Tuesday, October 27, 2009
Adonis'in toprağı
Adonis tek başına da olur, Venus ile beraber de hiç fark etmez ama ben orada olacağım. Adonis kaslı karşı cinse ayrıca hayranım ama lütfen türk erkeği maçtan sonra eğer Adonis değilse gövdesine, ağırlığına ve de kemerinin etrafını sarmış yağ kitlesine bakmadan üstünü çıkartıp elinde formayı sallamasın! Gerçekten kabus bir görüntü. Ama şayet Adonis ise, buyursun dükkan kendisinin hepimiz onunuz. forever.
Kalimera guzum.
Monday, October 26, 2009
Friday, October 23, 2009
Sanal hayranlık sanal sosyallik
Gayet keyifliyim, işi kırdım, yapacaklarımı yapmam lazım halletmem gereken şeyler, görmem gereken insanlar var ayrıca let the sunshine in, her şey bir şekilde yine iyi yine yolunda (mutlu halimin rahatsız ettiğini de biliyorum. kimleri ettiğini ise daha iyi biliyorum. sherlock holmes gibi olmam gerek yok ki kendilerini gösteriyorlar ama şu guy ritchie'nin sherlock holmes'ı gelse seyretsek). Cuma eğlencesi'ni ise üşenmezsem evde olursam yazacağım yoksa belki yarın belki sonra. Ancak cuma sallamasını yapmadan gitmem. Aman Allah'ım nedir bu twitter üzerinden kurulan sosyallik, hayranlık ve kendi reklamını yapma olayı? Vah vah! Dünya ne kadar açmış celebriti ile sosyalleşmeye, bulunca hemen buldumcuk oluyorlar. Hayır merak ediyorum, birbirine cevap verince mesaj yazınca arkadaş mı olduklarını sanıyor bu insanlar? Tanımadıkları celebriti tayfasını twitter üzerinden doğum günü kutlamalarından sonra en bombası bu bence. Az önce okudum Milliyet'in moda yazarını, bizim aile dostumuzun hesabına pohpohlayan bir şeyler yazdığını. Vah canım! Üzülme ben seni tanıştırırım, hem başka celebriti dostlarımız da var, hiç merak etme. Önemli olan benim kendimi sana göstermem ama onu da benim istemem lazım ki emin ol hiç ilgimi çekmiyor. Ama bir sosyolog olarak Türkiye'deki gazeteci-editör-köşe yazarı-televizyoncu takımının twitter kullanımı incelenmesi gereken bir vaka olduğu kanaatine gitgide inanmaya başlıyorum. Hele bir de yabancılara bulaşmaları var ki... Ah işte beni benden alıyor yurdum insanı.
Wednesday, October 21, 2009
Önce ve sonra
Önce insanları küstürmemek, kırmamak,
onlara hoyrat ve özensizce davranmamak,
kalplerini pervasızca kırmamak ve sanki o her zaman buna müsamaha edecekmiş gibi davranmamak lazım.
Sonra karşısındaki ona bakmamaya, onu umursamamaya, ona bakıp da onu görmemeye, hissetmemeye başlayınca, yani "gidince" bu duruma şaşırmamak lazım.
Yapılan hatayı kabul etmek ise bir zorunluluk değil. Kişinin kendi gelişimi için kendi tercihine kalmış gerekli bir şey ama lazım değil. Çünkü o zaten orada değil artık. Bir kalp kaç kere kırılır ki?
Tuesday, October 20, 2009
" - kahve?"
kahve, benim kahvem, kahve makinesi, mutfak, ev, yatak, beyaz takımlar, orkideler, fincanlar, kitaplar, plaklar, müzikler ve hatta şiva...her şeye geri dönüş, normale geri dönüş, yeniden sarılış. oley. en sonunda. tout va bien.
