Wednesday, June 30, 2010

İşte o şort


Bize göre dondan hallice ingilizlere göre ise bildiğin şort, sokakta giyilenden hem de aynen üzerine giyilen bluzun içine sokulanından. Cidden giyen giysin çıksın sokaklara ama "herkes bana bakıyorlar" da yapmasın. Yapacaksa zaten giymesin. Londra'dakiler yapmıyor, oradaa ayrıca kimse de dönüp bakmıyor. Biz hariç! Ben dönüp baktım valla görgüsüzlüğümden.

Monday, June 28, 2010

Ev gibi sanki # 2

Resmen gittik ve geldik. Gerçekten de "ev" gibiydi. Eve gelip gittik gibi oldu.

londra, r., gey kapılım z., görümce büyük k., elbette national gallery, saatlerce pub (ki ben bütün günü geçirebilirim kalkmadan), kötü otel, merkezi yer, p't déj à prêt-a- manger, navy bir insanım, covent garden'da sokakta çalan " show me love ", heyecan, the shunt heyecanı, kapalı demir kapı, kapalı demir kapının açılmaya çalışılması, ama ertesi gün açılan shunt kapısı, "me and my girls", stainer street, bomba şekilde patlayan kıyafet krizi ve coco chanel'in haklılığı: "her kadının bir adet une petite robe noire'ı olmalı", siyah bir elbise ve muhtelif renkteki kemerlerle her güne ayrı tasarım, kimsenin kimseye bakmaması, şort diye pazen don (ama cidden pazenden beyaz don) ile sokağa çıkan kızlar ve tabii kimse bakmasa da bizim bakmamız, portobello, nothing hill, 15+25=40 pound, audrey hepburn chic hediyesi, the castle, duke of wellington, prince albert, the forge, steak tartare, prosecco, konserlerde ilk gün, ağır aksak hyde park'a ilerlerken "aaa better man değil mi çalan? aaa çıkmışlar mı? şok!", yaşlanmış ama çökmemiş eddie vedder, jeff ament, kötü çökmüş stone gossard, çalmaya başlanınca "nasıl olduysa hayret black'i kaçırmamışız" söylemi,, 35 bin kişinin "dudududdudu" nidası ve tabii "we belong together together together", yerdeki plastik bira şişeleri, 35 bin kişinin dağıldığı daracık alanda sıfır olay, sıfır kavga, sıfır polis şiddeti, konserden çıkanlar için kesilen olay, durdurulan trafik, "medeniyet", cidden eğlenceli polis memuru, hammersmith, shoreditch, the albion, brick lane, pis, şahane, graffiti, shepard's bush, ikinci konser gecesi, 50 bin kişi, stevie wonder, yorumsuz ve son şarkı konserlerinde uzun yıllardır çalmadığı "another star", fırlayan ve bir daha asla inmeyen yüreğim, bıraktığım her türlü manasız gereksiz tasa, dönüş ve londra için bir sonraki seferi bekleyiş ...

* olay shoreditch 'dir... saatlerce oturulan kalkılmak istenmeyen pub'dır. malt vinegar sostur. soho'dur. müzik dükkanlarıdır. graffitidir (evet her tarafta banksy baskıları var da stencil sevmiyorum, banksy'e de bayılmıyorum açıkcası graffiti varken). yani sokaktır. forever!
* televizyonda glastonbury.
* yemişim pearl jam'i. ben harper'ı ya, stevie wonder konserini seyrettikten sonra.
* istanbul yağmur sel derken londra günlük güneşlik, 30 dereceydi, r.'nin ilk london şansınaydı bence.
* sakallı (sarışın veya brunette fark etmez ama esmer değil, onu anladık), kolları dövmeli (ama öyle tribal mribal değil, daha başka bir tarz). istikrarlıyım.

Tuesday, June 22, 2010

Home is where ...


Sanki "ev". Sanki.

İnsan insanı

Hani her şey biraz normale dönmüştü geçen yıllarda? Hani her şeyden daha az korkarak, daha az tedirginlik yaşayarak gündeliği geçiriyorduk? İnsanın yine en büyük düşmanı insan. Kardeş de kardeşin düşmanı. Değişmeyecek bu düzen. Hele hele işin içine başka güçler de girdiğinde düzen budur. O yüzden öyle utopi yaratmanın, mutlu bir dünya hayali kurmanın alemi yok.

