Saturday, January 31, 2009
(gece) çıkmadan önce # 2
you walked into my house last night
I couldn't help but notice
a light that was long gone still burning strong
you were sitting
your fingers like fuses
your eyes were cinnamon
"stolen car", beth orton
gece çıkmadan önce müzik dinlemek, giyinirken dans etmek, düşüncelere, hayallere dalmak lazım. ayrıca güzel insana da güzel demek lazım. stephanie, seviyoruz, beğeniyoruz seni. kız takımı olsak da.
Masa altındaki fantezi " vicky christina barcelona"
Ben ki Woody Allen 'ı çok severim ne yazık ki Vicky Christina Barcelona bayağı kötü bir film. Film kötü ama Javier güzel, Pénelope güzel, Scarlett güzel, belki de filmin asıl başrolündeki Barcelona şehri apayrı bir güzel zaten. Bunlar için seyredilir. Filmin görsel güzelliğine uymayan sıradanlıktaki diğer kız olan Rebecca Hall'ı geçiyorum. Ezik, rahibe kılıklı bir şey işte.
Seyredilir, hafiften imrenilerek bakılır ama bence bir Radio Days, Manhattan Murder Mystery, Manhattan, Annie Hall değil ne yazık ki.
Başlıktaki "masa altı" ise bence filmin en erotik sahnesi. Aslında pek bir şey yok gözükmüyor da zaten ama nedense bana çok güzel geldi. Masa altı. Tamamdır bence. Ha bir de Javier ve Pénelope 'nin Barcelona sokaklarındaki kavga sahnesi de gayet let's fight then we can make up tadında. Ama o sıcakta insan kavga da eder sokakta bağırır da. Sonra gidip La Boqueria'da sarhoş olur. Street fightin' & makin' up in Barcelona.
Friday, January 30, 2009
Beraber bir güzel, ayrı bir başka güzel
Bu kadar yamuk yüzlü, bu kadar çirkin bir insan nasıl bu kadar etkileyici olabilir? Kolundaki damaları da gördükten sonra daha görmediğim filme mi gitsem bu akşam? Evet ya görmediğim filmler var benim vizyonda hâlâ oynayan. Issız Adam mesela... Nasıl yalan bir organizasyondur o da. Bari korsanını alayim da seyredeyim.
Dream on
90'ların başı televizyon kültürünü yeni keşfeden bizler için çok eğlenceliydi. Çocukluğumuzdaki Köle İsaura ve Dallas'tan sonra gelen pembe diziler bambaşkaydı. Yalan Rüzgarı, Hayat Ağacı, Cesur ve Güzel ... Çalışmayan ev kadınlarının neredeyse gün içerisindeki vazgeçilmezi idi. Tabii bir de eğer bir yerlere gidilmiyorsa, çarşıda inip bir oradan bir oraya dolaşılmıyorsa eve servisle en geç saat 3'te gelip ama ders çalışmadan sadece laklakla geçiren anne-babası çalışan eve anahtarıyla giren öğrenciler için. Belki her gün değil, belki her hafta değil ama arada sıra da olsa var bir pembe dizi kültürüm. Favorim Cesur ve Güzel. Hele hele dizideki baba ve 2 oğuldan oluşan ana erkek karakterlerin hepsi ile evlenip çocuk yapıp sonra da ayrılan insan Brooke Logan efsanevi gizli kahramanım. Yani aile içinde küçük bir aile daha yaratılmış oluyor. Zaten "baba ve iki oğul" iken birden bu 3'lü kardeş ve torun haline dönebiliyor.
Rüyam Cesur ve Güzel değil de bu ilginç 3'lü idi. Öyle fantezist threesome da değil ama işte ondan biraz hallice; ben, baba ve oğulları. Niceeee.
Thursday, January 29, 2009
Sen!
Tahammül edemediğim şeydir tanışılmadan, resmi ortamları gerektiren yerlerde sen ve ben isteyerek konuşmak.
Ben ki kimi zaman küstahlık ve ukalalık taraftarı olabilen bir insanım ama varoşluk ve kendini bilmezlik en tahammül edemediğim şeyler. Bir ülkenin başbakanı nasıl ama nasıl bir başka ülkenin cumhurbaşkanına "sen" diyerek konuşmaya başlar, o varoş otoparkçı mafyası tavrı ile konuşur? Karşındakini sev sevme, beğen beğenme hiç önemli değil ama medeniyet, yol yordam hatta racon diye bir şey var.
