Saturday, January 31, 2009

(gece) çıkmadan önce # 2



you walked into my house last night
I couldn't help but notice
a light that was long gone still burning strong
you were sitting
your fingers like fuses
your eyes were cinnamon

"stolen car", beth orton

gece çıkmadan önce müzik dinlemek, giyinirken dans etmek, düşüncelere, hayallere dalmak lazım. ayrıca güzel insana da güzel demek lazım. stephanie, seviyoruz, beğeniyoruz seni. kız takımı olsak da.

Masa altındaki fantezi " vicky christina barcelona"


Ben ki Woody Allen 'ı çok severim ne yazık ki Vicky Christina Barcelona bayağı kötü bir film. Film kötü ama Javier güzel, Pénelope güzel, Scarlett güzel, belki de filmin asıl başrolündeki Barcelona şehri apayrı bir güzel zaten. Bunlar için seyredilir. Filmin görsel güzelliğine uymayan sıradanlıktaki diğer kız olan Rebecca Hall'ı geçiyorum. Ezik, rahibe kılıklı bir şey işte.
Seyredilir, hafiften imrenilerek bakılır ama bence bir Radio Days, Manhattan Murder Mystery, Manhattan, Annie Hall değil ne yazık ki.
Başlıktaki "masa altı" ise bence filmin en erotik sahnesi. Aslında pek bir şey yok gözükmüyor da zaten ama nedense bana çok güzel geldi. Masa altı. Tamamdır bence. Ha bir de Javier ve Pénelope 'nin Barcelona sokaklarındaki kavga sahnesi de gayet let's fight then we can make up tadında. Ama o sıcakta insan kavga da eder sokakta bağırır da. Sonra gidip La Boqueria'da sarhoş olur. Street fightin' & makin' up in Barcelona.

Friday, January 30, 2009

Beraber bir güzel, ayrı bir başka güzel


Cuma eğlencesi yazacaktım ama yemek ve eğlencesi derken sadece bu resmi koyup günü bitirmeye karar verdim.
Penelope zaten bence çok güzel bir kadın ama Javier bu kadar çirkin olup bu kadar güzel nasıl olabilir bilmiyorum. Fakat bu ikisi beraber de ayrı bir güzeller. Hani o çok nadir bulunan "insanın beraber olduğu ile çok güzel olması" hali. Peki bir çift her tarafta mı öpüşür, sevişir, birbirinin üzerine çıkar? Bunlar onlardan. Şu resim açıklayıcı zaten. Kıskandığım kadın yoktur ama Penelope kıskandığım insansın...Ayrıca o şortun yukarı çıkma hali nedir, lütfen biri açıklasın bize.

Bu kadar yamuk yüzlü, bu kadar çirkin bir insan nasıl bu kadar etkileyici olabilir? Kolundaki damaları da gördükten sonra daha görmediğim filme mi gitsem bu akşam? Evet ya görmediğim filmler var benim vizyonda hâlâ oynayan. Issız Adam mesela... Nasıl yalan bir organizasyondur o da. Bari korsanını alayim da seyredeyim.

Dream on


90'ların başı televizyon kültürünü yeni keşfeden bizler için çok eğlenceliydi. Çocukluğumuzdaki Köle İsaura ve Dallas'tan sonra gelen pembe diziler bambaşkaydı. Yalan Rüzgarı, Hayat Ağacı, Cesur ve Güzel ... Çalışmayan ev kadınlarının neredeyse gün içerisindeki vazgeçilmezi idi. Tabii bir de eğer bir yerlere gidilmiyorsa, çarşıda inip bir oradan bir oraya dolaşılmıyorsa eve servisle en geç saat 3'te gelip ama ders çalışmadan sadece laklakla geçiren anne-babası çalışan eve anahtarıyla giren öğrenciler için. Belki her gün değil, belki her hafta değil ama arada sıra da olsa var bir pembe dizi kültürüm. Favorim Cesur ve Güzel. Hele hele dizideki baba ve 2 oğuldan oluşan ana erkek karakterlerin hepsi ile evlenip çocuk yapıp sonra da ayrılan insan Brooke Logan efsanevi gizli kahramanım. Yani aile içinde küçük bir aile daha yaratılmış oluyor. Zaten "baba ve iki oğul" iken birden bu 3'lü kardeş ve torun haline dönebiliyor.

Rüyam Cesur ve Güzel değil de bu ilginç 3'lü idi. Öyle fantezist threesome da değil ama işte ondan biraz hallice; ben, baba ve oğulları. Niceeee.

Thursday, January 29, 2009

Sen!


Tahammül edemediğim şeydir tanışılmadan, resmi ortamları gerektiren yerlerde sen ve ben isteyerek konuşmak.