Sunday, June 20, 2010

Koltuk

via the selby,
Koltuk evin önemli nesnelerinden. Elbette alınan koltuğun evin metrekaresi, koyulacak yerin büyüklüğü/küçüklüğü gibi detaylarla çok ilgisi var. Belki harikulade bir koltuk almak istense de mesela salonun tasarımı, genişliği buna uygun olmayabilir. Deri koltuk güzel şey. Şöyle salonun ortasına koyacağım şekilde tek bir koltuğum olsun isterim. Gel gör ki salon buna çok uygun değil. Pencerenin önündekiler ise deri olsa da açıkcası derilerini de şekillerini de beğenmiyorum. Eve taşınacağım zaman daha Ikea'nın Habitat'nın dükkanlarını açmamış olmaları sebebiyle Efsane 'nin "al sen bunları" gazına gelip kendisi, kendini "tasarımcı" sanan spastik kardeşi ve görgüsüz eski sevgilisi ile ortak olduğu manasız dükkandan gelen 2 tane koltuk var. Koltuklar deri kaplı ama bence güzel bir deri değil ve rengi yüzünden de gerçek bir deri koltuk hissiyatı vermiyor (o yüzden de en kısa zamanda kaplamak istiyorum).

Resimdeki harikulade. Rengi güzel, derisi güzel, işçiliği güzel. Doğru, yazın pişirir, tene yapışır, terletir ama görüntüsü müthiş. Louis Vuitton'nun Paris'teki ofisinden. Hiç şaşırtıcı değil, n'est-ce pas?

Never on sunday # 3



benim için çok komplike bir o kadar karmaşık planlar, uzakta planlar, ilk yarısına katılmadığım planlar (güneş altında planlar beni aşabiliyor. özellikle de sahil beldesinde suyun içinden çıkmadığım bir durum yoksa), 18:30 adalar vapuru, 2 jeton 6 lira, planlanın 2. ayağına katılacaklar olarak sevdiğimiz insan kool şahsiyet k. ile buluşma, 1 saatlik ada yolculuğunda fındık fıstık derken "keşke bira da alsaydık" , burgaz, , "yaa onlar gelene kadar biz başlarız ya" diyerek 20 kişilik masaya oturmak, yavaş yavaş gelenler, buluşanlar, masaya neredeyse sığamama, fantastik 4'lü, uçan manda t.'nin foto şipşak gibi çalışması, t.'nin elindeki louis vuitton bavulu ve fantastik ayakkabıları, gey kapilim z., masanın az bildiğimiz yarısı (açıkcası 1-2 kişi dışında da görsem tanımayacağım bir grup) vs isveçli m.'nin doğum günü kutlaması.

p.s. benim için en bombası kirliliği sebebiyle yapmış olduğum saç modelinin beğenilmesi. r. söyledi, t. söyledi, uçan manda söyledi, b. söyledi. onlar söyledikçe de ben şaştım. tamam bence de güzel oldu ama bu modele sebebiyet saçlarımın leş gibi olmasına rağmen artık uzun olduğu için yıkayıp kurutmaya bu sıcakta saç kurutma makinesi ile şekil vermeye üşenmemdir.


p.s.(2) dünya küçük de bazen bir hiçbir şekilde merhaba dahi demek istemediğin insan topluluğu karşına çıkıyor işte. hem de arka masada. offf ki offf. ulan en 20 kişilik gruptan sadece 1 kişi tamamdır, diğer 19'unu toplasan 1 adam etmez o kadar varoş, o kadar sıkıcı, o kadar dünyadan haberi olmayan, o kadar "yırtmaya geldik istanbul'a" , o kadar "büyük tiyatrocuyum", o kadar "kuzum cicim" diyerek konuşup yalan da söylerim, iş ahlakı da bilmem, zaten bu işten başka hiçbir yerde de çalımam ama müdür oldum" olabilir. hiç dönüp merhaba demedim tabii, aynen görmezden gelip dümdüz yürüdüm. hayat çok kısa, özel hayatımda gereksiz sosyalliklere, arkadaşlıklara, "aman çok insan tanıyayım, herkes beni sevsin çok popüler olduğum bilinsin" gibi hadiselere yer yok. en azından benim için. herkes her şey dengi dengine.

p.s. (3) eve kelebeklerin girmesi nedir??? o kadar güzel ki, dünden beri eve onlarca kelebek girip çıkıyor.