Sunday, October 18, 2009
Never on sunday: erkek algısı
Piyale Madra her zamanki gibi çok güzel bir ayrıntıyı yakalamış. Gerçekten de okuyunca hem çok güldüm hem de hayatımda-hayatlarımızdaki- "her şeyi bilir, her şeyi kontrol edebilir, her şeyden haberdar, her konuda ahkam kesen "erkek"leri düşününce iyice bıraktım kendimi. Tamam yukardaki konu tek eşlilik aldatma vs, hadi o konuları geçtim ama diğer gündelik hayat mevzularında da o kadar naif ama bir o kadar o naiflikten bihaber her şeyin hakimi olduklarını düşünüyorlar ki bazen elinden tutup yardım etmek istiyorum. Bir de o kadar ağır adam ağır abi pozlarında edalarında anlatıyor ki hayatını, gündeliğini ve onun üzerindeki hakimiyetini, resmen inandığını görüyorum. vah vah. Sanıyor ki edilen 1-2 pohpohlayıcı lafla king of the world. Ama inanmayıp da ne yapsın ki? Ben kadın halimle kadınların oyunlarından maskelerinden bir şeye ulaşmak için yapabileceklerinden korkarım, erkekler mi aldanmayacak? Şahsen o kadarını oynayamam ama oynayabilen kadınlara saygı duymasam da (bence fazlasıyla sahte ve kötüye amaçlı iyi niyetli) neticesinde öyle veya böyle istediğine ulaştığı için bir şekilde gerçeği kabul etmek ve onu görmek gerekir. Ama dedikleri gibi cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile süslüdür. Hah bu da never on sunday sözü olsun.
Saturday, October 17, 2009
Hastane odasından gecikmeli "cuma eğlencesi"
Her şey iyi ve yolunda olsa da günlerdir hastane, gece gunduz refakat derken herhalde yakında benim de pilim bitecek ama sanıyorum o durum her şey bittikten sonra eve gidildikten sonra ortaya çıkacak. Hazır daha kimseler gelmemişken, telefonlar nisbeten başlamamış, celebriti F.A.'nın hayran kitlesi üşüşmemişken yazıp bitireyim günlerdir görüp de vaktim olmadığı için yazamadıklarımı satırlara dökeyim dedim.
Pedro Almadovar kendisi için düzenlenen gecede Madonna ve Penelope Cruz ile beraber. Hemen her daim güzel ve tarz bulduğum Penelope Cruz 'un buradaki elbisesi bir facia, Vogue.com'un fotoğrafçısı ayrı facia. Ne kadar kötü bir açıdan çekilmiş bir resim bu. İncecik kadın şişko çıkmış, göğüsleri yayık elbise de kayık çıkmış. Madonna tamam forever Madonna da yani artık bu yüzünün gerginliği resmi kaplayacak boyutta ama smokini güzel yazmamışlar ama umarım vintage YSL 'dır. Pedro ise bildiğin Pedro kılık kıyafet hep aynı. Bir Pedro Almadovar bir de Spike Lee bence film yönetmenlerinin en fantastik giyinenleri.
Off yarabbim bu Bob Geldof kabilesinden kurtuluş yok, her yerde ve her türlü etkinlikte dolaşıyorlar. Hem tarzları yok hem de ağır derece çirkinler. Tamam elbette çirkinlikleri Notre Dame'ın kamburu vaziyetinde değil ama kötüler yani. Tatler dergisinin gecesinde kat kat pastanın önünde neredeyse kendisi de kat kat pasta gibi duran Bob Geldof kızlarından biri. Gerçekten de siyah yerine beyaz giymiş olsa pasta ile aynı ebatlarda olduğunda karıştırılabilir. Kendisi kötü elbisesi de kötü daha doğrusu tarzsız, vermişler giymiş.
Tipik mavi kan ingiliz kızları (kırmızı kan olanları ise miss piggy ebatlarında ağır varoş tarzda oluyorlar. misal w.a.g.'ların hemen hepsi). Uzun incecik ve kinda stylish. Elbiseleri ben giymem ama yakışan taşıyabilen giysin neticede güzel; sadece soldaki biraz casinoların kadife perdelerini andırıyor o kadar. Ama ben saçlara takığım. Ne kadar doğal ve ne kadar hoş! Bizde fönsüz hiçbir yere gidilmez, illa o saçlar haber spikeri gibi fönlenecek klasik türk kadını fönü dalgalar dışarı doğru kıvrılacak vs. Ya doğal fön yok mu? Şöyle mükemmel gibi durmayan? Ben onu yaptırmaya çalışıyorum da ne yazık ki her seferinde beceremiyorlar koskoca Divan'a verdiğim paralar boşa gidiyor.
İkisi de çirkin (ayrıca siyahlar bana göre) ama sağdakinin elbisesi güzel. Yani bence hem göğüs hem de bacakların açık olması gereksiz ama alt tarafı kapalı olsa kesinlikle giyip sokaklara çıkmak isteyeceğim bir elbise. Hoş, Met'de bir baloya, bir charity etkinliğine gitmiyorsam bunu giyip İstanbul'da sokaklara çıkmanın alemi yok. Kimlerin olduğu davete gideceğim? E zaten gittiğimde giyinip çıkıyorum ki bence fazla bile çünkü hepsi sıradan" hepsi pahalı ama hepsi bir örnek aynı" görüntü içerisinde. O halde gerek yok. Ha, New York'taki bir davete gidersem giyerim o zaman yoksa İstanbul'un olmayan beautiful people etkinliği için değmez, istemem.
