Saturday, February 28, 2009

Kırmızı

Geçen gün GS içmiş Bordeaux'u bugün de biz içtik. Hem de o sevimsiz Bülent Uygun denilen insanın çalıştırdığı takımının yenilgisine içtik. Kırmızı denince Bordeaux, Bourgogne gayet güzeldir. Farkı bölgeler farklı tatlardır. Eğer İtalya'ya gidiyorsak Chianti alayım pahalıya kaçmadan. Ama herkesle içer miyim, herkesle içki sofrasına oturur muyum? Sence? Bence hayır.

Güzel maçtı. En çok da tabii Bülent Uygun'nun yüzünün ekşimesine sevindim.
Yalan değil GS güzel yendi Bordeaux'u. GS'ı bitim kadar sevmesem de kabul edilmesi gereken gerçekler var. Ben Bordeaux'umu içer çıkarım. Elbette GS'ın şerefine değil. Başlıkta kırmızı var ama sarı yok. Çüş o kadar da değil. F.A. için bile yapmam o kadarını.

Breathe- respire, 3


Her şeyin olduğu gibi olduğu. Saf. Dokunulmamış. Makyajsız. Otoparkçı mafyası gibi camı açıp fantastik hareketimi yaptığımda olduğum gibi. Gerçekten bazen fantastik derecede komik olabiliyorum.

Friday, February 27, 2009

Cuma eğlencesi, 6

Soğuk ve yağmurlu şubat ayı ve Londra. Artık pek mankenlik yapmayan ingiliz model Liberty Ross. Bence çok güzel bir kadın. Bilmem, duruluğu, beyazlığı paçoz olmayan hali herhalde güzel geliyor bana. Elbisesi, elbisesinin yakası, kumaşı filan london girl tanımına çok iyi uyuyor.
Biri amerikalı diğeri belçikalı (je crois) iki ünlü manken. Soldaki Erin Wasson tamam iyi hoş tarz sahibi mankenlerden ama bu ne ya? Yani farklı olacağım diye de bu kadar paçoz olunmaz ki. Artık dansözler hariç kim göbeği açık tişört giyip çıkıyor sokaklara? Ha pardon bir de 80lerin sonu 90ların başı yayınlanan kült amerikan dizilerinin olayıdır göbeği açıkta bırakan tişörtlü kızlar. Misal Melrose Place (yeniden gösteriyorlarmış tesadüfen görünce pek bir heyecanlandım). Tamam anladık kendisi manken taş ama bu kıyafetle sokağa çıkarken kimse mi görmüyor, yok mu arkadaşı filan bunu engelleyecek? Belçıkalı olan ise Midwest'te yaşayıp genelev işletmecisi görüntüsü veren manken arkadaşının yanında her yılbaşında L.V. Beethoven'in 9. senfonisini çalan Avusturya Kraliyet Orkestrası'nın mutaassıp koro şarkıcısı görüntüsündeki Anouk bir şey.İkisinden de tarz diye bahsedeni döverim şurada.
Yine manken ve Jacquetta Wheeler. Soldaki. Uzunluğu inceliği dışında normal bir insan işte. En azından burada. Kötü resmen. Hatta kötü başka bir şey, daha vahim sıradan. İyi olayım kötü olayım dert değil ama sıradan olmayayım lütfen.
Gece alemleri ile ingiliz basının bir türlü dilinden düşmeyen Kate Moss ve Tilda xxx. Hatta vitamin içip sabahı çıkarttığı söyleniyor. Çok ama çok beğensem de burada da kendisinin gayet kayık ve yorgun gözüktüğü bir gerçek. Hiç tarzım olmayan ama müthiş tarz sahibi olarak kabul edilen kadınla erkek arası bir tipteki Tilda xxx'in lacivert bluzu güzel de fazla işlemeli fazla garip. Kate Moss'un smokin ceketi güzel.

İşte smokin ceket ve altına giydiği elbise. Hmm elbise demek için biraz zorlanıyor insan ama orası Londra kendisi manken ayrıca taş. Tabii yanındaki ucube de sevgilisi. Nedense kendisinin çirkinden de öte freak tiplileri beğenme eğilimi var. C'est chic, freak out. Ha, diğer yaratığa yorum bile yapmıyorm sadece London by night budur diyorum.