Koy gitsin! Neyin ne olduğunu yaşayanlar biliyor, gerisi boş. O halde yarın ağlamak yok!

Never on sunday baby!

Saturday, June 19, 2010

Yarına

Keşke bugün bitmiş ve yarının huzurunu yaşıyor olsam.

Friday, June 18, 2010

Küçük büyük detaylar

Bazen detaylardan o kadar sıkılıyorum ki. Özellikle de benim idarem altında olmayanlardan. Yoksa ince detaycı bir insanım. Ama sadeece benim idarem altında olanlarla ilgileniyorum, diğerleri hiç mi hiç ilgilendirmiyor. İlgilendirmediği gibi sadece yüreğimi yormaktan başka bir boka da yaramıyor. Gerçekten de easy come easy go olsun, uzaklaşalım biraz.

Halet-i ruhiye-forever-

Bazı şeylerin normaliteye ulaşması zaman istiyor. Dünyanın en klişe lafı ama en doğru da lafı belki de: hayatta her şeyin bir zamanı var. Yani kendine göre, insanoğlunun hiçbir şekilde müdahelesinin mümkün olmadığı kendi döngüsünün bir zamanlaması var. Ama zaman da zaman alıyor. Öyle sanıldığı gibi sabah uyanınca her şey değişmiş olmuyor.

... bitenler, değişenler, yenilenenler, farklılaşanlar, eskiye dönenler, eski günlere yaşanmışlıkların getirdiği ile geri dönenler ...

Galiba uzunca bir sürece yayılmış bir dönemden, türlü maceralardan, türlü yaşanmışlıklardan, her şeye ve herkese değen tecrübelerden sonra "yenilenmiş ve yaşanmışlıkların getirdiği kayıtsızlık"tır. Eskisinden daha farklı ama temeli benzer olan. Çok memnunum. Olan budur, değiştirmeye çalışmanın da alemi yok. Aynen aşağıda yazdığı gibi türlü türlü çeşidi var.

Alors l'indifférence: qualité ou défaut? Il y a plusieurs façon d'être indifférent.

Thursday, June 17, 2010

Avoir envie de fumer


Belki tesadüfen seyrettiğim yarı drama yarı komedi, istisnasız herkesin sigara içtiği, 25 yaşındaki kool ve yakışıklı bir genç ile büyük aşk yaşayan 45'indeki kadının konusunun anlatıldığı film sebebiyle, belki esas oğlanın sigara içişinin çekiciliği, belki de esas oğlan ve Fantoma benzerliği, belki de saçlarımın şu an aynen resimdeki gibi oluşu bende deli gibi sigara içme isteği uyandırıyor. Sigara içmesem de çok ama çok nadiren içebiliyorum. Sadece Camel. Tadından dolayı. Evet, sigara içmek bazı insana çok yakışıyor. Evet, saçlarım şu anda aynen böyle (uçları hariç).

Çirkin yaz nesneleri

Yaz açıkları ortaya çıkaran bir mevsim. Deniz kıyısındakileri söylemiyorum çünkü onlarda değiştirilemeyen fiziki özellikler olabilir ve değiştirelemeyen ile dalga geçilmez. Ancak bilinçli şekilde alınıp giyilen nesnelere kıçımla gülebilirim. Saymakla bitmez ama bugünlerde sürekli gözüme takılan bir şey var ki, aman yarabbim, buraya koymak dahi yüreğimi acıtıyor ama daha az önce gördüm ve neden diye düşünmeden edemiyorum. Zaten her gün birilerinin üzerinde görüyorum, bir keresinde de top modelde görüp "şahane bir zevk örneği"ne tanık olmuştum. Kısa paçalı kot pantalon. Böylesine çirkin bir şey herhalde sayılıdır moda nesneleri içerisinde. Bunun bir sürü çeşidi var; kumaş olanları da feci gözükse de istisnai şekilde güzel olabilenler çıkabiliyor (misal madonna'nın klipte giydiği). Ama o kot olanı, şöyle ayak bileğine kadar inmeden, diz kapağı ve bilek arasında bir yerde biten iğrenç bir şey. Kimse giymemeli böyle bir şey. Ne kadınlar ne erkekler ama özellikle kadınlar (boyfriend jeans'ten bahsetmiyorum).

P.S. erkekler de mümkünse ya safari şort, bol şort giysin ama asla ve asla bunun erkek modelini giymemeli. ne kumaşını ne de kot olanını. aynen kısa kollu gömlek giymemeleri gerektiği gibi.