Ben Jacquetta Wheeler 'ı pek beğenirim ama burada bayağı kötü. Hem zayıflığı hem kılık kıyafeti hem de saç rengi olarak kendisi 81'li değil de 71'li gibi duruyor. Resmen yaşlı gözüküyor. Sükut-u hayal.
Gerçekten müthiş ikili. Tanımam etmem ama biri -soldaki- protestan etik kuralları ile büyümüş buna inanmış mürebbiye görüntüsünde ve kılığında, diğeri ise porno filmlerinde evin erkeğini baştan çıkartan baby-sitter görüntüsü ve kılığında. Biri kış biri yaz gibi. Bu ne yahu? İkisi de ayrı ayrı kötü ayrı ayrı olsa da olur olmasa tadında.
İkisini beraber yazacağım yani üstteki resimdeki en soldaki kız ve Gossip'in solistini. Öncelikle Gossip iyi grup müziği güzel ama sürekli lezbiyenliği ve kilosunu insanın ağzına sokan solisti tahammül edilemez vaziyette. Cidden. Her röportajda "bana toplu değil şişko deyin ikiyüzlülük etmeyin, lezbiyenliğimi kabul edin" tadında laflar edip çıplak pozlar vermek, forever skinny Kate Moss ile best friends forever vaziyetleri sıkıcı oluyor. Ayrıca zayıflamış gördüm kendisini. Elbette bana ne sağlıkla ilgili bir şey bu; genç kadın kalp var kolesterol var sağlıklı olmak iyi şey ama o zaman bu kadar çok laf söylenmez. Söylenirse de bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu olur. İnsanın bir duruşu olsun tavrı olsun sonuna kadar desteklerim ama bir istikrarı olsun. İstikrarın yoksa tavıra ne gerek var? Bak işte ortalama zekalı ortalama algılı türk gazeteci-editör- köşe yazarı-televizyoncuların twitter sayfalarında her şey ortada. Ne tavrı ya? Tavırları da söylemleri de suni ve içteki eksikliklerin dışa vurumu şeklinde cereyan ediyor. Diğer resimdeki kız da bence o vücuda olmayan bir elbise ile çıkmış. Bunun kilo-şişman-çirkin-güzel estetik kaygısı ile bir ilgisi yok. Sadece ister çok güzel ister çok çirkin olsun ama giydiği külotlu çorabın lastiklerinin gözüktüğü bir elbise ile dolaşmak görüntü olarak herkeste kabustur.
İki ingiliz iki başarılı genç tasarımcının giysileri içerisinde. Soldaki Husseyin Chalayan, sağdaki Erdem. Bence Erdem'in kyafeti çok güzel deyip bitiririm yorgunum iki gecedir refakatçiyim yorgunum giderim belki sonra yine gelirim ama her şey yolunda bizim cephede.
Pedro Almadovar kendisi için düzenlenen gecede Madonna ve Penelope Cruz ile beraber. Hemen her daim güzel ve tarz bulduğum Penelope Cruz 'un buradaki elbisesi bir facia, Vogue.com'un fotoğrafçısı ayrı facia. Ne kadar kötü bir açıdan çekilmiş bir resim bu. İncecik kadın şişko çıkmış, göğüsleri yayık elbise de kayık çıkmış. Madonna tamam forever Madonna da yani artık bu yüzünün gerginliği resmi kaplayacak boyutta ama smokini güzel yazmamışlar ama umarım vintage YSL 'dır. Pedro ise bildiğin Pedro kılık kıyafet hep aynı. Bir Pedro Almadovar bir de Spike Lee bence film yönetmenlerinin en fantastik giyinenleri.
Off yarabbim bu Bob Geldof kabilesinden kurtuluş yok, her yerde ve her türlü etkinlikte dolaşıyorlar. Hem tarzları yok hem de ağır derece çirkinler. Tamam elbette çirkinlikleri Notre Dame'ın kamburu vaziyetinde değil ama kötüler yani. Tatler dergisinin gecesinde kat kat pastanın önünde neredeyse kendisi de kat kat pasta gibi duran Bob Geldof kızlarından biri. Gerçekten de siyah yerine beyaz giymiş olsa pasta ile aynı ebatlarda olduğunda karıştırılabilir. Kendisi kötü elbisesi de kötü daha doğrusu tarzsız, vermişler giymiş.