Çıkıp gitmek istiyorum. Yüreğimi yerinde tutamıyorum. Bence de bu durum biraz freak ama whatever...

Cuma sarhoşu

İşe filan gelmek istememe, daralma ruh hali yaşarken bir anda kıpır kıpır oldu her şey. Yine yüzümde gerzek bir tebessümle oturuyorum, sarhoş gibi ota boka gülüyorum ve yine it halime geri döndüm.

Soul müziğinin en büyük müzisyenlerinden, hayranı olduğum nadir insanlardan Stevie Wonder benim için Hotter than July albümünden sonra yani 1980'den sonra yoktur, ne albümünü alır dinlerim ne de bilmek isterim o kötü şarkıları. Tek bir istisna vardır o da part time lover.



Sabahtan beri bunu dinliyorum. Gerçekten cuma sarhoşuyum ben. Yüzümde nedeni anlaşılmaz bir tebessüm ile bakıyorum ekrana. Delirdim galiba. Akşam ne giysem?

P.S. insanlar en yakınlarını kimi zaman çok iyi tanırmış. kadim dostum sekvotka'nın, fantastik 4'lü'nün, magda'nın son günlerde yaptıkları komik ama doğru yorumlar bunu gösterdi. hele hele az önce sekvotka'nın telefonda söyledikleri gülmekten yerlere yatırdığı kadar "işte biliyor beni" diye de hissettirdi .tabii canım, tam benim tipim!

Cuma rüküşü


Bazı kadınlar var ki hiç mi hiç beğenmiyorum. Misal Heidi Klum, Gwyneth Paltrow, Sarah Jessica Parker. Beğenmeme sebebim de tiplerinden ziyade "yapmacık" duruşları. Sakiller. İlk anda anlaşılmasa da sakil bir yanları var içlerinde, işte o beni irite ediyor. Yoksa bana ne, isterlerse dünyayı satın alır istediklerini giyerler. İşte Heidi Klum. Solaryum yanıklığı (hani ecnebilerin tanjerin dedikleri renk) yapma sarışın saçları (ki gwyneth ile ikisi bu bildik kumraldan sarışınlığa geçmede cidden başarılılar) ve manasız bir pembe takımla poz vermiş. Şantuk güzel kumaş ayrıca pembenin tonu da güzel ama o kadar pembe pembe bağırması ve de kadının renkleri hiç mi hiç olmamış. Beyaz olmak lazım o rengi giymek için. O renklere kırmızı ruj, kırmızı oje, bordo ayakkabılar ve de eldeki siyah çanta iyice kötü durmuş. Görüldüğü üzere para pul ve celebriti olarak ortalıklarda dolaşmak bir boka yaramıyor. İnsanın içinde yoksa yok işte; ister alman yok ister türk ister brezilyalı.

Thursday, February 26, 2009

Yeni bir takma isim, tarihten bir isim


Takma isimlere, lâkaplara bayılıyorum. Bayıldığım gibi insanlara lakap takmayı da çok seviyorum.
*
İşte yenisi. Dün geceden sonra. Kızıl Erik. Erik the Red. Hani ansiklopedilerde geçen ve Amerika kıtasına Amerigo Vespuci'den de önce ayak bastığı idda edilen bu arada Gronland'ı keşfeden Norveçli denizci (ilkokuldayken "kim kimdir" ansiklopedisinden okuduktan sonra bir tarih dersinde öğretmene söylemiştim. ancak o da "fazla kitap okuyorsun sen" demişti. sevimsiz!).
Eric the Red, a famous Viking explorer, left Iceland with his wife Thjódhild, and his children Leif, Freydis, Thorvald and Thorstein. His family was of Scandinavian origin and together they explored the tip of southern Greenland for several years. There they found endless rolling green pastures, perfect for raising sheep, goats and cows. Eric the Red, his family, servants and slaves built his farm estate near present day Julianehåb, which he named Brattahlid, in the early 980's. The adjoining fjord was later called Eriksfjord. The coastal waters were filled with an abundance of sea life including a variety of whales, seal, walrus', and many fish. On land, they found thousands of birds flocking the coastline, some competing for the scraps they could snatch from a well-fed polar bear or sated sea lion, others seeking out their own fare.
Erik the red 'dir bizimkisi. Let me introduce him...