Dream on # 3


Yine fantastik rüyalar serisi başladı hayatımda. Gerçi bayılıyorum sabah fantastik şekilde uyanmaya ama sürekli aynı insanların (hem de artık aklıma gelmeyen, onlardan bahsederken "aman geç ya, gözüktüğü gibi değil o" dediklerimin ) yer alıyor olması ilginç geliyor.
deliler gibi yağan yağmur (cats and dogs dediklerinden), başka insanlar ve tabii artık dream on kadrosunun olmazsa olmazı frankie, nikon e2 (neden bir insan rüyasında fotoğraf makinesi görür ki? hem de kendisinin kullanmadığı makinesini), nikon e 2 ile çekilen resimler, yapışılan resimler, bir anda fantoma 'nın öğrenci tarafından hatırlatılması derken ...

Tuesday, June 15, 2010

Gökyüzüne haykırmak

Hayatta okuduğum gördüğüm en sığ insanlardan. Gel gör ki sığ insanların cahil insanların itibar gördüğü ülke Türkiye'nin en bilindik en köklü gazetelerinden Hürriyet de bünyesinde bu kadar sığları bir arada tutmayı başaran gazetelerden. Misal Sibel Arna. Hoş, kendisinin özellikle yapılmış tavşan dişlerinden, zengin koca bulup parayla delirmesinden, moda adına sıfır algısı olup bir de üstüne üstlük çoğu markayı yanlış telaffuzundan ve tabii yeni zenginliğin (nouveau riche diyoruz onun gibilere) içindeki görgüsüzlüğü ortaya çıkarmasından bahsetmeyeceğim de (merak eden pazar günü çıkan "dadı ile tatil" konulu yazısını okuyabilir), eski patronu Ertuğrul Özkök'ün bugünkü yazısı diyeceğim. Müzikten anlamayıp köşesinde müzikten bahseden, hatta damadının başında olduğu eski şirketinden çıkan albümleri övdüğü (müzik camiasına eskiden dmc, "damat music company" olarak anılırdı) yazılar yazan Ertuğrul Özkök yine şaşırtmayıp benzer bir yazı, her zamanki gibi duygu yüklü satırlar yazmış E. Clapton & S. Winwood konserinde o kadar duygulanmış o kadar hissetmiş en sonunda şu cümlelerle bitirmiş:

"en harikulade insanlar, en efsane müzik, o da en kötü günde dinlenir. hayatımda bir eric clapton- stevie winwood konseri geçti. ve içimdeki her şeyi tek tek yeniden dinledim. boğaz köprüsü baştan çıkaracak kadar ışıl ışıldı ve gökyüzüne bakarak haykırdım: allahım artık her şeye hazırım".

"Çüş" demek istiyorum cidden. Yani benim anlayamadığım bir duygusallık, bir mübalağa sanatı. Nedense köşe yazarı olan bütün İzmir'lilerde böyle bir abartı durumu var. Hepsi bir duygusal hepsi bir romantik, hepsi bir zeytin- taş baskı zeytinyağı-multi kulti egeli İzmir bir romans içerisindeler. Bilmiyorum herhalde benim burada doğup büyüyüp, öküz ve duygusuz büyük şehir çocuğu olmam sebebiyle zorlanıyorum bu tarz duygusallıkları anlamakta. Ancak ben ki müzikle kendisini kaybedebilen insanlardanım, kendimden geçebiliyorum sevdiğim şarkıları dinleyince, ne yaptığımı bilemiyorum ama bir gün olsun (ki hadi bu kötü bir günümde dinlediğim şeyler olsun) gökyüzüne haykırışlarda bulunmadım.

Ayrıca kendisine haberim var ki, yazısında bahsettği şarkılardan biri olan " Georgia on minde" değil "Georgia on my mind'dır. Kim bilir belki de baskı hatasıdır. Bundan ayrı herhalde yine bir başka "baskı hatası" Sibel Arna'nın meşhur dadılı yazısında vardı. Nouveau Riche Sibel Arna muhteşem yatını anlatırken "sekiz kamera" demişti. O da herhalde "kamara" diyecekti, baskı hatası oldu.