Ben ki kimi zaman küstahlık ve ukalalık taraftarı olabilen bir insanım ama varoşluk ve kendini bilmezlik en tahammül edemediğim şeyler. Bir ülkenin başbakanı nasıl ama nasıl bir başka ülkenin cumhurbaşkanına "sen" diyerek konuşmaya başlar, o varoş otoparkçı mafyası tavrı ile konuşur? Karşındakini sev sevme, beğen beğenme hiç önemli değil ama medeniyet, yol yordam hatta racon diye bir şey var.
Hele o "one minute" telaffuzu ... Anladık bilmiyorsun lise mezunusun üniversiteye gitmedin ama yapma bazı şeyleri yapma! İnsan utanıyor. Senin adına. Bakamıyor seyredemiyor. Gerçekten zaten hiç keyfim yok günlerdir, iyice midem bulandı o "one minute" lafını duyunca....

P.S. bunlar ailecek kabus. başbakanın karısı da bu olay karşısında ağlamış! davos'ta, herkesin içinde, ortalık yerde. benim başıma böyle bir olay gelse -hani bence bu kötü veya kişisel bir olay değil ama böyle bir durumda kalsam- yapacağım tek şey dik durmak olurdu. her ne olursa olsun hiçbir şekilde ağlamadan, güçsüz gözükmeden dimdik ayakta durmak ve onun (kocamın) yanında olmak olurdu. ağlamak neden? sanki ezilmiş, dövülmüş, haksızlığa uğramış gibi. aman yarabbim. cidden bunlar ailecek kabus.

Bilindik marka, yeni bir yıl yeni bir reklam yeni bir yüz

Agent Provocateur yeni reklam kampanyasında yer alan manken/ünlü takımından biri de Rosie Huntingtone Whiteley. Bu 14 Şubat Sevgililer Günü özel serisi. Gerçekten ama gerçekten tamamdır. Kız değil elbette ama trençkot içindeki iç çamaşırı inanılmaz güzel, güzel olduğu kadar da seksi. Hikayeyi ben kendimce tamamlayayım: sevgililer Gününü kutlamayan yani özel bir yemek özel bir ilgi özel beklemeyen kız 14 Şubat'ta ofiste geç saatlere çalışan sevgilisine sürpriz yapmaya gider...

en manque


Je ss en manque.

paris
strasbourg
p't déj en écoutant france inter, déjeuner en ville avec les filles, se réveiller en français

en manque mon gars, je ss en manque!

Si je pouvais boire mon café ce matin la-bas...

Wednesday, January 28, 2009

WAG, 1


WAG diye ingilizceye özellikle de ingiliz ingilizcesine girmiş bir tabir var. Biraz günlük ingilizce biraz da slang desek olur herhalde. WAG: wives and girlfriends demek oluyor. Benim çok sevdiğim WAG örnekleri çirkin Victoria Beckham, Varoş Wayne Rooney'in karısı, vs... Pek sevdiğim pek taraftar olduğum futbol hakkında çok yazmak istemesem de wag tipolojisini incelemekten kendimi alamıyorum. Sosyolojik olarak elbette.

O takımda oynayan Daddy Kool Harry Kewell ve bir dönem popüler olmuş bir grubun bir şeyi olan karısı (kimilerinin isimlerini öğrenmeye cidden gerek yok şu dünyada).
Gerçi ingiliz tabloid basınında yer alan, Playboy röfleli saçlı, uzun tırnaklı, louis vuitton& juicy couture& jacobs &co. & roberto cavalli tarzında görülen WAG tiplemesinden bir nebze olsun ayrı duran daha bir edepli, iyi aile kızı, çocuklarının annesi görüntüsü veren birisi kendisi (merak ettiğim şu. 33 yaşında olup 3 tane çocuk doğurmuş olmak nasıl oluyor?).

Geçenlerde kendisinin İstanbul'da koca ziyareti sırasında evlerine hırsız girmiş, vs vs. Gerisini pek okumadım, maksat WAG incelemesi başlatmak. Yoksa I don't give a shit dear.P.S. gerçekten ama gerçekten karşı cins kısa hatta kısacık saçlı olsun.

Yılda bir kere



Choucroute.
La choucroute est du chou coupé finement et soumis à lactofermentation dans une saumure. L'origine du mot est à rapporter à l'alsacien sürkrüt (Sauerkraut en allemand ), littéralement « chou acide », altéré en chou et croute.
Yılda bir kere yenilecek yemektir choucroute. Ağırdır, domuz eti sebebiyle de yağlıdır, tadı asitlidir ama lezzetlidir, ama yılda bir kereden fazla yenmez- en azından bizler yiyemeyiz- ama yanında güzel bir Riesling ile yenir, ama Kronenbourg birası da olur. Kısacası
güzel bir kış yemeğidir en azından benim için kışın yenilecek güzel bir yemektir (alsace yemeğidir). Zut!
Mr. Milor ça vous dirait d'aller à Strasbourg pr une p'te choucroute?

Bazı resimler güzeldir



Bazı resimler güzeldir.

Bazı resimlerdeki anılar güzeldir.

Bazı resimlerdeki duygular güzeldir.

Aynen bizim Londra 'da M. ile ağzımızda sigaralarla çektirdiğimiz gibi. Herkesin hayran olduğu Gwyneth Paltrow'u da zerrre beğenmem ama bu filmde üzerinde kürkü ve siyah makyajı ile beğendiğim nadir hallerindendir.