Dream on, 2

Gece o kıpır kıpır vaziyette Fantastik 4'lü heyecanlı mesajlar attıktan, Magda ile heyecanlı telefon konuşmaları yaptıktan sonra kendisinin müthiş Jameson içerikli iyi geceler dileği derken sonuç gayet fantastikti: gazete, konuşma, açıklama,umursamama, renault'nun aile arabası, jameson ve devam.
Rüyada araba görmek ne demek acaba?

Wednesday, February 25, 2009

Spor servisimiz iftiharla sunar

Spor servisine bir süredir uğramıyordum. Kadim dostum Sekvotka 'nın da fantastik bir şekilde söylediği hatta zamanında buralara yazdığım gibi "bravo yani, bitirdin spor dünyasını" gibi durumlar olmuştu. S.S. iyidir, hoştur, naziktir, komiktir, elinde bira şişesi rockçı taklidi yapandır ama yani ... İyi çocuk sevimli çocuk işte.
Son zamanlarda nedense dikkatimi çekiyordu. Hatta F.A. 'ya bile sormuştum "o seni kesin tanıyordur da acaba sen tanıyor musun? ilginç bir adam sanki " diye . İşin daha da komiği bu akşam telefonda konuşurken Magda 'ya "ya sen biliyor musun bu adamı? valla frankie'nin 10 yıl sonraki hali bu olur" diye söylemeyi düşünüyordum son anda vazgeçtim. Yine işten çıkmadan önce B.'ye "yok bir şey yapmayacağım zaten hava iğrenç bunalımdayım çıkamam" dedikten sonra büyük genel yayın yönetmeni ailecek çok ama çok sevdiğimiz insan T.E. 'ın partisine A. ailesi olarak gideceğimiz haberi, garip bir şekilde yağmura rağmen hiç huysuzlanmadan kabul etmem ve mekana girdiğim anda barın köşesinde oturduğunu görüp dağılmam ve dağıtmam... Beyaz gömleğine, kızıl sakalına, rakı içişine hatta rakının içine bir dilim elma atışına tav olmuş durumdayım. Ben ki bazı şeyleri hayatta söylemem, gebersem dile getirmem, bunu dayananadım söyledim T.E.'ye, " yap aramızı" dedim. 100 senelik aile dostumuz, A. ailesinin kadim dostu, yapacak elbette.

P.S. cidden frankie'nin 10 yıl sonraki tipidir bu adam. Belki o biraz daha güzeli, daha sarışını olur ama anladım ki gerçek beğenim budur benim. sarışınlık vs yanı sıra bir de tabii her daim bir "ağır" hal var.

P.S.(2) keşke f.a. erken gelseydi. kesin hayrandır f.a.'ya. şahane olurdu.


Saniye içerisindeki değişiklik




Tam inecekken, tam Schipol'da çıkıp güzel A'dam sokaklarına varmaya yakın iken nasıl da her şey değişebiliyor. Anlaşılan uçağın düşmeyip yere oturmasında, kazanın nispeten az sayıda ölü ile atlatılmasında pilotun büyük becerisi söz konusu.
Ama iş devlete, resmi kurumların açıklamalarına, ifadelerine, sırıtkan vaziyette düzenledikleri basın toplantısına gelince orada şapa oturuluyor. Her zaman olduğu gibi. Ne kadar büyük bir kelepçe devlet denilen şey. Hele bizimkisi gibi aciz ve varoş zihniyetlerle yönetilenler en vahimi.

Çipil


Sanırım benimle beraber 2-3 kişinin anlayabileceği bir post bu.

Magdalenacığım, pardon sen çipil mi demiştin? Bu galiba çıkacak olana uyuyor, ne dersin? İnanılmaz şirin orası ayrı. Ama yazın ve her daim güneşten koruyucu sürmek lazım.

Breathe-respire, 2










Şu anda biri derse ki "ben new york'a gidiyorum, istiyorsan gel" . Anında bavulumu hazırlar diğer tüm işlerimi halleder ve kim gidiyorsa artık takılırım ona. O kadar daralmış ve gitme arzusu içerisindeyim ki tek bir cümle yeter.
Sabah erken kalkıp kahve içmek, sokakta bir kahve daha alıp yürümek, müzik dinlemek eğlennmek gülmek ...
NYC'i geçtim; canım sadece güzel kahve içmek istiyor. Hadi kahve içmeye gidelim. Yuvarlak retro fincanların olduğu yerlerde.