Dream on # 2

O kadar gerçekti ki, bir anda sabah uyandığımda "herhalde yaşandı da sarhoşluğumdan hatırlamıyorum" diye düşünerek uyandım.

galata, tünel, gece, klasik eve bırakma hadisesi, bütün camları sonuna kadar açık taksi, frankie, arka koltuk, sürekli siyah bakkal poşetinden çıkan biralar (tombul şişe), hatta yine o siyah bakkal poşetinden çıkan viski, her inmeye niyetlendiğimde "bak son bira iç, son bir şarkı dinle öyle in" tadında cümleler, ardından phantom'un çıkması ve...

Gerçekten de dream on

Monday, June 14, 2010

Bir nevi


Gerçekten de bir nevi hayalet (sin). Ama favorim(sin). Ama kool (sun). Ama iyi (sin). Ama rahat (sın). Ama gerzek, her şeyin, her bakışın, her arayışın, her sohbetin kendi hakkında olduğunu sananlardan değil (sin). Ama yine de bir nevi hayalet gibi (sin). Sessiz, ağır ve güzel (sin). Hele neredeyse kazıttığın saçlarınla...

İkisi bir arada: sabah keyfi ve sabah müziği

Kahve sevgim malum da kuzey cazına olan hiç değil. Sevmiyorum İskandinav caz müzisyenlerini (hoş modern cazdan da hoşlanan biri değilim, eski old skool bir insanım). Gel gör ki istisnalar olabiliyor. Özellikle çalınan alet piyano olabiliyorsa. Hiçbir şekilde müzisyen olmak istemezdim ama sadece caz piyanisti olmak isterdim-klasik piyanist değil-.Biliyordum ki çok önemli müzisyenlerdendi, biliyordum ki buraya birkaç kere konsere gelmişti ve biliyordum ki yakınlarda 40lı yaşlarında denize daldığında ölmüştü. Sevdiğimiz insan kool şahsiyet K. eminim çok seviyordur (hatta belki bu aralar kendisine yeni bir anotherstar compilation yapmalıyım arabada dinlemesi için) Esbjorn Svensson'ı. Bence de bu parça müthiş (bence piyanodan gelen tınılar sebebiyle). F.A. da aldım retrospektif albümünü, kendime de. Sabah için çok uygun. Kahve ile her şey daha da güzel.


Sunday, June 13, 2010

Aile resmi

Eskiden fotoğrafçılara gidip aile resmi çektirilmiş. "miş" çünkü böyle bir adete artık pek rastlamıyoruz. Evlerdeki fotoğraf albümlerinde hemen herkesin önceki kuşaklarının giyinip süslenip fotoğrafçıya gidip ailecek poz verdiği resimler vardır (bizimkilerde f.a.'nın takım elbiseli, fötr şapkalı babası permalı saçlı annesi ve kardeşleri ile veya j.a.'nın gençliğinde "baron" diye isim taktığı babası, mekik elmas yüzüklerini çıkartmayan annesi ve kardeşi ile olanlar var) . Elbette o zamanlarda fotoğraf makinesine ulaşımın, fotoğrafın basılmasının zorlukları hatta kişisel olanaksızları da etkili ama yine de anne-baba ve çocukların gerçekte yaşanan ne olursa olsun, içte hissedilen ne olursa olsun yüzlere yerleştirilen mutluluk ifadesi var. Bazıları ciddi mutlu, bazıları gerçekten mutlu, bazıları ise sahte mutlu bakıyorlar ama herkes bir aile fotoğrafında olması gerektiği gibi.

Bugünlerde rövaçtaymış tekrardan, stüdyolara gidip aile resmi çektirmek. Nedenini bilmiyorum ama öyle bir durum var. Belki de "varlıklıyız" göstergesidir (hoş yapanlar gördüğüm kadarıyla bir guggenheim, rothschild değiller ama işte insanoğlu istiyor, neticesinde de yapıyor). Bizim mahallede değil. Ya da öyledir de ben görmüyorum. Şayze! Bir tane şöyle A. Ailesi olarak stüdyoya gidip poz verdiğmiz resmimiz yok. Ne kadar boş, ne kadar sevgisiz insanlarız biz! Elimizde küçük dijital makinelerle abuk subuk otu boku çekiyoruz, sonra da kendimizce çektiğimize aile resmi diyoruz. Bak sen şu işe. Fakat şu stüdyolarda çekilen resimlerin bence en bombası bir nikah/nişan öncesi resimler. Özellikle de kadınların verdikleri pozlar. O pozlara bir de sahneye çıkacakmışcasına stüdyoda yapılan kötü makyaj eklenince gerçekten pozlar başkalaşıyor, poz verenler kendilerini dünyanın en güzeli sanıyorlar. Yapacak bir şey yok, insan hayal ettiği müddetçe yaşar. Kendince kendi küçük dünyasında kendi değerlerince kendi hayallerince kendi hayallerinin çapınca. Bazımız Guggenheim, bazımız Trump, bazımız Koç, bazımız Sabuncakis, bazımız A., bazımız Arna, bazımız Alphan, bazımız Turgut, bazımız Ardıç ama en acı gerçek olaraj çoğumuz sıradan. Hatta o kadar ki sıradanlıktan ve ortalamalıktan kaçış ancak bir aile portesine sığmak ya da sığışmak ile oluyor.