"time takes a cigarette, puts it in your mout

you pull on your finger, then another finger, then your cigarette"

"rock n' roll suicide ", david bowie, '72-'74

Emmenez-moi au resto Mr. MILOR!


Kendisini şahsen tanıyıp etmesem de pek sevdiğim, pek harika bulduğum şahsiyetli gastronome Mr. MILOR Vedat (francophone olduğu için isim-soyisimini à la française yazdım. yani önce soyad, sonra ad şeklinde) NTV'de programa başlayacakmış. "Tadı damağımda". Kimseyi seyretmem, televizyondaki öyle gereksiz yemek programlarına, herkesin yemekten anlayan vaziyette konuşmasına gıcık kaparım ama Vedat Milor'unkini -si j's à la maison- kaçırmam.

Bir arkadaşım sormuştu "sen nereden biliyorsun vedat milor'u?" diye. Hey yarabbim ya. Mağarada yaşıyorum ya ben, dünyadan haberim yok, onun kadar gurme değilim. Of çok sıkılıyorum bazen vik vik konuşanlardan.

"allez, venez, milord!
vous asseoir à ma table;"
"milord", edith piaf, 1959

C'est pour vous, Mr. Milor (d).

Tuesday, January 27, 2009

Right here right now

Yüreğimin sıkıştığı hatta saçma bir ifadeyle sanki yüreğimin üzerine bir taşın oturtulduğu bugünde, şu anda, şu saniyede istediğim şey yukardaki gibi bir şey.
Ne tatlı severim, ne geceyarısı gelen tatlı krizleri yaşarım ( ne yazik ki hipoglisemi sebebiyle krizlere girsem de) ama şu anda bunu istiyorum. Hem çikolatalı hem de mayhoş bir tat kalsın istiyorum damağımda. Forêt Noir olabilir, başka bir "berry" tatlı olur, cranberry, blueberry misali.

Ben istiyorum da sen yapabilecek misin?

Retro feelings, familiar feelings


"ensemble c'est tout", dir. claude berry, 2007
Tesadüfen seyrettiğim "Ensemble c'est tout" filminde her daim özlediğim, kimi zaman neredeyse burnumda tüten à la française yaşam biçimi dışında başka bir özlemimi fark ettim: fransızca konuşan karşı cins. Çok açıklayıcı bir söylem olmasa da ben anladım, gerisi ile pek ilgilenmiyorum açıkcası.
Film güzel, "kız- Audrey Tatou " feci antipatik ama "çocuk - Guillaume Canet" güzel ki kendisini Paris sokaklarında görüp "aaa cidden güzelmiş bu çocuk" düşünmüşlüğüm vardır. Dün bir de kendisini gayet viril vaziyette rol yaparken seyredince à la française özlemime bir de fransızca konuşan karşı cinsin de eklendiğini fark ettim. Ne yapsam anlamadım ki? Geri mi dönsem? Bu kadar mı özler bir insan?
---
franck- attendez chef la parce que j’suis en train d’essayer d’emballer une fille très intelligente et c’est pas facile. ça prend plus de temps. ouais. ouais mais je m’en occuperai. laisser tomber avec la fille ? ouais, ouais j’crois qu’vous avez raison.
*
franck- hé, ce soir j’te fait des crêpes et après j’te saute.
*
franck- t'as envie de me faire chialer ou quoi ? Il va falloir que tu me prennes dans tes bras pour me consoler. camille- c’est un risque que je veux bien prendre... franck- t’façon j’en voudrais pas de tes bras.
*

camille- en fait tu te donnes des airs comme ça mais t’es un gentil ! franck- ta gueule !
*
camille- mais j’suis bien avec toi... franck- mais moi aussi j’suis bien avec toi... j’suis même très bien, mais j’en ai rien à foutre que tu sois bien avec moi. j’veux qu’tu sois avec moi.
*
camille - tu me dis pas au revoir ? frank- non, je te baiserai lundi mais je te dis plus au revoir.

Monday, January 26, 2009

Güneşli bir pazartesi hatta beşiktaş sabahı


Bir pazartesi sabahı hatta güneşli bir kış günün sabahında yine Beşiktaş'ta buluşuldu, hâlâ çözümsüz kalan, insanın içini acıtan yürek kanatan kişisel olmayan ama bir o kadar da kişisel olan davada "doğru" bir karar çıkması içindi. Hastalanıp da gelemeyen J.A. ama dünkü Fener Trabzon beraberliğine sevinip mutlu olan F.A., meydanın neredeyse yan cephesindeki okulunun odasında kalkıp gelen kadim dostum Sekvotka, politik hareketlerdeki ilk seferini yaşayan aktivist M. ve bir sürü tanıdık sima, insan, 11'de dağılma, sonrasında M. ile "chuck bass" peşinde arayış, kahve içilecek mekan düşüncesinde starbucks mı, kafe pi mi ve pi'ye karar veriş, "yukardaymış ya burası" diye söylenen M.'ye "sen bir de bana sor. ilk defa geldiğimde bulana kadar canım çıkmıştı. 10 kere aramıştım herhalde çocuğu "nerede burası daha çıkıyor muyum diye" cevabı, 3 sigara, 2 kahve ve bol bol dedikodu bol bol anılar derken gerçek hayata geri dönüş. Hem de fantastik laflar eşliğinde.
misal:
m.- rica etsem frankie 'ye kamyoncu gibi davranmayı bırakır mısın?
anotherstar- kamyoncu derken...biraz ağır olmuyor mu?
m.- kamyoncu, at hırsızı ondan işte. anladın sen beni.