Tuesday, February 24, 2009

Dünya döner ben dönerim

"Vertigo". dir. Alfred Hitchcock, 1964

Filmi seyretmiş olsam da artık daha iyi biliyorum vertigo ne demek. Hele bugün kulaklarıma suları boşaltıp ölçümleri yaptıklarında daha da iyi anladım. Bir eksik olan tamamlandı listede: vertigo.

Kaybolmak istediğim yer

bns, strasbourg
british library, londra
real gabinete portugues de leitura rio de janerio
trinity college library dublin

Gerçekten de şu sıralar şöyle bir kütüphaneye gidip saatlerime geçirmek istiyorum. Milli Kütüphane denilen yerlere. Strasbourg'daki hiç fena sayılmazdı. Saatlerimin günlerimin geçtiği yerdi. Keyifle. Özlediğim şeylerin başında geliyor. Öyle böyle değil.

Monday, February 23, 2009

Oscar eğlencesi

Bugün cuma olmasa da şu manasız sulu karlı güne bir eğlence gerek, hem de oscar eğlencesi gerek. Sabaha kadar televizyon önünde törenin sonuna oturan manyaklardan olmadığım için gazeteleri okuduğumda öğrendim kim kazanmış kim ne giymiş diye. Kimin kazandığı başka bir şey; neticede Oscar sahipleri her daim yeteneğe değil başka faktörlerin ön plana çıkmasına göre belirleniyor. Neticede Oscar Ödülleri sinemadan ziyade Hollywood ve glamour bir yaşamın simgesi. Sinema söz konusu olunca işte o zaman Cannes veya Berlin festivallerinin yanında Oscar'ların esamesi ötmez. Oscar dediğin goodie bag, muhteşem kıyafetler, törenin ardından verilen partiler, balolar filan. Ha seviyor muyuz? Elbette; eğlence üzerine eğlence. Ama itibar söz konusu olunca...Eh orada durmak lazım biraz.
whatever...




O kadar rüküş o kadar kabus kıyafetler var ki birisinden başlamak lazım. Fonda Ailesi'nin torun serisi Bridget Fonda. Bizim Singles filmi ile sevip beğendiğimiz Bridget Fonda annesinden hiç mi hiç feyz almayarak facia bir elbise ile gelmiş törene. Gerçekten de kasaba meydanındaki yaz düğününe katılan biri gibi kıyafeti. Rengi, deseni eldeki çantası ile o kadar kötü ki kullanacak tanım bulamıyorum.

Kabus 1'den kabus 2'ye gelirsek Las Vegas kumarhanelerinin üzerinde bulunan lüks ama iğrennç dekorasyonlu otellerdeki perdelerden birisini üzerine geçirmiş gibi duran Beyonce. Bir insan neden böyle bir şey giymek ister ki..?
Hiç mi hiç beğenmediğim kadın Tilda bir şey. Ancak üzerindeki satin Lanvin takımı çok beğendim. Belk saten olduğu içindir ama güzel taşımış. Üstteki bluz belki daha beyaz olabilirdi ama bence yine de gayet güzel.
Sıradan olmasa da komşu kızı güzellerden Jennifer Aniston ve Valentino Couture elbisesi. Hem zarif hem alımlı hem de kendisi gibi. İşin doğrusu beğeniyorum Jennifer Aniston'u ama asıl beğenim Angelina Jolie'dir. Neden mi? Bence küstah bir güzellikte olanlar daha alımlı geliyor. Böyle kırılgan, prenses görünümlüler ise güzeller ama komşu kızı, mahallenin güzel kızı işte.
Nedense beğeniyorum Marisa Tomei 'yi. Atelier Versace elbisesi ve Van Cleef & Arpels bileziği ile Oscar'ın güzellerinden. Gerçekten de buradan gözükmese de bilezik o kadar gösterişli ki başka hiçbir şey takmaya gerek yok ki zaten o da takmamış.
Güzel kız güzel elbise güzel tırnaklar derken Natalie Portman. Sade ama güzel ve alımlı. Ayrıca öyle ayak bileğinden kabaran bir elbise giymediği için tebrik etmek lazım kendisini.
Kadın kim bilmiyorum ama herhalde bu giyindiği gelinlik olsa gerek. Bahsettiğim ve tüm kıyafetlerdeki ayak bileğindeki kabarıklık budur. Yani bu bir tarz. Böyle gelinlikler de var ama ben hiç hoşlanmıyorum. Kendimi içinde hiç mi hiç düşünemiyorum
Ve işte güzel insan Angelina Jolie. Benim sevdiğim küstahlığa sahip bir güzelliği var. Brad Pitt ile de güzel ayrı da güzel. Elbise Elie Saab ama asıl zümrütler ihtişamlı. Küpeleri 115 elindeki yüzük 65 karat. Dümdüz siyah bir elbise (coco chanel'in dediği gibi une petite robe noire ) üzerine ihtişamlı mücevherler takınca başka hiçbir şeye gerek yok. Bitti.