lev tolstoy- "all of us, and especially you women, must have personal experience of all the nonsense of life, in order to get back to life itself; the evidence of other people is no good".

Ayrımcılık- a la new yorkaise.





this is new york! don't mess with new yorkers!

bir Improve Everywhere girişimi. Başarılı!

Thursday, June 10, 2010

Uzun zaman sonra

uzun zaman sonra gidilen "sabahattin", değişen bahçesi, tarihi eserlere kaçak çıkan bahçesi, değişmeyen oğulları, "hoşgeldiniz yoksunuz kaç zamandır" diyen oğulları ve garsonları, d. a.k.a. louboutin,gecikse de yapılan doğum günü yemeği-gününden tam da bir ay sonra bugün itibariyle- konuşulanlar, anlatılanlar, yapılanlar, yapılmışlar, yapılacaklar, hissedilenler, hissedilmeyenler, insanlar, birkaç isim, birkaç insan, birkaç mevzu ama yolu başkalaşan birkaç mevzu, keçi-evet, bildiğin sabahattin'nin keçisi. kesinlikle keçiye dair julius sezar'dan bir atraksiyon hareket bekliyorum yemeğe gittiğimizde-, birkaç gündür üzerimdeki keyifsizlik, suratsızlık, sevimsizlik, tükenmişlik hissi, raki, yeni rakının yenisi, biraz olsun rahatlama, biraz olsun keyif ve belki sabaha bildiğin ben gibi, gerinerek ama gülerek, sürünerek ama gülerek, alarmda çalan her 5 dakikayı uzatıp yataktan çıkmak istemeyerek ama gülerek kalkabilirim. Qui sait?

Neredeyse yazın her pazar yemeğimi yedim Sabahattin'i özlememişim desem yalan olur. Ama işte takıntılı "ritüelleri olan" bir insanım; herkesle her yere gitmeyi sevmiyorum. Ayrıca herkesle yemek yemeyi rakı içmeyi de sevmiyorum. D. a.k.a. Louboutin ile seviyorum.

Wednesday, June 9, 2010

İyi eğlenceler

Yaz geliyor- haziranda olsak da daha gelmiş sayılmaz- konserler festivaller başlıyor. Bazıları gayet de fantastik başlıyor, katılımcılarına bir o kadar fantastik hizmetler sunuyor. Buyrun buradan yakın, hatta HAYATİ sizin için yaksın!
***


Basın Bülteni 7 Haziran 2009


Efes Pilsen One Love’da ‘Hayati’ler
hayatınızı kolaylaştıracak

Yılın ilk açıkhava festivali ve yazın habercisi Efes Pilsen One Love Festival, bu sene farklı ve yeni bir uygulamayla müzikseverlerin hayatını kolaylaştıracak. Etkinlik maratonunu başarıyla tamamlayanların hayatını ‘Hayati’ler kolaylaştıracak.

Kapılarını 19-20 Haziran tarihlerinde santralistanbul’da açmaya hazırlanan Efes Pilsen One Love Festival, birbirinden muhteşem sanatçı ve eğlencenin doruğuna çıkaracak partilerinin yanısıra, getirdiği yeniliklerle de çok konuşulacak.