Hele o "one minute" telaffuzu ... Anladık bilmiyorsun lise mezunusun üniversiteye gitmedin ama yapma bazı şeyleri yapma! İnsan utanıyor. Senin adına. Bakamıyor seyredemiyor. Gerçekten zaten hiç keyfim yok günlerdir, iyice midem bulandı o "one minute" lafını duyunca....
P.S. bunlar ailecek kabus. başbakanın karısı da bu olay karşısında ağlamış! davos'ta, herkesin içinde, ortalık yerde. benim başıma böyle bir olay gelse -hani bence bu kötü veya kişisel bir olay değil ama böyle bir durumda kalsam- yapacağım tek şey dik durmak olurdu. her ne olursa olsun hiçbir şekilde ağlamadan, güçsüz gözükmeden dimdik ayakta durmak ve onun (kocamın) yanında olmak olurdu. ağlamak neden? sanki ezilmiş, dövülmüş, haksızlığa uğramış gibi. aman yarabbim. cidden bunlar ailecek kabus.
Bilindik marka, yeni bir yıl yeni bir reklam yeni bir yüz
en manque
Wednesday, January 28, 2009
WAG, 1
WAG diye ingilizceye özellikle de ingiliz ingilizcesine girmiş bir tabir var. Biraz günlük ingilizce biraz da slang desek olur herhalde. WAG: wives and girlfriends demek oluyor. Benim çok sevdiğim WAG örnekleri çirkin Victoria Beckham, Varoş Wayne Rooney'in karısı, vs... Pek sevdiğim pek taraftar olduğum futbol hakkında çok yazmak istemesem de wag tipolojisini incelemekten kendimi alamıyorum. Sosyolojik olarak elbette.
O takımda oynayan Daddy Kool Harry Kewell ve bir dönem popüler olmuş bir grubun bir şeyi olan karısı (kimilerinin isimlerini öğrenmeye cidden gerek yok şu dünyada).
Gerçi ingiliz tabloid basınında yer alan, Playboy röfleli saçlı, uzun tırnaklı, louis vuitton& juicy couture& jacobs &co. & roberto cavalli tarzında görülen WAG tiplemesinden bir nebze olsun ayrı duran daha bir edepli, iyi aile kızı, çocuklarının annesi görüntüsü veren birisi kendisi (merak ettiğim şu. 33 yaşında olup 3 tane çocuk doğurmuş olmak nasıl oluyor?).
Geçenlerde kendisinin İstanbul'da koca ziyareti sırasında evlerine hırsız girmiş, vs vs. Gerisini pek okumadım, maksat WAG incelemesi başlatmak. Yoksa I don't give a shit dear.P.S. gerçekten ama gerçekten karşı cins kısa hatta kısacık saçlı olsun.
Yılda bir kere
Bazı resimler güzeldir
Bazı resimler güzeldir.
Bazı resimlerdeki anılar güzeldir.
Bazı resimlerdeki duygular güzeldir.
Aynen bizim Londra 'da M. ile ağzımızda sigaralarla çektirdiğimiz gibi. Herkesin hayran olduğu Gwyneth Paltrow'u da zerrre beğenmem ama bu filmde üzerinde kürkü ve siyah makyajı ile beğendiğim nadir hallerindendir.
"time takes a cigarette, puts it in your mout
you pull on your finger, then another finger, then your cigarette"
"rock n' roll suicide ", david bowie, '72-'74
Emmenez-moi au resto Mr. MILOR!
Kendisini şahsen tanıyıp etmesem de pek sevdiğim, pek harika bulduğum şahsiyetli gastronome Mr. MILOR Vedat (francophone olduğu için isim-soyisimini à la française yazdım. yani önce soyad, sonra ad şeklinde) NTV'de programa başlayacakmış. "Tadı damağımda". Kimseyi seyretmem, televizyondaki öyle gereksiz yemek programlarına, herkesin yemekten anlayan vaziyette konuşmasına gıcık kaparım ama Vedat Milor'unkini -si j's à la maison- kaçırmam.
Bir arkadaşım sormuştu "sen nereden biliyorsun vedat milor'u?" diye. Hey yarabbim ya. Mağarada yaşıyorum ya ben, dünyadan haberim yok, onun kadar gurme değilim. Of çok sıkılıyorum bazen vik vik konuşanlardan.