Sunday, February 22, 2009

Önce house kafe sonra ASY sonra boğazdan denize...

Gerçekten bu kadar güleceğimi beklemiyordum.

Soğuk mu soğuk bir pazar günü, kahvaltı sonrası gibi bir saatte R., B., kool şahsiyet sevdiğimiz insan K., ve T. ile gidilen house kafe'de gördüğümüz GS yönetim kurulu (mekanik sesli, babadan otopark muteahhitliğinden işadamlığına terfi eden adnan polat, adnan sezgin, bir de uzun atkuyruklu adam) pek bir jilet, pek bir fiyakalı, pek bir ağır abi tadında gelip oturup kalktılar ve herhalde tahminimizce stada gittiler. Keşke gitmeselerdi... Keşke F.A. ve Kobracan T. de gitmeseydi. Yazık pek bir üzülmüşler. Hatta dün F.A. pek keyifliydi benimle maç seyrederken, maç sonrası iyice keyfi yerine gelip telefonda gülerek B.'ye "boşver kızım alıştılar yenilgiye zaten" dedi.
Valla öyle. Herkes her şeye bir şekilde alışıyor. That's life.
never on sunday ... gs'ın 5-2'lik yenilgisi....gayet keyfim yerinde.

Never on sunday: "smooth operator"

Ben bayılırım Sade'ye. Öyle böyle değil; çok severim. Nedense dinlerken şampanya veya viski içilmeliymiş hissi verir bana. Sade'nin sesi de müziği de hem glamour, hem ağır kadife perdelerin olduğu 50li yılların gece kulübündeymişcesine hissedirir.

"smooth operator" belki çoğumuzun çocukluk, ilk gençlik şarkısıdır. Dediğim gibi bayılırım Sade'ye. Hele bu şarkının sözleri beni benden alan, güldürendir.



diamond life, lover boy.
we move in space with minimum waste and maximum joy.
city lights and business nights.
when you require streetcar desire for higher heights.

no place for beginners or sensitive hearts
when sentiment is left to chance.
no place to be ending but somewhere to start.

no need to ask.
he's a smooth operator,
smooth operator,
smooth operator,
smooth operator
coast to coast, la to chicago, western male.
across the north and south, to key largo, love for sale.

face to face, each classic case.
we shadow box and double cross,
yet need the chase.

a license to love, insurance to hold.
melts all your memories and change into gold.
his eyes are like angels but his heart is cold.


never on sunday...smooth...

Saturday, February 21, 2009

Esas Kız

Gecenin bir yarısı beni ararken, bulamazken, ulaşamazken M. & B . 'ye şahsıma yapıldığını duyduğum en güzel ve en fantastik sıfatlardan birini kullanan kadim dostum Sekvotka'yadır bu post.

sekvotka- esas kız nerede?

Geciken bir cuma eğlencesi

Bana "çalışmıyorsun" diyenler utansın. Dün saat 1'de girip 4:30'da çıktığım bir toplantı sonrası haliyle hiçbir şey yapmaya vaktim kalmadı, yorgunluktan sonrasında "saatlerce süren bir baş dönmesi ve mide bulantısı" ile bir şey olmasından korkarak, kimseye söylemeyerek, kimseyi aramayarak ve uyumaya çalışarak geçti gitti.