*
anotherstar- evet haklısınız, o kadar ince olsam kesin öyle giyinip çıkardım. kimse tutamazdı beni
m.- tabii canım. aksini düşünmedik zaten. herhalde siyah çorap üzerine boxer giyip çıkardın. kesinnn!
*
İşte İstanbul'da, Beşiktaş'ta güneşli bir sabah...

Sunday, January 25, 2009

Telaffuz hataları

Telaffuz önemli şey hayatta. Sonradan öğrenilen yabancı dilde olduğu kadar anadilde de telaffuz önemli. Olabilir; insan yanlış bilebilir, yanlış telaffuz edebilir ama yanlış olanı da değiştirebilir.
*
Birkaç kelime var ki yanlış telaffuzları ile beni benden alıyor. İşin ilginci bunlar çoğunlukla futbol terimleri. Neden "ofsayt" yerine "ofsayıt", "hakem" yerine "haaakem" denilir ki?
Ne yazık ki bugün maçtan önce Bülent Uygun'nun muhteşem kolyesi, geriye taranmış Al Capone tarzı muhteşem saç modeli ile muhteşem sözlerini sarfettiği programa denk gelme talihsizliğini yaşadım. Off. Gerçekten. Ne kadar saçma konuştu, ne kadar "doğru olmasına rağmen zevzekçe" laflar etti: "haaakemler..." . Bülent Uygun'dan önce de Fatih Terim tiklerine doğru hızlı bir geçiş yapan ve bir fenerli olarak zerre sevmeyeceğim ama galatasaraylı olarak çok seveceğimi düşündüğüm Bülent Korkmaz da üzerinde yanar döner Bursaspor tişörtü ile "ofsayııt değildi" beyanları ile beni benden almıştı. Yahu ofsayıt ne, haakem ne? Neden? Ofsayt ve hakem; bu kadar basit.
Bir de modern telaffuz hataları var ki şarz gibi, Krisçın Diyor gibi artık onları yazmıyorum, ciddiye almıyorum. O kadar feci ki...

P.S. galatasaray demişken, maç demişken f.a. 'nın maçı seyrederken guiza için "senin okçu" demesi (ki sevmem adamı); dün geceki gs liselinin "ben fenerliyim" dediğimdeki "pislik" cevabı beni bu kadar mı güldürür...

whatever...
never on sunday...

Sakin bir partiden the wild one'a.

* Güzel gece, önce sevdiğimiz insan E. için verilen sakin sayılacak partiyi bitirirken merdivenlerden indiğimizde fark ettiğimiz beklenmedik şaşalıktaki ikinci parti-hem de alt katta hem de şampanya, hem de masanın ortasında koca bir tekerlek büyüklüğündeki roquefort, brie tezgahı-, chanel kırmızı ruj ve her zamanki devam; siyah elbise yerine dökülen ipek bluz.


Let's fight then we can make up

Saturday, January 24, 2009

(gece) çıkmadan önce



I gave you my love,
I tell you what I’d do
I’d expect a whole lotta love outta you

you gotta be good to me
I'm gonna be good to you
there’s a whole lotta things you and I
could do
simply beautiful simply beautiful simply
beautiful
simply beautiful simply beautiful simply

what about the way you love me
and the way you squeeze me


"simply beautiful", al green, 1972
Hani hep kapıya bakılır "o geldi mi?" diye ... Bakmaktan ziyade şöyle arz-ı endam eden olmak güzel. Simply beautiful. Birazdan kapıdan gireceğim. Belki ben de siyah elbise giyerim. Qui sait?

Friday, January 23, 2009

Cuma eğlencesi, 3

Obama başkanlık koltuğuna oturdu, herkes umut doldu neşe doldu derken balolar, partiler de coştu Atlantik'in öte yakasında .

