerde "kızım alalım sana da bir tane hd " demişti. Aman derim. Hiç gerek yok. Lütfen, benden uzakta olsun bu kadar televizyon hayranlığı, hd olacakmış, lcd, plazma olacakmış, duvara yapışacakmış. Hiç mi hiç umrumda değil. Benimkisi bozulur, tüplü olanlar kalmamıştır piyasada, o zaman evet zorunluluk belki. Yoksa umrumda değil. Baksana kumanda bozuk, o da umrumda değil.

Wednesday, August 25, 2010

Forever kool!

Yine . Yeniden. Her daim. Birkaç palpitation yaşansa da güzel ve devamı kendisinden de heyecanlı olan palpitation'lar. Hiç dert değil çünkü "tamamdır" ve oyunun gizli aktörü zamandır. Özen, dikkat, doğru ifade olduğu sürece zaman da o kadar boğucu değil zaten. Yani forever kool 'dur halim.

Steve Mcqueen 'in havuzdaki koolluğuna, taş havuza, kenardaki şampanya şişesine, kadının sırtına, elindeki sigaraya tutuşuna zaten hayranım.

Tuesday, August 24, 2010

Gece, sabah ve kabus

Alışkanlık haline geldi sanıyorum; haftada bir kabus görmem. Dün gece bitirdi beni. Hiç iyi uyumadım. Yüzüm gözüm uykumun kalitesizliğinden şiş, sürekli korkuyla uyanmanın getirdiği huysuzluk ve tabii beklenmedik şekilde görülen ve beklenenin gelmeme durumuna "sinir olma" hali de eklenince kabus iyice büyüdü, karardı, yüreğimi sıkıştırdı. Ki hala öyle bir ruh halim mevcut. Bazı durumlarda kendimden beklenmedik derece sabırlı biri olsam da şu 2-3 gün için ufak çaplı sinir olmuş vaziyetteyim. Aslında hiç öyle bir durum yok, her şey yolunda, hem de beklenmedik şekilde "sevimli" ama beklemek-istem dışı bir durum olarak- çok sinir. Ve bu tüm gel-gitli hallerimi etkiliyor. Ben ki bir şekilde günün sonunda her şeyi kenara koyup kool halime devam ederim, bilmiyorum, şu anda sinir olma halimi silemiyorum.

Her ne kadar şehirdeki son gecelerinde Virginie & Roberto ile Münferit'te harikulade bir yemek yemiş olsak, düğün dedikodularını konuşmuş, gelecekteki erkeğim Vittorio'ya duygularımı belli etmiş, bizim fransız oğlanların artık en sevdikleri bildikleri yer Urban 'da son bir şeyler içmiş, tesadüfen Büyük K. 'yı görüp sarılıp ayaküstü gelişmeleri paylaşmış olsak da kabusa engel olamadı (m). Sinir oldum. Hem kabus görmeme, gel-gitli ruh halimin yükselmesine, hem de diğer meseleye (ki mesele mesele değil daha. kötü bir durum yok yani. ama...)

Sunday, August 22, 2010

P.S. # 2

perşembe gecesinden beri üzerimdeki strasbourg havası, strasbourg mutluluğu, cuma ile les jumelles'in birleşmesi, apéro a la maison, veuve-clicquot, sabahattin (her zamanki gibi ağırlanma, her zamankinden farklı laflar(!)), yemekte gelen "bombalar", boots, "mais si je te l'avais dit apres le mariage. mais siiii. il nous a dit qu'il a flashé sur toi. "non pas du tout, je savais pas. si je savais ...", sonrasında z. ile buluşma, 04:30, nico & roberto'nun bizim kadar iğrenç lise arkadaşlarının şehre gelişi - boots hariç-"aaa mais on se connait, t'étais aussi au mariage"düğün günü, sumahan, hamile gelin, seviyeli insanlar, seviyeli müzikler, seviyeli hareketler, seviyeli danslar, seviyeli hareketler ve la nuit est deja noire. arkası yarın gibi bir buluşma oldu bu. seviyorum fransa'daki cop-copines'leri....

Friday, August 20, 2010

The way


Yıl 1964, "what a way to go" filmi, paul newman & shirley maclaine
Sakallı Paul Newman, derince bakan bir erkek olarak Paul Newman ve çok farklı çok kendine has bir kadın Shirley Macliane. Evet, yol budur, üslup da çizgi de budur. Ayrıca tabii the way we were ! Ou encore, the way we are !