Nisbeten daha "sakin" ve "duran" bir sabah ile back to normal için günü geçmiş bile olsa cuma eğlencesi...
Kim olduğu hakkında bir fikrim yok ama herhalde manken filan bir şeydir. Üzerindeki Hervé Léger elbisenin bu kadar yakıştığı birini doğrusu bilmiyorum. Bu kadar güzel vücudu olan biri mutlaka giymeli bu elbiselerden. Yoksa hiç denemesin.
Yine tanımadığım bir insan. Kıyafeti filan güzel ama sıradan. Sadece kolundaki altın rolex'i beğendiğim için koydum resmini (altın rolex'imi takar kaykayımı kayarım). Yoksa benim için fazla sıradan, fazla iyi aile kız tarzı var. Ne tip olarak "derli toplu edepli" görünen kızlardan, ne de yaşam biçimi olarak "ben bilmem beyim bilir" tarzı domez kadınlardan pek hoşlanmıyorum. Top model Hana Soukupova. Fakat bugüne kadarki müthiş "daracık" giydirilmiş top model halinden ziyade etnik sentetik vaziyette bir hale bürününce pek olmamış. Koyu renk saç, sevimsiz insan Gönül Paksoy'unkilerden hallice duran tasarım bir elbise ile sönük duran Hana Soukova zaten olmayan ama çok iyi taşıdığı taşıdığı kıyafetlerine hemen geri dönmeli. Ki biz de uzun ince bacaklarından mahrum kalmayalım.Fransız Vogue Carine Roitfeld'in kızı Julia Bir şey. Resimde çok güzel çıkmış. Elbisesi pek belli olmasa da çok güzel. Tiril tiril keyifli bir yaz akşamı elbisesi.
Güzel ama tarzsız insan Gisele Bundchen. Bence inanılmaz güzel bir kız. Öyle böyle değil. Ama çok sıradan bir tarzı var. Hoş bence kendisi giyinmemesi gereken güzellikteki insanlardan. Ancak çok güzel, çok seksi, çok ateşli olmasına rağmen asla zarif gözükemeyecek bir insan. Giydiği her şey üzerinde çok muhteşem dursa da hiçbir zaman bir zarafet katamayacak bir insan. Bazılarının kemiklerinde, bakışlarında, hareketlerinde yoktur ve hiçbir zaman da olmaz. Hamile aktris sevgilisini doğuma birkaç ay kala kendisi için terk eden amerikan futbolcusu ile nişanlanan Gisele Bundchen de böyle tiplerden. Erin Wasson. Kürkü ve şapkası güzel, kendisi hoş ama o içindeki puantiyeli bluz her şeyi bir anda bitiren bluzdur. Yani evet bu bir tarz da, yani işte.
Beğeniyorum yalan değil. Sarışın, sakallı hafif it hali de var. Tamamdır benim için büyümüş haldeki Justin Timberlake. Bu resmi koymamın aslında sadece tek bir sebebi var. Ne olabilir, kim olabilir? Biraz bakınca. Aaaa cidden benziyor.

Evi tenizlemem lazım, akşamki davetime hazırlık yapmam, baş dönmesini alt etmem lazım.

Thursday, February 19, 2009

Çekici unsur olarak damar


Geçen gece "damar" beğendiğimi söyledim bizimkilere. Detayları çekici bulan bir insan olduğum için boyunda bazı hareketler yapıldığında çıkan damar, bilekteki kasın hareket edildiğinde aldığı hal, göz çevresindeki bir çizik, bir yara vs benim ilgimi çeker. İlgi çekmenin ötesinde o insanı çekici bile kılıyor (insan derken karşı cinsi kastediyorum).


İt insan, pezevenk suratlı Totti'nin bu resimde görülen boynunda damarı kabarmış vaziyetteki hali günümü -diğer resimlerle beraber- mutlu kılandır. Boyun zaten muhteşem bir şey.
Kimseye açmadım ama galiba Totti diye label açacağım bu gidişle.

Wednesday, February 18, 2009

Çek o elini!