Milano Moda Haftası ve Milan'nın galaksi ötesinden gelen topçusu David Beckham ve çirkin karısı Victoria. İkisini de beğenmiyorum, beğenmeyeceğim. Hele kadının ten renginin vehametine inanamıyorum (ki ingiliz gazetelerinde vücudunun çeşitli yerlerinde gözüken solaryum falsoları ile dalga geçen resimler çıktı. pek sevmiyor ingiliz basını bu çifti, benden söylemesi). Ama takım elbisenin yakıştığı erkek görmek o gerzek fulara rağmen yine de güzel. Adam demişken çocukların tüpçüden sütçüden çıkmadığı da resimlerini görünce iyice anlaşılıyor. Hepsi adama benziyor. Fakat bu kardeş işi bir değişik. Kimi zaman biri siyah çıkarken diğeri beyaz çıkıyor. Çok acayip. Daha dün Fantastik 4'lü olarak gayet beğendiğimiz bir çocuk gördük yanında kardeşi ile. Ama garibim kardeşinin bizim güzel çocukla alakası yok, bizim çocuk Figo ise kardeşi Ronaldinho. O kadar fark var aralarında.
Obama balolarından birinden kare. Shakira. Ama Shakira demese Alem dergisindeki türk kadınlardan biri sanılabilir. O ifade, o saç hatta sarı saç tonu, o fön ve o kaş şekli ile bildiğin Bahçıvan Ailesi'nin fertlerinden biri sanki. Amma Allah var incecik kız. Eskiden pek değildi ama şimdi maşallah bayağı bir ince. Elbise fena değil ama zor renk gece mavisi/saks mavisi denilen şey. Her ten rengine her saç rengine uymaz. Shakira'da ise... olsa da olur olmasa da olur, kimse fark etmez.
Balo tek bir tane olmayınca her taraftan bir şey çıkıyor. Bizim türk gazetelerinin tabiri ile "bağımsız filmlerin kraliçesi" Heather Graham. Çok sevmem, çok beğenmem ama burada elbisesi çok güzel. Özellikle de dekolte kısmının açıklığı çok güzel. Daha dün konuşuyorduk "4'müz arasında dekolte kısmını en açık giyinen kim?" diye. Yorumunu yapmıyorum sadece elbisenin açıklığı çok güzel. Olsa hemen akşama giyer çıkarım onu diyeyim ben, kâfi.
Kız güzel değil ama makyajla güzel olabilen kızlardan. Elbise fena değil ama rengi biraz fazla batıyor göze, ki ben kırmızı çok severim. Önü açık tamam da öyle güzel değil dekolte kesimi. Göğsü yaymış ve hoş göstermemiş.
Manasız insan Tom Cruise ile evli olan Katie Holmes. Bence kıyafeti güzel kendisi ayrı güzel burada. Bütün people basını kadının bu resmi için 1000 tane yorum yaptılar yok "yorgun", yok "uykusuz" yok " çirkin elbise" diye. Bence evet öyle çok dinç çok hollywood vari botokslu kadın gibi gözükmüyor ama siyah göz makyajı, dalgaları küt saçları ve yandan gülümsemesi ile tamamdır. Hele hele siyah elbisesinin üst kısmı ve derin açıklığı ile zaten tamamdan ötesidir. İşte göğüssüz kız olmanın avantajı budur. Deliler gibi böyle bir şey giyip çıkmak isterim ama yapamam. shit happens.
Yüzü botokstan zorlanan Angela Basset ama güzel elbise, güzel renk diyeyim. Kürk olayına hele hiç girmiyorum. Ben gerçek kürk giymem, giyilmesini tasvip etmem, giyeni kınarım ama boşuna çünkü giyen hiç vazgeçmiyor kürk giymekten.

Ne yazık ki cuma eğlencesini "ridicule" bir insan ile bitirmek durumundayım. Şu tayt/çorap arası şey ve o tiksinç çizmeleri görünce Billy Ray Cyrus denilen varoş Amerika'nın varoş country şarkıcısının kendisi kadar varoş kendisi kadar çirkin kendisi kadar paçoz kızı ile bitiriyorum. Zaten dişlek ağız yapısına ve kepçe kulaklara sahip kadınlara dair bir önyargım var (ki m. sen anladın beni) bu kızda bunların hepsi birarada. Hele bir de giyinmeyi hiçbir şekilde bilmemesi ... gerçekten daha fazla devam etmem ellerime yazık demek zorundayım. İşte bakınca anlıyor insan.

Keşke güzel biri ile bitirseydim.

Forever

Forever "Frankie"

"Forever More", Moloko


Thursday, January 22, 2009

Sabah keyfi : "Paz e futebol"


Günlerdir güzel hava ile beni de güzel hissettiren, keyif veren albüm. B. & M. ile beraber gittiğimiz muhteşem London seyahatinde almıştım (daha ne alırdım da taşıyamamaktan korktum). Hele birkaç şarkı var ki, ben diyeyim bossa nova, samba, sen de broken beat. Brezilya'yı da, futbolu da seviyorum. Sevmeyeni de sevmiyorum galiba.

"Paz e Futebol" , Compiled by JAZZANOVA, Sonar Kollektiv, 2006

Sadece bu çalıyor, bu dönüyor. Ah bir de plağını bulsam...

Pek bir sabah keyfi olan halet-i ruhiyemde "Boca Livre- Um canto de trabalho" diyorum hatta "Pissstt Anonim, hadi iyisin bu da benden sana gitsin. sinirlerin yatışır belki. Rahatla biraz, düşün İpanema, Copacabana plajı, kızlar mızlar (buradan karşı cins olduğunu tahmin ediyorum). Bırak gerginliği. Ama istersen hala çıkışa gelirsin kavga.

Adrese teslim

Pissssst! Anonim!