"allez, venez, milord!
vous asseoir à ma table;"
"milord", edith piaf, 1959
C'est pour vous, Mr. Milor (d).
Tuesday, January 27, 2009
Right here right now
Ne tatlı severim, ne geceyarısı gelen tatlı krizleri yaşarım ( ne yazik ki hipoglisemi sebebiyle krizlere girsem de) ama şu anda bunu istiyorum. Hem çikolatalı hem de mayhoş bir tat kalsın istiyorum damağımda. Forêt Noir olabilir, başka bir "berry" tatlı olur, cranberry, blueberry misali.
Ben istiyorum da sen yapabilecek misin?
Retro feelings, familiar feelings
camille- en fait tu te donnes des airs comme ça mais t’es un gentil ! franck- ta gueule !
*
camille- mais j’suis bien avec toi... franck- mais moi aussi j’suis bien avec toi... j’suis même très bien, mais j’en ai rien à foutre que tu sois bien avec moi. j’veux qu’tu sois avec moi.
*
camille - tu me dis pas au revoir ? frank- non, je te baiserai lundi mais je te dis plus au revoir.
Monday, January 26, 2009
Güneşli bir pazartesi hatta beşiktaş sabahı
*
anotherstar- evet haklısınız, o kadar ince olsam kesin öyle giyinip çıkardım. kimse tutamazdı beni
m.- tabii canım. aksini düşünmedik zaten. herhalde siyah çorap üzerine boxer giyip çıkardın. kesinnn!
*
Sunday, January 25, 2009
Telaffuz hataları
*
Birkaç kelime var ki yanlış telaffuzları ile beni benden alıyor. İşin ilginci bunlar çoğunlukla futbol terimleri. Neden "ofsayt" yerine "ofsayıt", "hakem" yerine "haaakem" denilir ki?
Ne yazık ki bugün maçtan önce Bülent Uygun'nun muhteşem kolyesi, geriye taranmış Al Capone tarzı muhteşem saç modeli ile muhteşem sözlerini sarfettiği programa denk gelme talihsizliğini yaşadım. Off. Gerçekten. Ne kadar saçma konuştu, ne kadar "doğru olmasına rağmen zevzekçe" laflar etti: "haaakemler..." . Bülent Uygun'dan önce de Fatih Terim tiklerine doğru hızlı bir geçiş yapan ve bir fenerli olarak zerre sevmeyeceğim ama galatasaraylı olarak çok seveceğimi düşündüğüm Bülent Korkmaz da üzerinde yanar döner Bursaspor tişörtü ile "ofsayııt değildi" beyanları ile beni benden almıştı. Yahu ofsayıt ne, haakem ne? Neden? Ofsayt ve hakem; bu kadar basit.
Bir de modern telaffuz hataları var ki şarz gibi, Krisçın Diyor gibi artık onları yazmıyorum, ciddiye almıyorum. O kadar feci ki...
P.S. galatasaray demişken, maç demişken f.a. 'nın maçı seyrederken guiza için "senin okçu" demesi (ki sevmem adamı); dün geceki gs liselinin "ben fenerliyim" dediğimdeki "pislik" cevabı beni bu kadar mı güldürür...
whatever...
never on sunday...
Sakin bir partiden the wild one'a.
Saturday, January 24, 2009
(gece) çıkmadan önce
I gave you my love,
I tell you what I’d do
I’d expect a whole lotta love outta you
you gotta be good to me
I'm gonna be good to you
there’s a whole lotta things you and I
could do
simply beautiful simply beautiful simply
beautiful
simply beautiful simply beautiful simply
what about the way you love me
and the way you squeeze me
"simply beautiful", al green, 1972
Hani hep kapıya bakılır "o geldi mi?" diye ... Bakmaktan ziyade şöyle arz-ı endam eden olmak güzel. Simply beautiful. Birazdan kapıdan gireceğim. Belki ben de siyah elbise giyerim. Qui sait?
Friday, January 23, 2009
Cuma eğlencesi, 3
Obama balolarından birinden kare. Shakira. Ama Shakira demese Alem dergisindeki türk kadınlardan biri sanılabilir. O ifade, o saç hatta sarı saç tonu, o fön ve o kaş şekli ile bildiğin Bahçıvan Ailesi'nin fertlerinden biri sanki. Amma Allah var incecik kız. Eskiden pek değildi ama şimdi maşallah bayağı bir ince. Elbise fena değil ama zor renk gece mavisi/saks mavisi denilen şey. Her ten rengine her saç rengine uymaz. Shakira'da ise... olsa da olur olmasa da olur, kimse fark etmez.