Oğlan çocuğu olmadığım veya oğlan çocuğuna sahip olmadığı için- özellikle bizde- ebeveynlerce belli bir yaş döneminde çok sarfedilen "oolum çek elini ora(n)dan" lafına aşina değilim. Ancak bu söz Beckham'ın bu resmine gayet uygun gözüküyor. Los Angeles'ı bıraktıktan sonra tekrar gerçekten futbol oynanabilen Milano çimenlerinde top peşinde koştursa da belli ki var bir sıkıntısı (sevimsiz karısı the w.a.g queen victoria beckham moda haftası peşinde paris'te new york'ta alemlerde). Var bir sıkıntısı ki eli ayağı rahat durmuyor. Hadi eli ayağı rahat durmuyor, anladık ama o nasıl bir kavramadır? Acımaz mı? Bence acır ama tabii bilemiyorum tam olarak. Haliyle karşı cinsin aksine bizde alt taraflar boş olduğu için daha fazla yorum yapamıyorum ama bazen bu futbolcu takımı çok acayip hareketlerde bulunabiliyor. Futbolcu veya karşı cins fark etmez; acayip işte.

Dublin topraklarından...


Dublin topraklarının viskisidir Jameson. Ben seviyorum, M. seviyor, kool insan sevdiğimiz şahsiyet K. seviyor, vs. Kısacası seviyoruz aqua vitae 'yi ( blend olarak jameson, malt olarak ise skye ve ıslay adalarınınkin seviyoruz). Benim iki ay gibi bir süre bunları içmem doktor tarafından yasaklandı. Ama mayıstan itibaren, havaların ısınmasından itibaren evime toplarım dostlarımı, sevdiklerimi camın önünde oturur içeriz, ayaklarımızı uzatırız, müzik dinleriz (zaten b. 'nin dediği gibi "house kafeye gitmeye gerek yok, senin evin de öyle gibi zaten").
İki ay Dublin topraklarını ancak müzik ve edebiyat ile hissedeceğim. Bu da fena değil.

Şirin "şirin sever", şirin şirin yazarım


Sabah bence kötü bir gazete. Bünyesindeki birkaç düzgün gazeteci dışında gayet gereksiz insanlarla dolu, alınmasına gerek duyulmayan bir gazete. Bu gazetede varolan ve cahillikleri ile yer işgal eden insanlardan birisi de Şirin Sever (eskiden en büyük cahil balçiçek pamir'di. o yollanınca bayrağı bu kadın çekiyor galiba). Okumadığım bir gazete olduğu için kendisinin pek farkında değildim ama işte etraftan insanlar, takipçileri bir şekilde haberdar olmama sebebiyet verdiler. Keşke vermeselerdi! Resmen vakit kaybı (buna da bugünden itibaren son vermek lazım).

Kendisi bugünlerde Dublin'deymiş. İrlanda Cumhuriyeti'nin başkenti olan Dublin. Anladığımız kadarıyla kendisini Jameson sponsorluğunda yapılan film festivali için davet etmişler, o da kendi tabiriyle bu "yağmurlu, melankolik ve sıradan" şehirde bulunmaktaymış.

Sıradan şehir dediği yer Dublin. Oscar Wilde, James Joyce, Samuel Beckett, William Butler Yeats gibi isimlerin şehir olan, kimilerinin belki de Avrupa'nın en eski üniversitelerinden olan Trinity College 'a sahip olan, Ulysses veya The Dubliners gibi romanlara ev sahipliği yapan, U2 'nun şarkılarında geçen "sıradan şehir" Dublin. Kendisi Ankaralı galiba, o yüzden sıradan şehirden sıkılmasını anlıyorum ama Dublin herhalde iyice onu bunaltmış. Gitmiş Bono'nun oteline ama hiç beğenmemiş, zevksiz bulmuş. Olabilir tabii kişisel tercih bir itirazım yok ama oralara gideceğine kadar kendisini James Joyce Müzesi 'ne doğru alsaydık veya St. Patrick Katedrali'ni gezseydi. Hani biz sponsporluk davetleriyle şehir ülke gezmedik ama bunları gece yatmadan önce okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden (kendisi clive owen'a the closer'da kitlenmiş. o halde şöyle söyleyelim biz onu robert altman imzalı muhteşem gosford park filminde görüp kendisine kilitlendik), çevirdiğimiz ansiklopedi sayfalarından biliyoruz .

Kıssada hisse Şirin Sever Sabah'taki Balçiçek Pamir tiplemesi kontenjanını dolduran insandır. Biri sarışın diğeri kumral; biri at dişli, diğeri tombul yanaklı; biri notre dame de sion mezunu olup fransız şanson geleneği temsilcisi aznavour'un ermeniliğini bilmeyen; diğeri marmara basın yayın mezunu olup röportaj yaparken sorduğu soruların idrakine varmayan.
Of sıkıldım daha fazla yazmayacağım ellerime yazık.