Tipik mavi kan ingiliz kızları (kırmızı kan olanları ise miss piggy ebatlarında ağır varoş tarzda oluyorlar. misal w.a.g.'ların hemen hepsi). Uzun incecik ve kinda stylish. Elbiseleri ben giymem ama yakışan taşıyabilen giysin neticede güzel; sadece soldaki biraz casinoların kadife perdelerini andırıyor o kadar. Ama ben saçlara takığım. Ne kadar doğal ve ne kadar hoş! Bizde fönsüz hiçbir yere gidilmez, illa o saçlar haber spikeri gibi fönlenecek klasik türk kadını fönü dalgalar dışarı doğru kıvrılacak vs. Ya doğal fön yok mu? Şöyle mükemmel gibi durmayan? Ben onu yaptırmaya çalışıyorum da ne yazık ki her seferinde beceremiyorlar koskoca Divan'a verdiğim paralar boşa gidiyor.
İkisi de çirkin (ayrıca siyahlar bana göre) ama sağdakinin elbisesi güzel. Yani bence hem göğüs hem de bacakların açık olması gereksiz ama alt tarafı kapalı olsa kesinlikle giyip sokaklara çıkmak isteyeceğim bir elbise. Hoş, Met'de bir baloya, bir charity etkinliğine gitmiyorsam bunu giyip İstanbul'da sokaklara çıkmanın alemi yok. Kimlerin olduğu davete gideceğim? E zaten gittiğimde giyinip çıkıyorum ki bence fazla bile çünkü hepsi sıradan" hepsi pahalı ama hepsi bir örnek aynı" görüntü içerisinde. O halde gerek yok. Ha, New York'taki bir davete gidersem giyerim o zaman yoksa İstanbul'un olmayan beautiful people etkinliği için değmez, istemem.
Ben Jacquetta Wheeler 'ı pek beğenirim ama burada bayağı kötü. Hem zayıflığı hem kılık kıyafeti hem de saç rengi olarak kendisi 81'li değil de 71'li gibi duruyor. Resmen yaşlı gözüküyor. Sükut-u hayal.
Gerçekten müthiş ikili. Tanımam etmem ama biri -soldaki- protestan etik kuralları ile büyümüş buna inanmış mürebbiye görüntüsünde ve kılığında, diğeri ise porno filmlerinde evin erkeğini baştan çıkartan baby-sitter görüntüsü ve kılığında. Biri kış biri yaz gibi. Bu ne yahu? İkisi de ayrı ayrı kötü ayrı ayrı olsa da olur olmasa tadında.
İkisini beraber yazacağım yani üstteki resimdeki en soldaki kız ve Gossip'in solistini. Öncelikle Gossip iyi grup müziği güzel ama sürekli lezbiyenliği ve kilosunu insanın ağzına sokan solisti tahammül edilemez vaziyette. Cidden. Her röportajda "bana toplu değil şişko deyin ikiyüzlülük etmeyin, lezbiyenliğimi kabul edin" tadında laflar edip çıplak pozlar vermek, forever skinny Kate Moss ile best friends forever vaziyetleri sıkıcı oluyor. Ayrıca zayıflamış gördüm kendisini. Elbette bana ne sağlıkla ilgili bir şey bu; genç kadın kalp var kolesterol var sağlıklı olmak iyi şey ama o zaman bu kadar çok laf söylenmez. Söylenirse de bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu olur. İnsanın bir duruşu olsun tavrı olsun sonuna kadar desteklerim ama bir istikrarı olsun. İstikrarın yoksa tavıra ne gerek var? Bak işte ortalama zekalı ortalama algılı türk gazeteci-editör- köşe yazarı-televizyoncuların twitter sayfalarında her şey ortada. Ne tavrı ya? Tavırları da söylemleri de suni ve içteki eksikliklerin dışa vurumu şeklinde cereyan ediyor. Diğer resimdeki kız da bence o vücuda olmayan bir elbise ile çıkmış. Bunun kilo-şişman-çirkin-güzel estetik kaygısı ile bir ilgisi yok. Sadece ister çok güzel ister çok çirkin olsun ama giydiği külotlu çorabın lastiklerinin gözüktüğü bir elbise ile dolaşmak görüntü olarak herkeste kabustur.