Ben o "üstün zeka seviyesinin meyvesi" yorumunu basarım dert değil (hem de hiç sinirlenmeden. bana ne diye düşünerek) Ama asıl sen "anonim" olmadan o yorumu bırakabiliyor musun?
Ha? Hiç sanmıyorum. Bence asıl sorun burada. Ben Anotherstar iken sen Anonimsin.
Ama istersen çıkışa gel -çocuklara haber vermeden, yalnız- halledelim meseleyi.

Öperim.

P.S. ulan hepsi beni mi bulur? bütün cinsler bende resmen ya?

Wednesday, January 21, 2009

Plaj yolu Copacabana'ya çıkıyor


Rio Fashion Week var şu anda diğer yarım kürede. Kızlar da öylesine plajdan çıkmış ya da plaja gitme yolundalar. Kimse durmuyor, kimse selektör atmıyor, kimse rahatsız edici bir şey yapmıyor. Herkes bir rahat, bir sorunsuz şu mayo, bikini, şehirde plaj, tanga vs konularında.
Brezilya güzel yer, rahat yer, kool bir yer. Ah be biz de bir katolik olacaktık, Orta Çağ'da bütün savaşları yaşayıp bitirecektik bugüne rahat girecektik. Off.
P.S. güzel insan, nişanlanmış insan gisele de katılmış ama sunduğu kıyafetler o kadar kötü ki güzelliği bile kurtaramamış. haliyle buraya yakışmayacak derece kötü.

Neden "tarihe tanıklık"?


" This is the meaning of our liberty and our creed -- why men and women and children of every race and every faith can join in celebration across this magnificent Mall, and why a man whose father less than 60 years ago might not have been served at a local restaurant can now stand before you to take a most sacred oath."

Sadece bu cümle bile Barack Obama'nın Amerika başkanı olmasının tarih açısından ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Salt kendi ülkesinin tarihsel yazgısı açısından değil, tüm dünya tarihi için de adı John, Michael, William olmayan, WASP geleneğinden gelmeyen haliyle "beyaz" olmayan bir adamın bu değerleri savunulduğu bir ülkede, daha 60 yıl öncesine kadar otobüste beyazların sırasına oturduğu için tutuklanan Roza Parks 'ın ülkesinde bugün bir zenci başkanlık koltuğunda olduğu için tarihi bir olay. Ve bu olayın televizyonlardan yayınlanması o kadar olağan ki bu olağanüstülük karşısında... Buna yapılan gerzekçe yorumlara inanamıyorum ben hâlâ, orası ayrı.

Tuesday, January 20, 2009

Tarihe tanıklık



Tarih denilen şey sadece tozlu ve kitaplardaki eski hikayelerden, Çaldıran Savaşı'nın tarihini zorla ezberlemekten ibaret olmadığını düşünenlerden olduğum için tarihe tanıklığı da sonuna kadar inanıyorum.

Şu kareyi herhalde ilkokul 2-3 öyle bir zamanda Çiroz Marmara Sitesi'ndeki evde televizyonun sadece iki kanallı olduğu günlerden hatırlıyorum. İçerdeyken J.A. çağırıp "bak çocuğum seyret bu haberi, tarihi bir an bu, Soğuk Savaş sona eriyor" demişti. "soğuk savaş"ın 8 yaşındaki halime hiçbir şey ifade etmediği gibi ne kadar saçma bir şey yapıyorum zorunluluğu ile ekrana bakmıştım. Fakat demek ki hiç unutmamış, hep hafızamda tutmuşum. Yıllar sonra gördüğüm o sahneyi hatırlayıp tanıklığını ettiğim ânı unutmamıştım.
*
Son iki gündür Barack Obama'nın Beyaz Saray'daki başkanlığına dair haberlerin, gösterilerin televizyondaki HABER kanallarında uzun uzun gösterilmesine dair o kadar çok insandan negatif yorumları duyuyor ve okuyorum ki insanların cehaletine ve aptallıklarına inanamıyorum. Ve gerçekten "herhalde bu kadar sığ olamazlar" diye kendi kendime düşünüyorum.

Öncelikle bu olay çok ama çok önemli tarihi bir olay. Yani tarihe bir tanıklık söz konusu. Salt bir ülkenin değil dünya düzenindeki ilk sayılabilecek bir olay. İşin tarihsel, sosyolojik ve felsefi açılımlarına buradan girmeyeceğim - hiç gerek yok. cahili eğitemem ben- ancak Barack Obama'nın yemin töreni salt bir ülke bir millet için değil tüm dünya için tarihi bir an. Bunun bir haber kanalında gösteriliyor olması da tarihe tanıklık için büyük şans. Eğer çocuğum olsa oturtup seyrettirirdim. Anlamasa bile ona bu ânı yaşatırdım.
Bu, bahsi geçen olaya gereğinden fazla ilgi göstermek, abartılı bir duygu duymak değil bu. Aksine idrak etmek ile ilgili bir şey. Ne kadar büyük ne kada tarihi bir ân olduğunun idrakinde olmakla ilgili. Fakat insanın kendisi için bu bir şey ifade etmiyorsa onun devamı için zaten etmez. Etmesin de bence. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.