Bu cahillik ve varoşlukla muhtemelen kendisi malt viskiye buz atandır ama bu Jameson daveti olduğu için bol buzlu içilebilir. Ne de olsa blend viski. Olsun irlanda ya, dert değil. I'm a dubliner da peki ya sen Şirin? Pardon sıradan şehir demiştin sen!

P.S. bu arada dublin'deki pub'lardan bahsetmiş kendisi. içerde sigara içilemiyor ama dışarda içiliyor şirin hanım. hatta çok eğlenceli oluyor herkes kapının dışında, sigara içmeyenler bile ellerinde bira ile kapının dışına çıkıp sigara içiyorlar, herkes birbiri ile konuşuyor tanışıyor. biz çok eğlendik öyle ama sen neden uyum sağlayamadın merak ediyorum.

P.S.(2) şaşırdığım bir başka nokta ise kendisi hiç irlanda aksanından bahsetmemiş. şaşırdım! farklıdır irlanda aksanı. kuzey irlanda farklıdır, güneyi ise daha farklıdır. kendisine bu kadar sıradan gelen bir yerde eğlence olmuştur haliyle ama acaba can she speak english? yani mutlaka konuşuyordur ama işte herkes konuşuyor bir şeyler.

Dalgaların ruhu


Gençken, pek umursamaz bir nihilistken Kaliforniya benim için her şeyin güneş altında parladığı, herkesin sağlıklı ve mutlu olduğu ve de haliyle asla gitmek istemediğim bir yerdi (gn'r etkenine rağmen).
Bugün tabii öyle değil. İyi ki de değil, iyi ki de biraz olsun gelişme gösterebilmiş ilerlemişim (insan gençken o kadar salak oluyor ki her şeyin sonsuza dek aynı şekilde süreceğini sanıyor).
Kısacası Kaliforniya bugün bana gayet uyan bir yerdir. Belki o kadar güneş bir yerden sonra beni boğsa da her daim bahar havası (nisan mayıs gibi) beni mutlu edebilir. Tiril tiril elbiselerimle dolaşırım her gün hiç umursamadan hiçbir şeyi.

Dog town dedik, surf , kaykay dedik o halde işin müziği ile bugün bizde olmayan güneşli vaziyette bitsin. "California Soul", The Spice of Life, Marlena Shaw, 1969

Tuesday, February 17, 2009

Doktor tavsiyesi


İsmi havalı mı havalı kendisi gerzek mi gerzek yeni bir hastalığım var. fibromiyalji. Doktorum bende müthiş bir dirayet ve yılmama hali gördüğü için "şimdilik kimyasal bir ilaç vermiyorum. bence sen dediklerimizi yapınca bu işi bitireceksin" diyerek beni another state of mind 'a soktu. Bu state of mind 'da içki çok az var; hele hele rakı ve viski yok. Yani olmasa iyi olurmuş, arada bir içebilirmişim. İlla içeceksem kırmızı şarap. Allah'tan sevdiğim içkidir ama sanıyorum ben 2 ay toptan içmeyi bırakacağım. Belki arada bir, 1-2 kadeh, serin serin.


Şarabı zaten seven bir insanım. Mesela Bordeaux şarapları cidden lezizdir (öyle içine buz muz atılmaz, döverler adamı bunu yapınca fransa'da). Haut-Médoc olsun, Saint-Emilion olsun, Pauillac olsun, Sauternes olsun, olsun da Bordeaux olsun...


Pek sevgili Mr. MILOR Vedat Bordeaux - Galatasaray maçı sebebiyle haftasonu köşesinde Bordeaux lokantalarını yazmıştı. Beni bu güzergahta lokantalar bağlamaz, o futbolcular zaten Saint- Emilion içmez, içmesin de zaten ne gerek var, otursun kolasını içsin otel odasında yanında da hamburger siparişi versin.


Ama ben içeyim. Yenilgilerinin şerefine kadehimi doldurup doldurup kaldırayım. Hatta giden birisi olursa ona sipariş vereyim Saint-Emilion, Haut-Médoc siparişi vereyim.