Ne yazık ki cuma eğlencesini "ridicule" bir insan ile bitirmek durumundayım. Şu tayt/çorap arası şey ve o tiksinç çizmeleri görünce Billy Ray Cyrus denilen varoş Amerika'nın varoş country şarkıcısının kendisi kadar varoş kendisi kadar çirkin kendisi kadar paçoz kızı ile bitiriyorum. Zaten dişlek ağız yapısına ve kepçe kulaklara sahip kadınlara dair bir önyargım var (ki m. sen anladın beni) bu kızda bunların hepsi birarada. Hele bir de giyinmeyi hiçbir şekilde bilmemesi ... gerçekten daha fazla devam etmem ellerime yazık demek zorundayım. İşte bakınca anlıyor insan.
Keşke güzel biri ile bitirseydim.
Thursday, January 22, 2009
Sabah keyfi : "Paz e futebol"
Günlerdir güzel hava ile beni de güzel hissettiren, keyif veren albüm. B. & M. ile beraber gittiğimiz muhteşem London seyahatinde almıştım (daha ne alırdım da taşıyamamaktan korktum). Hele birkaç şarkı var ki, ben diyeyim bossa nova, samba, sen de broken beat. Brezilya'yı da, futbolu da seviyorum. Sevmeyeni de sevmiyorum galiba.
"Paz e Futebol" , Compiled by JAZZANOVA, Sonar Kollektiv, 2006
Sadece bu çalıyor, bu dönüyor. Ah bir de plağını bulsam...
Pek bir sabah keyfi olan halet-i ruhiyemde "Boca Livre- Um canto de trabalho" diyorum hatta "Pissstt Anonim, hadi iyisin bu da benden sana gitsin. sinirlerin yatışır belki. Rahatla biraz, düşün İpanema, Copacabana plajı, kızlar mızlar (buradan karşı cins olduğunu tahmin ediyorum). Bırak gerginliği. Ama istersen hala çıkışa gelirsin kavga.
Adrese teslim
Ben o "üstün zeka seviyesinin meyvesi" yorumunu basarım dert değil (hem de hiç sinirlenmeden. bana ne diye düşünerek) Ama asıl sen "anonim" olmadan o yorumu bırakabiliyor musun?
Ha? Hiç sanmıyorum. Bence asıl sorun burada. Ben Anotherstar iken sen Anonimsin.
Ama istersen çıkışa gel -çocuklara haber vermeden, yalnız- halledelim meseleyi.
Öperim.
P.S. ulan hepsi beni mi bulur? bütün cinsler bende resmen ya?
Wednesday, January 21, 2009
Plaj yolu Copacabana'ya çıkıyor
Neden "tarihe tanıklık"?
Tuesday, January 20, 2009
Tarihe tanıklık
Tarih denilen şey sadece tozlu ve kitaplardaki eski hikayelerden, Çaldıran Savaşı'nın tarihini zorla ezberlemekten ibaret olmadığını düşünenlerden olduğum için tarihe tanıklığı da sonuna kadar inanıyorum.
Şu kareyi herhalde ilkokul 2-3 öyle bir zamanda Çiroz Marmara Sitesi'ndeki evde televizyonun sadece iki kanallı olduğu günlerden hatırlıyorum. İçerdeyken J.A. çağırıp "bak çocuğum seyret bu haberi, tarihi bir an bu, Soğuk Savaş sona eriyor" demişti. "soğuk savaş"ın 8 yaşındaki halime hiçbir şey ifade etmediği gibi ne kadar saçma bir şey yapıyorum zorunluluğu ile ekrana bakmıştım. Fakat demek ki hiç unutmamış, hep hafızamda tutmuşum. Yıllar sonra gördüğüm o sahneyi hatırlayıp tanıklığını ettiğim ânı unutmamıştım.
*
Son iki gündür Barack Obama'nın Beyaz Saray'daki başkanlığına dair haberlerin, gösterilerin televizyondaki HABER kanallarında uzun uzun gösterilmesine dair o kadar çok insandan negatif yorumları duyuyor ve okuyorum ki insanların cehaletine ve aptallıklarına inanamıyorum. Ve gerçekten "herhalde bu kadar sığ olamazlar" diye kendi kendime düşünüyorum.