İki ingiliz iki başarılı genç tasarımcının giysileri içerisinde. Soldaki Husseyin Chalayan, sağdaki Erdem. Bence Erdem'in kyafeti çok güzel deyip bitiririm yorgunum iki gecedir refakatçiyim yorgunum giderim belki sonra yine gelirim ama her şey yolunda bizim cephede.
Wednesday, October 14, 2009
"dosluğumuzun 20.yılı"
Kaçımızın 20 yıllık dostu var? Ya da kaçımızın dostu var?
Hiç kibarlık etmeyeceğim ama benim var. Hem 20 yıllık olanından var, hem de 20 yıllık olmasa da yaşananlar itibariyle 20 yıllık nice arkadaşı donunda sallayan kadim dostlar var. Ancak şu bir gerçek ki benim dosta verdiğim kıymet J.A. & F.A.'nın eseridir. Yani onların dostlarına verdiği kıymetin neticesidir bende oluşan dostluk duygusu ( ama evet tek çocuğum, kardeşim abim-ablam yok, kendi çocuklarını tek bırakmak istemeyen kardeşlilere göre "bencil, paylaşmayı bilmeyen" kategorideyim ama gayet mutluyum).
Bugün F.A.'nın 20 yıllık dostu geldi ziyarete. Geçenlerde bir mail atmış ve önümüzdeki günlerde İstanbul'a geleceğini, dostluklarının 20. yılını beraber rakı içerek kutlamalarını önermişti. Teklif harika olsa da bir anda yapılan bypass F.A. 'yı engellemek durumunda kaldı. Bugün konferans için İstanbul'daydı, ben gidip önce durumu söyledim, "her şey iyi merak etme" dedim ama o "olabilir ama ben gözlerimle görmeden inanmam" deyince bir şey yapamadım, konferans sonrası alıp getirdim, ziyaret kısıtlaması olan odaya daldı, çok sık görüşemese de birbirinin neredeyse en yakın arkadaşları olan iki koca adam şaşırdılar, F.A. heyecanlandı, 20 yıllık kadim dostunun gözleri doldu ama hemen göğüs kafesi ağrılarını engellemek için elinde kalp şeklinde yastık ile duran F.A.'ya espri patlattı: " e iyi yedeği de vermişler eline, kaybetme sakın" .
Bizim müthiş türk milleti ecnebiden dost olmaz der ya, işte bu tip durumlarda hayran oluyorum genel türk insanın algısına. Dost dediğin ecnebiden de olur, aynı toprağın adamından da. Önemli olan dost olması. İkiyüzlü, gösteriş peşinde olması değil de samimi olması, gerçek olması. Galiba A. ailesi olarak bu konuda şanslıyız. Hem beraber hem de bireysel olarak. Evet hiç mütevazı olmayacağım bu konuda. Zaten "kıymet" hadisesinden beri o kadar bıraktım ki bazı insanları ve onların hem yapışık "dostuz" laflarını ve sahte söylemlerini. Ha bir de insanın dostunu üzmemesi lazım. En azından ben buna inandığıma karar verdim. O kadar canını acıtmaması, hoyrat ve umarsız davranmaması, günler aylar yıllar boyu beynini yememesi lazım. "Lazım" tabii lafın gelişi. Kime göre neye göre, neticede kimse kimsenin malı değil, yapmazsa yapmaz, elbette neyi doğru görüyorsa onu yapmalıdır. Ama hayattaki her şeyin bir sonucu vardır. Kırılan kalp hele hele hoyratça kırılan kalp ne hale gelir kim bilir?
whatever...kime ne ya da bana ne, zaman kalbin ilacı.
Erik... a. ailesi'nin Hollanda'daki üyesidir, f.a.'nın 20 yıllık dostudur, geldiğinde bizde kalandır, benim teenage odamda axl 'ın posterlerinin altında yatandır, evin bir diğer üyesidir.
Tuesday, October 13, 2009
Sunday, October 11, 2009
Bazılarımız
Bazılarımız delilerden, bazılarımız dışardan bakanlardan, bazılarımız ise en sıkıcı olan cinsinden yani deli taklidi yapıp kendini göstermek isteyenlerden.
Kan kanı çeker derler -ki bence doğrudur sonuna kadar inanırım- ama ama bazen kanın sulanması hadisesi var. Bozulabiliyor. Gittiği yönlerin bozukluğu, o sulanma sebebiyle oluyor diye tahmin ediyorum yoksa o oraya o yöne onun olduğu yere neden gitsin ki?