P.S. : huzur


akşam üstü başlayan kıpırdanma, boogie boy 'dan öğrenilen yöntemler, u. ile "hayır o anlamaz, beni dinle sen" hali, gayet kısa, kesin ama komik cümleler, durmaksızın arayarak, spastik ötesi sorular sorarak m.'nin yönetim kurulu notlarını yazmasını engelleme,"this is ground control to major tom", beyaz kelebek misali uçuşan elbise, hemen herkesin "ama yanmışsın sen!" lafına "evet çok üzgünüm, isteyerek olmadı, 50 koruma ile gölgedeydim sonuç bu", dolapdere'deki oto yıkamacımdaki büyük itibarım, jumelles'lerin géraldine olanı ve nico, hyatt regency, la retrouvaille, mahalle, j.a. & f.a., m.t., f., bizim cunhuriyet'in ve tabii tüm türkiye'nin entelijensyası ile kaplı masalar, f.a.'ya doğum günü öncesi kutlamasına géraldine & nico ile baskın, "gençlere rakı alalım lütfen", hafiften esen rüzgar, şen kahkahalar, mutlu saatler, huzurlu saatler, keyifli saatler, cidden kan bağı olmasak da "gerçek bir aile olmamız", hem de bu kadar geniş, hem de bu kadar fransızı, yunanı ile, yaz huzurunun keyfi ... ailenin devamı bugün geliyor; virginie; mon autre soeur jumelle. yarın da düğün.

p.s. hayır, aslında heyecanlı değilim. heyecanlıymış gibi davranıyorum ama çok rahatım, "tamamdır" sanki gibilerinden ki daha olmuş biten yok. ama dün gönderene kadar çok heyecanlıydım. kool!

p.s. (2) hayat işte. bir bu sabaha bak, bir de dün sabaha!

p.s. (3) debbie harry resmi kendisine olan hayranlığımdan ziyade duruş ile ilgili. duruş! beni bilenlerin bildiği gibi. m. zaman zaman sinir olsa da, sekvotka taklidimi yapsa da, r. dalga geçse de duruş, tavır ! naysss!

Thursday, August 19, 2010

"égérie" olur, "muse" olur, olur yani!

Daha önce de yazmıştım "diğer kadınları kıskanmadığımı ama sadece stencile resmi yapılanları deliler gibi kıskandığımı". Bu égérie, muse veya türkçesi ile ilham perisi olanları da kıskanıyorum galiba (bu ilham perisi lafı da nasıl antipatik geliyor kulağa...). Ya da belki de bugünlerde kıskanıyorum ya da sadece égérie olmak istiyorum, ya da daha doğru bir ifade ile égérie'si olmak istiyorum. Sanıyorum hiçbir talebine itiraz etmem, nasıl istiyorsa öyle çekebilir resimleri, ben de égérie halimle dururum. Je compte. J'attends. Je compte. J'attends.

Yaz sabahı kabusu

Zaten hava nemli zaten klimalı bir odada olmaktan nefret ediyorum zaten nemli yaz geceleri beni bunaltıyor bir de kabus görerek uyanmak en sevimsizi. 5:40 civarı "mafya" temalı kabus ile korkarak uyanıp haliyle bir daha da tam olarak uyuyamadım. Ve bu yüzden de suratsız ve huysuzum. Oysa suratsız olmama sebep yok. Evet. ho ho ho ho . I heart ..!

Ama suratsızım. Hem kabusun etkisi hem de hala gerizekalı kuaförlerin doğru düzgün bir fön çekememesinin etkisi. Hem de en pahalılarının hem de en havalı olanlarının. Nefret ediyorum tipik türk kadını fönünden, mükemmel kabarık fönden ve ne kadar anlatsam da bu kadar mı moron olunabilir? Yok kesinlikle anlatamıyorsun derdini çünkü nasıl olsa dinlemiyor anlamıyor.

Suratsızım. Ne var ki gidince mutlu olacağım. ho ho ho ho!