Sunday, January 18, 2009

Never on sunday: "the italian style, part III



ladri di biciclette, dir. vittorio de sica, 1948

Bugünkü "the italian style, glamour, moda, aşk, erotizm, espresso kokulu bir İtalya'dan daha gerçekçi bir İtalya. 1948 tarihli Vittorio De Sica imzalı bizdeki bilinen ismi ile "Bisiklet Hırsızları". Çocukken F.A. ile beraber TRT3'de gösterdiklerinde seyrettiğimizi hatırlıyorum. Yazdı, tatildi, sıcaktı ve Andelip Sokak'taki panjurlarını tam kapatmadığımız yazın tüm pencerelerin açık olduğu evdeydik. Acıklı ama güzel filmdir. Bir baba ve oğlunun hüzünlü hikayesidir. Acıtmak için değil gerçek olduğu için hüzünlüdür. Dedikleri gibi savaş sonrası "gerçekçi italyan sineması".

Neden bu film? Neden pek de dingin ve huzurlu bir never on sunday anlamına uymayan bu film? Yarın 19 Ocak. 2 yıl olmuş yitip giden dostumuzun ardından. Kızları ve oğlu o gün bugündür O'nu yani binlerce insanın yüklediği tüm anlamların dışında onlara ait tek bir sıfatı taşıyan insanı- yani babalarını özlerler. Belki herkesin kaçınılmaz olarak kaybettikleri annesini ve babasını özleyeceği gün gelecek. Kim bilir belki de en doğrusu o güne kadar özenli olmak, iyi olmak, anlayışlı olmaktır yapılması gereken. Bir de bu düşüncemi kendim uygulayabilsem..? (yaaa, işte bir pazar akşamı itirafıdır bu).

Fantastik laflar, II

Bu sözü asıl ilk söyleyen kadim dostum Sekvotka olmasa da dün gece yine bana bunu lafı edip ağzımdaki her türlü sıvının fışkırmasına sebebiyet vermiş, gülmekten resmen bitirmiştir beni.

- madem gökyüzünde bir yıldızsın, neden bana kaymıyorsun?

Never on sunday: "şoktayım" ve düğün notları

Aslında önce düğün notları sonra da "şoktayım " halinin olması gerekiyor ama hala yüzümde aptal bir tebessüm ile durduğum için ne yaptığımı bilemedim.

anna wintour'dan uzunca coco rocha'dan kısa kızıl saç, une p'te robe noire de sonia rykiel (mais tres ancienne), maslak sheraton, iyi düğün kötü müzikler, siyah satin pedro garcia ama bir saatten sonra vuran ve sıkan pedro garcia, babylon lounge, kadim dostum sekvotka, ş., derken gecenin 1'inde cavit ve düğünde içilenler üstüne rakı sofrası, yan, gece 3'ten sonra fantastik gelişmeler.... ama gerçekten şoktayım!

p.s. neden insanlar sahte incileri -ama ucuz görünenlerden bahsediyorum; chanel tarzı sahte incilerden değil- takıp takıştırıp muhteşem göründüklerini sanırlardı ki?

p.s.(2) dolgun yanaklı kız beğenmiyorum galiba. ne kadar ince ne kadar uzun ve zayıf olursa olsun o yanaklar o yanaklardaki elmacık kemiklerinin çıkık olmayışı nedense fazla pöt pöt görüntü yapıyor. ve diğer geri kalanın ince olup yüzün toparlak oluşu...sanıyorum kemik yapısı önemli şey.

p.s.(3) fantastik diyaloglarla yaklaşan erkekler beni benden alıyor. ama öyle böyle değil. offf.

+ pardon saçlarınız kızıl, boya mı? gerçek duruyor? irlandalı olabilir misiniz?
- evet içimizdeki irlandalılardanım ben.
+ oooo. my leydi
- ha evet canım ondan.

Saturday, January 17, 2009

Bir nevi gece zorunluluğu


O kadar sıkılıyorum ki düğüne gitmekten. Ama bir nevi zorunluluk işte. Hele hele çok da yakınım olmayan ama gitmek durumunda kaldığım düğünlerde patlayacakmış gibi hissediyorum. Ne giysen sorun, giyinmesen sorun, abartılı olsan sorun abartılı olmasan sorun...Kabus resmen.
Şu güne kadar sadece 1-2 düğünde çok eğlendim çok güzel vakit geçirdim; onun dışındakilerin hepsi yüreğimi tüketti, alkol tüketimimi arttırdı ki herhalde bu gecenin de devamında içmeme gerek kalmaz.
Ha çok ama çok yakınlarımın düğünleri için kalkıp Bodrum'a hatta Fransa'ya gider miyim? Elbette. Zevkle. Ne yazık ki diğer çoğunlukta sıkılıyorum.

Friday, January 16, 2009

Then "anna", now "coco"

Yeni kuşak mankenlerden kızıl olan Coco Rocha.