Gerçek "deli" olanlar için. Olmadığı gibi olmayanlar, olamamışlarını hırçınlıkla sözde delilikle, çılgın gösterilerle göstermeye çalışmayanlar için sadece içimden geldi, dinlemek istedim. Hem de akustik versiyonunu. Seal, Crazy
in a sky full of people, only some want to fly,
isn't that crazy?
in a world full of people, only some want to fly,
isn't that crazy?
in a heaven of people there's only some want to fly,
ain't that crazy?
but we're never gonna survive unless, we get a little crazy.. crazy..
no we're never gonna to survive unless we are a little... crazy..
Friday, October 9, 2009
Kıymet vermek ve kıymeti göstermek
Güzel şey "kıymet".
"Kıymet etmek" denilen şey de iyi güzel ama bir de bunu göstermek lazım.
Ama zamanında. Öyle bazı şeyler için çok geç olmadan. Bitmeden, sona ermeden.
Yani daha kaba bir dille ölümden önce, ölüm sevenleri birbirinden ayırmadan önce, arkadaşlıklar tüketilmeden, sevgi denilen ve çok kolayca kullanılan kelime hoyratça yıpratılıp tüketilmeden önce.
Şaşırtıcı -yani beni bilenlere- gelecek ama çok düşünmedim bu şu günlerde. Yani F.A.'nın hiçbir sorun yaşamadan Frankfurt öncesi tesadüfen basit bir taşikardi sorunu sebebiyle gittiği hastane, karşısına çıkan iyi bir kardiyolog, yapılan anjiyo ve hemen karar verilen bypass ile hastanelerde hızlıca geçen şu son birkaç günde hemen hemen hiç düşünmedim. Belki de benim bu kadar büyük bir heyecana bu kadar gerginliğe verdiğim tepki buydu bilemiyorum ama çok az düşündüm, çok az muhasebe yaptım.
Sadece yaşadım. Gerçekten içtenlikle gösterilen kıymeti yaşadım. Düşünmeme gerek kalmadı çünkü kıymeti de kıymetsizliği de yaşadım.
Gelenler, arayanlar, çiçeğe boğanlar, saat başı arayıp merakla bekleyenler, Tabipler Odası'nı ayağa kaldıranlar, çok çok ünlü bir o kadar ulaşılması zor doktoru arayıp sekreterini isyan ettirenler derken kıymeti yaşadım ben ve düşünmeme gerek kalmadı. Neyin ne olduğunu gördüm yaşadım tamamdır benim için. Sevilmeyi, sevildiğimizi, sevildiğini, gördüm dediğim gibi zaten rahattım keyifliydim iyice genişledim, koollaştım.
Sonuç: Sevgi kolay harcanmamalı. Ne sevgililik sevgisi ne de dostluk sevgisi. İkisini de kolay harcayan, beni zamanında üzenlerin sevgilerine kıymet etmediğimi gördüm. Yazık etmişler. Hoyrat davranmamalı insan sevdiğine. Ne dostuna ne sevgilisine. Kıymetlisi gibi hissettirmeli. Çünkü her şey bitiyor. Oysa o biteceğine hiç inanmıyor, aptallık ediyor yıllarca, günlerce. Yüreğini tüketiyor ve sonunda bitiriyor. Bravo. Bitmiş gitmiş. Umrumda mı? Hayır. Ama işte bu yüzden insan ne sevgilisinin ne de dostunun sevgisini hoyratça yıpratmamalı.
*
P.S. geçen gün okulda gördüğüm ve mutlaka bir gece ayarlayacağımı söylediğim çocukluk kahramanımı arayıp f.a.'nun durumundan haberdar ettiğim c.k. 'nın sonrasında haberdar etmek için aradığımdaki her telefonumu "anotherstarcığım" diye açması beni bitirdi desem ... neden bilmiyorum ama galiba "kahramanlık" etkisi bu. hem artık ben ilkokula giden kızçocuğu değilim o da yeni yetme genç değil; her seferinde " ... cığım dinliyorum" der mi bir insan? galiba hastasıyım.
P.S. (2) inançlıydım. her şeyin iyi olacağına dair. kötü olduğum yegane an j.a. ile ameliyat odasına girerken kapıda f.a. 'yı uğurladığımız an oldu. işte o an ağlayarak gayet çirkinleştim. bir insanda ağlamak bu kadar mı çirkin olur? kabus resmen. eciş bücüş oluyor yüzüm.
P.S.(3) f.a. da j.a. da gayet celebriti insanlar ben bunu gördüm bir kez daha. yarabbim. sürekli bir telefon sürekli bir başka celebriti şahsiyetten gelen çiçek, iyi dilek mesajları.