Öncelikle bu olay çok ama çok önemli tarihi bir olay. Yani tarihe bir tanıklık söz konusu. Salt bir ülkenin değil dünya düzenindeki ilk sayılabilecek bir olay. İşin tarihsel, sosyolojik ve felsefi açılımlarına buradan girmeyeceğim - hiç gerek yok. cahili eğitemem ben- ancak Barack Obama'nın yemin töreni salt bir ülke bir millet için değil tüm dünya için tarihi bir an. Bunun bir haber kanalında gösteriliyor olması da tarihe tanıklık için büyük şans. Eğer çocuğum olsa oturtup seyrettirirdim. Anlamasa bile ona bu ânı yaşatırdım.
Bu, bahsi geçen olaya gereğinden fazla ilgi göstermek, abartılı bir duygu duymak değil bu. Aksine idrak etmek ile ilgili bir şey. Ne kadar büyük ne kada tarihi bir ân olduğunun idrakinde olmakla ilgili. Fakat insanın kendisi için bu bir şey ifade etmiyorsa onun devamı için zaten etmez. Etmesin de bence. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.
Sunday, January 18, 2009
Never on sunday: "the italian style, part III
ladri di biciclette, dir. vittorio de sica, 1948
Bugünkü "the italian style, glamour, moda, aşk, erotizm, espresso kokulu bir İtalya'dan daha gerçekçi bir İtalya. 1948 tarihli Vittorio De Sica imzalı bizdeki bilinen ismi ile "Bisiklet Hırsızları". Çocukken F.A. ile beraber TRT3'de gösterdiklerinde seyrettiğimizi hatırlıyorum. Yazdı, tatildi, sıcaktı ve Andelip Sokak'taki panjurlarını tam kapatmadığımız yazın tüm pencerelerin açık olduğu evdeydik. Acıklı ama güzel filmdir. Bir baba ve oğlunun hüzünlü hikayesidir. Acıtmak için değil gerçek olduğu için hüzünlüdür. Dedikleri gibi savaş sonrası "gerçekçi italyan sineması".
Neden bu film? Neden pek de dingin ve huzurlu bir never on sunday anlamına uymayan bu film? Yarın 19 Ocak. 2 yıl olmuş yitip giden dostumuzun ardından. Kızları ve oğlu o gün bugündür O'nu yani binlerce insanın yüklediği tüm anlamların dışında onlara ait tek bir sıfatı taşıyan insanı- yani babalarını özlerler. Belki herkesin kaçınılmaz olarak kaybettikleri annesini ve babasını özleyeceği gün gelecek. Kim bilir belki de en doğrusu o güne kadar özenli olmak, iyi olmak, anlayışlı olmaktır yapılması gereken. Bir de bu düşüncemi kendim uygulayabilsem..? (yaaa, işte bir pazar akşamı itirafıdır bu).
Fantastik laflar, II
- madem gökyüzünde bir yıldızsın, neden bana kaymıyorsun?
Never on sunday: "şoktayım" ve düğün notları
anna wintour'dan uzunca coco rocha'dan kısa kızıl saç, une p'te robe noire de sonia rykiel (mais tres ancienne), maslak sheraton, iyi düğün kötü müzikler, siyah satin pedro garcia ama bir saatten sonra vuran ve sıkan pedro garcia, babylon lounge, kadim dostum sekvotka, ş., derken gecenin 1'inde cavit ve düğünde içilenler üstüne rakı sofrası, yan, gece 3'ten sonra fantastik gelişmeler.... ama gerçekten şoktayım!
p.s. neden insanlar sahte incileri -ama ucuz görünenlerden bahsediyorum; chanel tarzı sahte incilerden değil- takıp takıştırıp muhteşem göründüklerini sanırlardı ki?
p.s.(2) dolgun yanaklı kız beğenmiyorum galiba. ne kadar ince ne kadar uzun ve zayıf olursa olsun o yanaklar o yanaklardaki elmacık kemiklerinin çıkık olmayışı nedense fazla pöt pöt görüntü yapıyor. ve diğer geri kalanın ince olup yüzün toparlak oluşu...sanıyorum kemik yapısı önemli şey.
p.s.(3) fantastik diyaloglarla yaklaşan erkekler beni benden alıyor. ama öyle böyle değil. offf.
+ pardon saçlarınız kızıl, boya mı? gerçek duruyor? irlandalı olabilir misiniz?