Tuesday, August 17, 2010

Sun kissed

via iconology


İngilizcedeki bayıldığım sıfatlardan: "sun kissed". Gerçekten de sun kissed bir tatildi. Hem de hiç olmadığı kadar. Hem de her türlü 50 ve üstü korumaya, beyaz kalma arzusuna rağmen. Sakin, mutlu, huzurlu ( ve tabii dönüş için anlatamayacak kadar "heyecanlı "vaziyette) lacivert marin motifli bikini ile Yunanistan'a kadar yüzüp gelmek, balık yemek, neredeyse çıplak gezmek (ki bugün dönüş yolunda giyinmek o kadar sıkıcı geldi ki), düşünmek, gülmek, hayal etmek, geleceği görmek, her şeyin kendi zamanının olduğunu bilip tebessüm etmek, daha da bir inanmak, güzeli görmek, epeyce "çirkin" detayı unuttuğunu fark etmek (hem de en bombalarını, zamanında "en fantastik" olanlarını), geçmişin çoktan gelen sonu ile çok mutlu olmak ve anı yaşamak...

I got sun kissed, hem de kızıl saçlarım artık beni neredeyse sarışın yapana dek.

Tuesday, August 10, 2010

sea sex and sun


herkes denize girdi; but me.
bu yıl fantastik 4'lü bodrum maceraları yaşanamayacak. kimse tatilini ayarlamayı beceremedi, her şey son dakikaya kaldı; olmadı.
erken dönmek zorundayım çünkü yine düğün var. hem de kallavisinden. hem de fransa'daki en yakın arkadaşlarım geliyor. hem de işin doğrusu düğünden ziyade jumelles'ler buraya geleceği için çok mutlu ve heyecanlıyım.
bir başka heyecanım daha var. bilmesi gerekenlerin bildiği, dönüşümü daha bir mutlu kılan heyecan bu.
yine de bu sıcaklarda gittiğim, istanbul'da gündelik yaşamı her yerde her alanda kabus haline getiren körfez arap yarımadası'ndan gelen, türk insanın yalakalık yapmaktan usanmadığı araplardan uzaklaştığım, yaşamadıkları hayatları yazan kimin gaz verdiğini anlamadığım blog yazarları, cahil kötü köşe yazarları ile kısa sürede olsa karşılaşmayacağım (misal mehmet tez. müzik yazarı adı altında bu kadar mı cahil olunur, bu kadar mı kötü bir türkçe ile yazılır? rolling stone'u batırdı hala yetmedi, bir dönüp aynaya bakmıyor mu ben nerede hata yaptım diye. bakmaz ama o da haklı. neden baksın ki? hala yazabiliyor bu işten para kazanabiliyor, ahkam kesebiliyor. ne de olsa türkiye burası. ortalama insanlar cenneti, average white man, welcome to heaven), ellerimdeki ayaklarımdaki kırmızı ojeleri sileceğim, günlerce yüzüme hiçbir şey sürmeyeceğim, sadece denizde saatlerce yüzeceğim, havuza girmeyeceğim, güneşlenmeyeceğim, esmerleşmeyeceğim, balık yiyeceğim için çok mutluyum. ama yine de dönüşüm epey muhteşem olacak. çünkü ...

P.S. : düğün ve cenaze

hem düğünün hem de cenazenin olduğu bir hafta sonu sonrası, belki tatsız ama önce cumartesi cenaze sonrası pazar e.k.'nin sürpriz düğünü, j.a.'nın sırf düğün için bodrum'dan kalkıp gelmesi, sıcaktan yapışan elbise ve boşa giden bir fön, yıllardır görülmeyen bazıları özlenmiş kimi sp kızları, samimiyetsizliği ile insanın tahammülünü zorlayan, 7'sinde ne ise 70'inde de aynı kalacak kalacak ve asla "gerçek" olamayacak gülben ergen kılıklı hatta gülben ergen hırslı uzağımda olmasını istediğim sp kızı, mutlu e.k. & her şeyi ayarlamış olan f., cumartesiden beri şekerimin sürekli düşmesi, şekerin reflüyü tetiklemesi, sıcaktan bitap düşmem, yarın sabah gidiyor olmam tek mutluluğum derdim ki...dönüşümde yaşayacağım "olay"dır şu aralar en büyük ve en eğlenceli mutluluğum.

düğünün bombası: pasta kesilir ve gelin ile damat ellerinde çatal ve pasta parçaları ile durup karşısındakine uzatır, romantik bir an filan ... yani olması gereken şey bu iken, bizimkisi-e.k.- pastayı önce kendi yer, damat şaşkınlık içerisinde bakakalır, biz gülmekten yerlerdeyiz, e.k. ise "aa önce sana mi uzatacaktım" der. ayrıca nereden nereye? daha sadece geçen yaz, cavit'te oturup karşı tarafta sevmediğimiz insanın mekanında sevdiğimiz insan c.d. ile uzaktan sohbet ederken, gece yarısını geçkin bir saatte karşı'dan gelen misafirleri masamıza kabul ederken e.k. pazar gecesi yaşanan düğüne ihtimal vermiyor, "zor zor çok zor" deyip duruyordu. hayat işte! ne zaman her şey planlandığı gibi oluyor ki? dileğimiz güzel sürprizlerin planlı hayatı bozması, kötü sürprizlerin ise en az seviyede olması.