Uyuyacağım birazdan. Breathe- Respire. Ama mutluyum. Hem de çok. Bir de kıymetlilerimin kıymetini yıpratmamayı deneceğim.
"Kıymet etmek" denilen şey de iyi güzel ama bir de bunu göstermek lazım.
Ama zamanında. Öyle bazı şeyler için çok geç olmadan. Bitmeden, sona ermeden.
Yani daha kaba bir dille ölümden önce, ölüm sevenleri birbirinden ayırmadan önce, arkadaşlıklar tüketilmeden, sevgi denilen ve çok kolayca kullanılan kelime hoyratça yıpratılıp tüketilmeden önce.
Şaşırtıcı -yani beni bilenlere- gelecek ama çok düşünmedim bu şu günlerde. Yani F.A.'nın hiçbir sorun yaşamadan Frankfurt öncesi tesadüfen basit bir taşikardi sorunu sebebiyle gittiği hastane, karşısına çıkan iyi bir kardiyolog, yapılan anjiyo ve hemen karar verilen bypass ile hastanelerde hızlıca geçen şu son birkaç günde hemen hemen hiç düşünmedim. Belki de benim bu kadar büyük bir heyecana bu kadar gerginliğe verdiğim tepki buydu bilemiyorum ama çok az düşündüm, çok az muhasebe yaptım.
Sadece yaşadım. Gerçekten içtenlikle gösterilen kıymeti yaşadım. Düşünmeme gerek kalmadı çünkü kıymeti de kıymetsizliği de yaşadım.
Gelenler, arayanlar, çiçeğe boğanlar, saat başı arayıp merakla bekleyenler, Tabipler Odası'nı ayağa kaldıranlar, çok çok ünlü bir o kadar ulaşılması zor doktoru arayıp sekreterini isyan ettirenler derken kıymeti yaşadım ben ve düşünmeme gerek kalmadı. Neyin ne olduğunu gördüm yaşadım tamamdır benim için. Sevilmeyi, sevildiğimizi, sevildiğini, gördüm dediğim gibi zaten rahattım keyifliydim iyice genişledim, koollaştım.
Sonuç: Sevgi kolay harcanmamalı. Ne sevgililik sevgisi ne de dostluk sevgisi. İkisini de kolay harcayan, beni zamanında üzenlerin sevgilerine kıymet etmediğimi gördüm. Yazık etmişler. Hoyrat davranmamalı insan sevdiğine. Ne dostuna ne sevgilisine. Kıymetlisi gibi hissettirmeli. Çünkü her şey bitiyor. Oysa o biteceğine hiç inanmıyor, aptallık ediyor yıllarca, günlerce. Yüreğini tüketiyor ve sonunda bitiriyor. Bravo. Bitmiş gitmiş. Umrumda mı? Hayır. Ama işte bu yüzden insan ne sevgilisinin ne de dostunun sevgisini hoyratça yıpratmamalı.
*
P.S. geçen gün okulda gördüğüm ve mutlaka bir gece ayarlayacağımı söylediğim çocukluk kahramanımı arayıp f.a.'nun durumundan haberdar ettiğim c.k. 'nın sonrasında haberdar etmek için aradığımdaki her telefonumu "anotherstarcığım" diye açması beni bitirdi desem ... neden bilmiyorum ama galiba "kahramanlık" etkisi bu. hem artık ben ilkokula giden kızçocuğu değilim o da yeni yetme genç değil; her seferinde " ... cığım dinliyorum" der mi bir insan? galiba hastasıyım.
P.S. (2) inançlıydım. her şeyin iyi olacağına dair. kötü olduğum yegane an j.a. ile ameliyat odasına girerken kapıda f.a. 'yı uğurladığımız an oldu. işte o an ağlayarak gayet çirkinleştim. bir insanda ağlamak bu kadar mı çirkin olur? kabus resmen. eciş bücüş oluyor yüzüm.
P.S.(3) f.a. da j.a. da gayet celebriti insanlar ben bunu gördüm bir kez daha. yarabbim. sürekli bir telefon sürekli bir başka celebriti şahsiyetten gelen çiçek, iyi dilek mesajları.
Uyuyacağım birazdan. Breathe- Respire. Ama mutluyum. Hem de çok. Bir de kıymetlilerimin kıymetini yıpratmamayı deneceğim.
Wednesday, October 7, 2009
Breathe-Respire, 6
Güneş bu camdan girdiği gibi girecek, hiçbir sorun olmayacak.
