Gözleri bir şahininki kadar keskin, burnu ise bir parfumeur (euse) kadar duyarlı olan bir insan olduğumdan bazı kokular beni deli ediyor. Bazı evlere yerleşmiş kapalılık, bazı insanlara yerleşmiş uyku, bazı bedenlere hiç mi hiç yakışmayan parfüm kokusuna dayanamıyorum. Hele parfüm, o kadar önemli bir mevzu ki kimi zaman burnumu kapamak zorunda bile hissediyorum.
O Kenzo'nun kokuları nedir öyle ya? İnsan nefes alamıyor resmen. Kadını erkeği hepsi bir çiçek bahçesine düşmüş gibi yapıyor insanı. Ki bu kadar lafa rağmen 90ların sonlarında lacivert şişeli bir Kenzo erkek parfümü vardı ki uzun zaman beni baştan çıkarmıştır demek durumundayım. Yazık olmuş heba olmuş bir başka koku Chanel Mademoiselle'dir. Bütün kadınlar mı bunu sürer? Bütün sekreterler, resepsiyonistler nedense Mademoiselle kokuyor. Chanel 'in bir diğer talihsizliği yine kendisi gibi efsane bir koku olan Chanel 5'tir. Hem marka hem koku zarafeti simgelemesi sebebiyle her daim rövaçta olan bir koku olmasına rağmen kimselere öyle kolay kolay yakışmaz. Ama inatla kadınlar çok yakışırmışcasına bu kokuyu sürerler, "chanel 5 kadınıyım ben" diye ortalıklarda dolaşırlar.
Erkekler için ise Armani Acqua di Gio kadar mide bulandıran koku azdır. Gerçekten. Bir dönem Yeşilköy'de tüm quicksilver altına 501 giyen erkekler bunu sürüyordu. O kadar eski o kadar insanı iten bir koku.
Bir de insanın içini kıpır kıpır eden kokular var. Kız tarafının kokuları ile içim kıpırdanmadığı için çok anlamasam da Gucci, Bulgari her zaman harikalar yaratır. Anladım ki ben Gucci kokularını seviyorum. Yıllarca B.'ye Gucci eau de parfum sipariş verdim, taşıdı oradan buraya, her seferinde de " bir tek sende var bu koku biliyorsun değil mi? " diyerek. Erkekte de Gucci pour homme insanı afallatır resmen. O kadar ki Efsane'ye filan zorla alıp kullandırtmışlığım vardır. Neticede koku çok önemli şey. Proust vari yorumlara girmeyeceğim ki Marcel Proust'a hayranımdır, sadece çok önemli deyip geçeceğim.
No comments:
Post a Comment