Saturday, August 7, 2010

Teach me how to fight, Sherlock !



Ben hiçbir yere kıpırdayamıyorum, Sekvotka diyor ki "çalıyorum gel", M. diyor ki "ya yeter ama ya yağmurda çıkmıyorsun sıcakta çıkmıyorsun yiyeceksin dayağı", çirkin ama karizmatik erkek B. diyor ki, aslında bir şey demiyor, telefonu alıp sadece "seviyesizsin" deyip kapatıyor ama ben sıcaklardan nemden bittim tükendim hiçbir yere çıkamadım. Oysa çıkıp mutluluğumu paylaşmak isterdim dünya ile; gel gör ki ona dahi halim yok. Ama "tamamdır".

Dilim ve bedenim yere yapışmış vaziyette Sherlock Holmes 'ı seyrettim. Robert Downey Jr gitgide nasıl da güzelleşiyor, itliğine itlik katıyor, bir de kool oluyor. Yanında da sümük gibi Jude Law, ki Watson ismi benim için önemlidir, heyecanlandırandır ama işte vıyık vıyık Jude Law hiç çekilmiyor. Kız da olmamış ama yani who cares, Robert Downey Jr bitirmiş filmi, devamında da bitirecek gibi gözüküyor. Ayrıca verdiği dövüş taktiklerine hayranım. Hemen aklımın bir köşesine not ettim. Neymiş birisi saldırırsa hemen kulağına balyoz gibi yumruğu basıyorsun.

Bundan ayrı olarak da lütfen, let's fight then we can make up! Ama yine de her türlü fiziksel aktivite için sıcakların geçmesini bekleyelim çünkü değil bedenimi, parmağımı kaldıracak vaziyette değilim. Beyaz tenli güneş sevmeyen, şekeri reflüsü olan bir insanım. Çıplak dolaşmanın bile yetmediği insanlardanım. Fakat az kaldı. Hem denize, Yunanistan'a kadar yüzmeme. Hem de denizden dönüşümdekine. Oh beybi! Ama o zamana kadar evden çıkması gereken, gitmesi yapması mutlak olan işlere sahip bir insanım. Hem de bugün.

p.s. yara. göz altı, kol, bilek. büyük değil, orta bir çizgi. you just killed me!


Tuesday, August 3, 2010

Boy ve boyut

Mümkünse başlığı okuyunca müthiş seviyeli ve elegan arkadaşlarım "boy derken ?" demesin, ben zaten dedim...

Bence bir dağ boyutunda. 305*183*56. Bu ne ya? Salonun ortasına koymayı istediğim komik çocuk havuzu olimpik havuz dönüştü resmen ve signed sealed and delivered. Daha şişirebilmiş değilim-pompası yanında geliyormuş, onu da öğrenmiş olduk- ve sanıyorum direkt olarak Bodrum'a götüreceğim. Tahminimce evin ortasında olması biraz zor gibi geliyor. Hadi şişirdim koydum salonun ortasına da nasıl boşaltacağım o suyu? O yüzden Bodrum'a götürmek sanki daha mantıklı, koyarım arka bahçeye, denize inilmediğinde A. Ailesi içine girer, serinler. Dediğim gibi bir dağ boyutunda havuz göndermiş Tribün Çocuğu. Teşekkürlerimi iletir sevgilerimi gönderir ama kendimin suyun içindeki resmimi çekip göndermeyeceğimi de buradan bildiririm. Ciddiyim. Ama bunun dışında dağ havuz için teşekkürler. Gel gör ki küçüğünü yine almam gerekecek.
Fantastik bir hayatım var ki, ben bile şaşıyorum bazen.

Dream on # 4


Bu kadar sıkıcı ve gereksiz ve hatta boğucu insanları rüyada gördükten sonra zinde ve mutlu uyanmak herhalde hayatın güzelliklerinden olsa gerek. Hiç düşünmeme gerek yok, uyandığımda bitmişti ve gülüyordum. Gerisi boş. Her ne kadar gördüklerim gereksiz ve varlığı bence manasız insanlar olsa da.