Hava güneşli, yağmursuz bir sonbahar günü.
Tehlike yok. Biliyorum ki çok şanslıyız bir şey olmadan bir aksilik yaşanmadan bu yapıldığı için. Ve yine biliyorum ki çok fazla dedim "mutluyum iyiyim keyifliyim keyifliyiz ailecek" diye. Ama yine de öyle, sorun olmayacak. Ani oldu ama bir sorun üzerine olmadı. Şanslıyım. Şanslıyız. Ve tabii o çok şanslı. Tek üzüntüsü şu an Frankfurt Kitap Fuarı'na gidemiyor oluşu. Dert değil, beraber gideriz sonra.
Sunday, October 4, 2009
Çat pat yabancı dil ile yapılanlar, broken english'te yaşananlar
Vasat ve fazlasıyla "girlie" bir film ama fark etmez ismi güzel, komiklikleri güzel, new york güzel, paris güzel ama tabii Melvil güzel. Melvil Poupaud. Çirkin, fazlasıyla silik dönemindeki haline rağmen keşiflerimdendir, 40'larına gidişi ise şahane olmuş. Kimden olduğunu bilmiyorum ama kız babası da olmuş bu arada. İsabetli de olmuş bence. Kendisi kız babası olması gereken adamlardan. Her adam bir şekilde oğlan babası olur da kız babası olamaz. Melvil zaten bu kız babası rolünde tam olmuş, hiç fark etmez ikincisinin de olur, gelip gideriz kah oraya kah buraya.
Broken English 'e geri dönersek...Yani işte kız filmi, her zamanki desperate love durumları var, Zoe Cassavetes harikulade bir yönetmen değil ama zaten her büyük ismin çocuğu da büyük olacak demek hiç değil. Zordur büyük isimlerin çocuğu olmak. Ama vardır ama böyle bir aldanış; özellikle de bizim millette. Herkes "ben bilmem kimin çocuğu olacaktım ki, pehh neler yapardım neler, ilişkilerimiz yok ki yapamadık yoksaaaa" diye bol bol konuşur. Bana da zaman zaman söyleyen çıkmıştır "senin annenle babanın çocuğu ben olacaktım ki bak neler yapıyordum" diye. Ne diyeyim ki "eyvallah, keşke senin üstün zekan bende olsa da ben de böyle ezik olmasam hele senin yanında ama ne yaparsın, kahpe kader işte" den başka. Gerek yok bence, ne cevap vereyim ki, dinlemiyorum bile. Ama Melvil konuşsun, tek laf etmeden ayrıca domuzluk etmeden, inat etmeden dinlerim, forever.
Saturday, October 3, 2009
O sabahlardan biri veya one of these mornings.
Hani bazı geceler vardır aslında kabus görülmemiş, korkutucu rüyalarla uğraşılmamış, herhangi kabus vari olay yaşanmamış, telefon gelmemiştir ama sabah dayak yemiş gibi kalkılır.
İşte one of these mornings. Muhtemelen de hayatımda ilk defa oluyor. Son olsun. Herhalde dün ağır geldi, akşamüstü gelen tedirgin eden haber.
Moby-"one of these mornings". Moby sevmem de bu şarkıyı şarkı yapan vokaldeki Patti Labelle'dir, o yüzden güzel.
İşte one of these mornings. Muhtemelen de hayatımda ilk defa oluyor. Son olsun. Herhalde dün ağır geldi, akşamüstü gelen tedirgin eden haber.
Moby-"one of these mornings". Moby sevmem de bu şarkıyı şarkı yapan vokaldeki Patti Labelle'dir, o yüzden güzel.
Thursday, October 1, 2009
2-1= kaldı 1 prosecco
nihayetinde buluşulan -bir nevi fantastik 3'lü, boogie boy, u., muhteşem yemeklerim, muhteşem soslarım, muhteşem şekilde üşenmeden sicilya'dan getirdiğim muhteşem peynirler, koltukta uyuyakalan boogie boy, u. ile içine düşülen plaklar, bossa nova, astrud gilberto, paz e futebol, kırmızı şarap,-lar, prosecco ve ... gayet güzel fantastik geceye yerlerde süründüren reflü krizi eklense de gece çok da güzel pek de güzeldi. evet, bossa nova seviyoruz. evet, herkese yemek yapmıyorum, yapmayı da sevmiyorum
p.s. 1'i gitti 1'i kaldı. forever prosecco
p.s. 1'i gitti 1'i kaldı. forever prosecco
Subscribe to:
Posts (Atom)