Cuma eğlencesi, 2

Golden Globe bitti ama herkes partilerde eğlencelerde. Kadın dizi yıldızı beğendiğim biri pek değil de üzerindeki kürkü beğendiğim için koydum. Tabii gerçek kürk giymiyoruz ama bunun modeli filan bayağı güzel. Taklidini bulsam alır giyer miyim? Elbette. Beni kürklerle gören Sekvotka 'ya sormak lazım.
New York sokaklarında yeni doğum yapmış bir Naomi Watts. Pek beğendiğim bir insan değil ama güzel gözüküyor burada. Paltosu güzel, kaşkolu güzel, saçları güzel gayet güzel. Doğum yapmak bazı kadınlara çok yakışıyor. Ama bazısına da amannn yarabbim diyerek kaçmak istiyorum. Naomi Watts ama tamamdır, doğumunu yapmış 1 ay önce hem de ikinciyi kalkmış NYC 'de yürüyor (ki gerçekten güzel bulduğum bir kadın değil, gayet güzel gözüküyor burada)
Chloe Sevigny. Çirkin kız güzel elbise. Yani herkesin giyebileceği bir şey değil, herkese de yakışmaz ayrıca ama Chloe Sevigny'de güzel olmuş.
İngiliz basını tarafından en sıkıcı insan seçilmiş manken Agyness bir şey. Bence de feci sıkıcı bir tarzı var çünkü tarz yapacağım diye kendini kasıp ortaya böyle zorlama bir hadise çıkan insan kendisi. Galiba amerikan zencilerinin pimp style dediklerinden olmuş ama olmamış. İçindeki gömlek, hırka, kravat ve kürk ve de şapka. Şah iken şahbaz olmuş kısacası.
O da manken bu da manken. Hana Soukupova. Her zamanki gibi kılığı kıyafeti güzel ama o kadar. Pek ayrı bir cazibesi, fevkalede bir albenisi yok ama "taş" olduğu aşikar.

Asla çirkin olmayan ama bana hiçbir şekilde yakışıklı/cezbedici/seksi/ gelmeyen bir adam. Bizde bir dizisi vardı, sorunlu zengin ailenin zengin avukat çocuğu; hem psikolojik sorunlu, hem duygusal bağlanma sorunlu, hem duygusunu ifade edememe sorunlu bir şeydi. Ben ki sarışın beğendiğimi yeni anladım, hiçbir şekilde bu her şeyi düzgün, efendi tipli adamı çekici bulmuyorum. Antipatik buluyorum hatta kendisini ve bu efendi tipliliğini.

Cuma eğlencesi bitti, ben Anna Wintour olmaya-ama artık biraz daha uzun saçlı -olmaya giderim. Kolumda sabahtan kalan yara bandı ile.

Önce ve sonra

Futbol yazmakla ilgilendiğimden değil de sevmediğim zerre itibar etmediğim oyuncular var o yüzden dalga geçmek için yazmayı tercih ediyorum. Bunlardan biri elbette Ronaldo.

Kendisi varoş futbolcu celebriti tayfasının başında gelse de yetenekli bir insan, Manchester United'in altın ayağı (ne demekse bu? havalı futbol terimi kullanayım dedim).
Geçen hafta Ferrari'sini parçalamış, bu hafta yeni Bentley'i ile sokaklara çıkmış çıktığı gibi daha ilk günden park cezası yemiş. Hoş ceza koyar mı? Koymaz tabii, zenginliğinin yanı sıra varoş zihniyetle olduğu için "parası ile satın alır dünyayı".
Bu arada ben Forever Manchester City insanıyım....

Cuma eğlencesinden önce cuma gerzeği


Birazdan yine kan vermeye gideceğim, hastanede bekleyeceğim filan ama yine pek sevgili Chileksuyu 'nun yazdığını okuduktan sonra bunu yazıp öyle çıkayım dedim.

Erin Wasson 'u beğenenlerdenim.Yani hoş bulurum tarzını beğenirim filan. Fakat öyle bir açıklama yapmış ki aptallıktan mı, şuursuzluktan mı, sarhoşluktan mı bilemedim.
"The people with the best style for me are the people who are the poorest. Like when I go down to Venice Beach and I see the homeless, I'm like, oh my God, they're pulling out crazy looks, they like, pull shit out of garbage cans."

Yaaa..İşte böyle. Fakir hatta çok fakir olmanın da- kendisine göre- böyle kool bir hali varmış, mevcutmuş. Ben şahsen şaşırdım ama Venice Beach tabii boru değil, Kaliforniya sahilleri orası, olabilir tabii, Erin Wasson bakıp bakıp o tarza iç geçirebilir.

Zamanında Afganistan Savaşı döneminde Taliban'dan hemen sonra gerzek Tom Ford Afganistan Devlet Başkanı için "üzerindeki kaftanlara bayılıyorum, kumaşların kalitesi harika" gibi benzer salaklıkta bir laf edip ayarını alıp oturmuştu. Valla şuur başka şey. Herkeste yok onu biliyorum. Vicdan micdan da değil şuur; karıştırmanın alemi yok.