Geç saatlere kadar sürecek partiler, gündüz sinema salonu olacak Clup 14.1’in yanında, festivalin sürprizlerinden biri de ‘Hayati’ olacak. Etkinlik maratonunu başarıyla tamamlayanların ‘Hayati’ ile festivalin zevkini çıkaracağını söyleyen Efes Türkiye İletişim Müdürü Emre Topsakaloğlu, “Festival alanında bulunan etkinlik maratonunu başarıyla tamamlayan festivalciler için ‘Hayati’ ler alanda olacak. Maratonu başarıyla tamamlamış festivalciler ödül olarak kazandıkları biletleri sırada olan Hayati’ye verip tuvalet, yemek ve içecek sırası beklemeyecekler. Aynı bileti sahneyi izlemekte zorluk çekenler Hayati’nin omzunda konseri izleyebilmek için kullanacaklar” dedi.

***

Sadece

Biliyorum daha önce koydum yine koyuyorum yine koyacağım o yüzden vik vik ötülmesine gerek yok. Seviyorum bu şarkıyı. Huzur veriyor. Zaten haziran ayında böyle yağmurlu günlerden nefret ediyorum zaten her türlü şekilde içim sıkılmışken

Tuesday, June 8, 2010

Cüppenin etkisi, ters etkisi, kral etkisi

Cüppenin, üniformanın büyük etkisi var insan üzerinde. Hakim cüppesi, avukat cüppesi, doktor önlüğü hep bir etki bırakan hadiseler. Giyenler de sanki dünyanın merkezindeymişcesine o kadar benimsiyorlar ki o cüppeyi o önlüğü al alabilirsen elinden o gücü.


Dün geceki tören hayatıma dair bana bir kez daha yaptığım seçimin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Belki hayal kırıklıkları oldu, belki de "aaa o kadar okudu yurtdışında iyi okullara gitti ee bu mudur?" düşünceleri olmuştur eşte dostta ama bende olmamıştı. Hele dün geceki büyük büyük akademik törende cüppeleri içerisindeki doçentleri görünce midem bir kez daha bulandı. Aman Allahım nasıl bir güç gösterisi o öyle? Peki anladık doktora tezi yazmak zor bir iş ama yani yeter ama. O cüppeyi giyince birden kendilerini her şeyi bilen, herkesin kendileri önünde eğilmesi gereken yüce varlıklar haline dönüşen manasız akademisyen varoşluğu gösterenleri görmek o kadar sıkıcıydı ki...Evet bir kez daha benim için aydınlatıcı oldu, yapmış olduğum tercihin doğruluğunu görmek. Belki her şey benim için daha kolay olurdu, belki bu aile bu geniş çevre ile önümde açılan kapılar çok daha fazla olurdu ama her tarafın hazmetmemiş görgüsüz akademisyenle çevrili olduğu bir dünya zaten gitgide varoşlaşan bir dünyada bana daha ağır gelebilirdi. Demek ki kendim için doğru karar vermişim. Fakat asıl bomba şu ki bir süredir tez yazmak, aklımda olan birkaç konu üzerinde araştırma yapmak istiyorum ve ne yazık ki bunun için yüksek lisans vs gibi şeyler yapmak gerekiyor ve bunun için de sınava girmek gerekiyor. Galiba entellektüel konularda kendi gündeliğimde, etrafımda, çevremde sıkışmışlık hissediyorum ki üşenmeyip deliler gibi eğlenip doğum günü günüm olan sabahın 6sında girdiğim bir pazar günü 8'de uyanıp hiç çalışmadığım sınava girmiş bir de üstüne üstlük geçmişim. Yani tezimi yazabileceğim saha çalışmamı yapabileceğim. Eğer başvuruları vs yapmaya üşenmezsem. Amaç asla doktora değil, sadece tez yazmak ve saha çalışması yapmak istiyorum. Budur. Kıçımla güldüğüm ise cüppeleri içerisindeki doçentler. Off. O kadar ama o kadar sıkıcılar ki.

P.S. peki peki peki tamam itiraf ediyorum ales'e hiç çalışmadım değil. hem nazik hem güzel hem çekici hem de harikulade sesi olan a. a.k.a. tarık'tan yardım istedim, sıfır matematik yapan bir insan olarak "elimden tutar mısın" dedim. kırmadı, benim ona verdiğim bir testi o çözdü (o kadar iyi bir insan) ben ise elimi kolumu sallayarak gittim buluşmaya kahvemi yudumlayarak "ya bakarım ben bunlara akşam" dedim ama kendisinin çok eğlendiğini söyleyerek çözdüğü sorulara "ya canım ya nasıl da hepsini çözmüş üşenmemiş" diye düşünerek baktım, "bakarım ya ben bunlara akşam ya da sınav sabahı" dedim, zaten günlerden perşembeydi, cuma aksamı bakmak istedim bakamadım; "cumartesi gündüz bir göz gezdiririm" dedim olmadı akşam zaten eğlence, doğum günü kutlaması filan kapıdan çıkarken "belki erken gelir de sabah erken uyanıp bakarım" dedim yine olmadı, eve geldikten 2 saat sonra uyanıp sınava gittim falan filan. evet itiraf ediyorum, ,işte o buluştuğumuz 1 saat çalıştım.