- evet içimizdeki irlandalılardanım ben.
+ oooo. my leydi
- ha evet canım ondan.
Saturday, January 17, 2009
Bir nevi gece zorunluluğu
O kadar sıkılıyorum ki düğüne gitmekten. Ama bir nevi zorunluluk işte. Hele hele çok da yakınım olmayan ama gitmek durumunda kaldığım düğünlerde patlayacakmış gibi hissediyorum. Ne giysen sorun, giyinmesen sorun, abartılı olsan sorun abartılı olmasan sorun...Kabus resmen.
Şu güne kadar sadece 1-2 düğünde çok eğlendim çok güzel vakit geçirdim; onun dışındakilerin hepsi yüreğimi tüketti, alkol tüketimimi arttırdı ki herhalde bu gecenin de devamında içmeme gerek kalmaz.
Ha çok ama çok yakınlarımın düğünleri için kalkıp Bodrum'a hatta Fransa'ya gider miyim? Elbette. Zevkle. Ne yazık ki diğer çoğunlukta sıkılıyorum.
Friday, January 16, 2009
Cuma eğlencesi, 2
Chloe Sevigny. Çirkin kız güzel elbise. Yani herkesin giyebileceği bir şey değil, herkese de yakışmaz ayrıca ama Chloe Sevigny'de güzel olmuş.
İngiliz basını tarafından en sıkıcı insan seçilmiş manken Agyness bir şey. Bence de feci sıkıcı bir tarzı var çünkü tarz yapacağım diye kendini kasıp ortaya böyle zorlama bir hadise çıkan insan kendisi. Galiba amerikan zencilerinin pimp style dediklerinden olmuş ama olmamış. İçindeki gömlek, hırka, kravat ve kürk ve de şapka. Şah iken şahbaz olmuş kısacası.
O da manken bu da manken. Hana Soukupova. Her zamanki gibi kılığı kıyafeti güzel ama o kadar. Pek ayrı bir cazibesi, fevkalede bir albenisi yok ama "taş" olduğu aşikar.
Asla çirkin olmayan ama bana hiçbir şekilde yakışıklı/cezbedici/seksi/ gelmeyen bir adam. Bizde bir dizisi vardı, sorunlu zengin ailenin zengin avukat çocuğu; hem psikolojik sorunlu, hem duygusal bağlanma sorunlu, hem duygusunu ifade edememe sorunlu bir şeydi. Ben ki sarışın beğendiğimi yeni anladım, hiçbir şekilde bu her şeyi düzgün, efendi tipli adamı çekici bulmuyorum. Antipatik buluyorum hatta kendisini ve bu efendi tipliliğini.
Cuma eğlencesi bitti, ben Anna Wintour olmaya-ama artık biraz daha uzun saçlı -olmaya giderim. Kolumda sabahtan kalan yara bandı ile.
Önce ve sonra
Cuma eğlencesinden önce cuma gerzeği
Birazdan yine kan vermeye gideceğim, hastanede bekleyeceğim filan ama yine pek sevgili Chileksuyu 'nun yazdığını okuduktan sonra bunu yazıp öyle çıkayım dedim.
Erin Wasson 'u beğenenlerdenim.Yani hoş bulurum tarzını beğenirim filan. Fakat öyle bir açıklama yapmış ki aptallıktan mı, şuursuzluktan mı, sarhoşluktan mı bilemedim.
"The people with the best style for me are the people who are the poorest. Like when I go down to Venice Beach and I see the homeless, I'm like, oh my God, they're pulling out crazy looks, they like, pull shit out of garbage cans."
Yaaa..İşte böyle. Fakir hatta çok fakir olmanın da- kendisine göre- böyle kool bir hali varmış, mevcutmuş. Ben şahsen şaşırdım ama Venice Beach tabii boru değil, Kaliforniya sahilleri orası, olabilir tabii, Erin Wasson bakıp bakıp o tarza iç geçirebilir.
Zamanında Afganistan Savaşı döneminde Taliban'dan hemen sonra gerzek Tom Ford Afganistan Devlet Başkanı için "üzerindeki kaftanlara bayılıyorum, kumaşların kalitesi harika" gibi benzer salaklıkta bir laf edip ayarını alıp oturmuştu. Valla şuur başka şey. Herkeste yok onu biliyorum. Vicdan micdan da değil şuur; karıştırmanın alemi yok.