Arzu nesnesi, it-item

Bu yılın arzu nesnesi. Louis Vuitton mağazası olan her ülkeye sadece 1 tane gönderiyormuş, bize gönderileni bayağı güzel ama bir o kadar embesil olan- ha bir de sesi çok viyk viyk diye çıkıyor ama ses değiştirilemiyor ne yazık ki, estetik filan yapılıyor da ses telleri daha güzelleştirilemiyor- Tuba Ünsal kapmış (röportajında okudum, o kadar beğenmiş ki bu çantayı dükkana gelince hemen aramışlar o da gidip almış, kredi kartını uzattığında da "ben ne yapıyorum" demiş ama o kadar beğenmiş ki...). Benim ise hayatımda gördüğüm en ama en çirkin şeylerden. Free bag lan bu! İğrenç. Aman Yarabbim. Ya zaten bir insan neden free bag kullanır onu anlamış değilim ama bu kadar çirkinini ise herhalde ancak üzerine para verseler takarım diye düşünüyorum (fiyatı da bu arada 1300 €. hani kimsenin çantasında giydiğinde gözümüz yok ama şu nesneye para verenin zekasından şüphem var). Bakamıyorum o kadar çirkin. Louis Vuitton sevmem seveni de anlamam. Belki Sofia Coppola'nın geçen sene yaptıkları ve eski bavulları olabilir hani kapaklı dolap gibi olanlardan. Ha işte o olabilir evin içinde. Onun dışındakiler benden de benim dünyamdan uzak olsun. Yazık aslında o kadar kaliteli deri kullanıyor ki birçok ünlü markaya işçilik bakımından fark atar. Ama gel gör ki işte varoş markası. Futbolcu türkücü şarkıcı işyerindeki yönetici markası.

Hah bu da giyilmişi. Off ki offf.

Sunday, June 6, 2010

Haftanın şarkısı

Seçilmiş şarkının ruh halim ile ilgisi yok. Sadece çok severim çok güzel şarkıdır ve doğru da olduğunu düşünürüm. Hayatta mutlaka sırtından bıçaklayanlara rastlanır, rastlanmazsa zaten o hayatın bir yerinde bir şeyler çok daha vahim şekilde çıkacakmış gibi gelir. Küçükken daha fazla, gençlik hallerinde yine az ama o kadar da az değil, ileri gençlik zamanında gitgide azalan şekilde, olgunluk döneminde hemen hiç gibi geliyor bana bu sırttan bıçaklanma hadisesi. Ya da öyle olmalı değil mi? Ders almalı insan yaşadıklarından, yaşatılanlardan, yüzüne gülüp de arkadasından konuşanlardan, dostum deyip de puşt çıkanlardan. E almıyorsa da yapacak bir şey yok, ömür boyu kaderine ağlayabilir. Ne demişler, fool me once shame on you, fool me twice shame on me.

The O'Jays, 1972, Back Stabbers.

what they do
they smile in your face
all the time they want to take your place
the back stabbers back stabbers
they smile in your face
all the time they want to take your place
the back stabbers back stabbers

all you fellows who have someone
and you really care, yeah, yeah
then it's all of you fellows
who better beware, yeah yeah
somebody's out to get your lady
a few of your buddies they sure look shady
blades are long, clenched tight in their fist
aimin' straight at your back
and I don't think they'll miss

what they do
they smile in your face
all the time they want to take your place
the back stabbers back stabbers
I keep gettin' all these visits
from my friends, yeah, what they doin to me
they come to my house
again and again and again and again, yeah
so are they there to see my woman
I don't even be home but they just keep on comin'
what can I do to get on the right track
I wish they'd take some of these knives off my back

what they do
they smile in your face
all the time they want to take your place
the back stabbers
back stabbers
low down, dirty

what they do
they smile in your face
smiling faces
smiling faces sometimes tell lies back stabbers
they smile in your face
I don't need low down
dirty bastards back stabbers