Doğumgünüm için Veronica'dan gelen bir Cézanne kitabının gönderildiği orta büyüklükte sarı zarfın üzerinde yazılıydı "coup de foudre" hikayesi. İsmini, oturduğu daireyi ve telefon numarasını silmiş olsa da zarfın üzerine uzun uzun beni gördüğünü, "flashé sur toi" olduğunu filan anlatıyordu. Gerçekten fantastikti. O dönemler kendi çapımda nihilist olduğum için değil tanımak varlığının dahi farkında olmadığım bir komşudan gelen bu hareket ile pek ilgilenmemiş, üzerine düşmemiştim ama çok eğlenceli bulmuştum. Bugünkü coolluğum olsaydı her şey belki daha da eğlenceli olurdu ama dediğim gibi kendimce nihilisttim, haliyle her şeyi reddediyordum.
Geçenlerde hiç beklemediğim bir anda vurdu beni Memory Lane. Hayır, Minnie Ripperton'nun Memory Lane ile değil, gayet korkunç 90'lar ve Morcheeba ve Blindfold ile. Aman Allah'ım! Bütün bir '98 yılı bahar mevsimim bunu dinleyerek geçti. Albüm kötüydü ve albümü değil de maxi aldığım için çok mutluydum ama şarkı bir şekilde şahaneydi. Tarifi zor bir hafiflik, bir rahatlık, bir tiril tiril hali vardı ve tam da o günlerin hissiyatına uyuyordu. Bahar gelmişti, kıyafetler hafiflemişti, hava soğuk kış mevsiminden sonra ılımanlaşmıştı, okul daha rahat daha estival bir havaya bürünmüştü filan.
İşte geçenlerde A.Ç. ile Karaköy mekanlarında oturmuşken muhtemelen '98'te yeni doğmuş bir garsonun çalıştığı mekanda çalmasıyla memory lane kapıları açılıverdi. Cidden bir anda Strasbourg'a gitmiş gibi oldum, Rue de l'Argonne, evim, sonraki evim, daha sonraki evim, okul, sokaklar, barlar, lokantalar, geceler, insanlar, o insanlardan hala hayatımda kalanlar filan derken epey bir garip beş altı dakika geçmiş oldu.
Ancak bitmedi.
Bambaşka bir yerde bambaşka bir insan ile bambaşka bir eylemin içerisinde iken yanıma gelen ve " siz şu değil misiniz, hani M.'nin arkadaşı, hani sadece kırmızı oje sürdüren?" sorusunu soran, kendisini hatırlamakta zorlandığım ama yine arka arkaya anıların aktığı dönemi ise hatırlamakta hiç zorlanmadığım an. Hemen M.'ye mesaj atıp sorduğumda ise elbette karşımdan "şok şok şok" tepkisi alırken yine "kaç yıl oldu" soruları dolaştı. 2008 Londra seyahati sonrasıydı. Burası bile ne kadar renkli, ne kadar leş, ne kadar komik, ne kadar hafifti. Evet, burası vardı, blog gayet yoğun çalışıyordu, işinde gücünde yazdıkça yazıyordu. Sahiden de neler yaşanmış, neler bitmiş, gerçekten de kimler gelmiş kimler gitmiş hayattan, hayatlardan ...
Açıkcası hiç öyle aynaya bakıp "ne kadar yaşlandım, ne kadar zaman geçti, hayat geçip gidiyor" diye düşünenlerden değilim. Geçip gidiyor ama doğal olan da bu değil mi? Ve öyle olanlardan da çok sıkılıyorum. Özellikle kadınlardan. Sürekli "yaşlandım artık çizgilerimi görebiliyorum" veya "artık vücudum eskisi gibi hızlı zayıflamıyor" lafları edenleri. Erkeklerde ise olay daha fantastik çünkü onlar yaşlandıkça "öğreten adam"a dönüşüp neredeyse haddini aşan vaziyette "sen gelirken biz dönüyorduk" laflarına dönüyor ki bu da diğeri kadar sıkıcı.
Memory Lane'e geri dönersek...2010'da her şey bir hızlandı ama benim şahsi döngümde 2012'den itibaren hiçbir şey aynı kalmadı, her şeyin yeri değişti, her taş yerinden oynadı. Gidişat daha mı hızlı, daha mı yavaş bilmiyorum ama benim için olması gerektiği gibi gittiği kesin. Su akıp gidiyor kendi yolunu çiziyor işte. Manasızca hiçbir şeyine dahil olmadan, elini dahi sokmadan suyun akıp gittiğine baka da bilirsin ya da o akıp giderken içine girip oynayabilirsin. Bu kadar basit.
Blindfold da yıllar sonra şahaneydi. İyi ki, iyi ki, iyi ki her şey olması gerektiği gibi olmuş, geride güzellikler kalmış.
İ.K.'ya dediğim gibi "dün bugün, bugün de yarın".
Geçenlerde hiç beklemediğim bir anda vurdu beni Memory Lane. Hayır, Minnie Ripperton'nun Memory Lane ile değil, gayet korkunç 90'lar ve Morcheeba ve Blindfold ile. Aman Allah'ım! Bütün bir '98 yılı bahar mevsimim bunu dinleyerek geçti. Albüm kötüydü ve albümü değil de maxi aldığım için çok mutluydum ama şarkı bir şekilde şahaneydi. Tarifi zor bir hafiflik, bir rahatlık, bir tiril tiril hali vardı ve tam da o günlerin hissiyatına uyuyordu. Bahar gelmişti, kıyafetler hafiflemişti, hava soğuk kış mevsiminden sonra ılımanlaşmıştı, okul daha rahat daha estival bir havaya bürünmüştü filan.
İşte geçenlerde A.Ç. ile Karaköy mekanlarında oturmuşken muhtemelen '98'te yeni doğmuş bir garsonun çalıştığı mekanda çalmasıyla memory lane kapıları açılıverdi. Cidden bir anda Strasbourg'a gitmiş gibi oldum, Rue de l'Argonne, evim, sonraki evim, daha sonraki evim, okul, sokaklar, barlar, lokantalar, geceler, insanlar, o insanlardan hala hayatımda kalanlar filan derken epey bir garip beş altı dakika geçmiş oldu.
Ancak bitmedi.
Bambaşka bir yerde bambaşka bir insan ile bambaşka bir eylemin içerisinde iken yanıma gelen ve " siz şu değil misiniz, hani M.'nin arkadaşı, hani sadece kırmızı oje sürdüren?" sorusunu soran, kendisini hatırlamakta zorlandığım ama yine arka arkaya anıların aktığı dönemi ise hatırlamakta hiç zorlanmadığım an. Hemen M.'ye mesaj atıp sorduğumda ise elbette karşımdan "şok şok şok" tepkisi alırken yine "kaç yıl oldu" soruları dolaştı. 2008 Londra seyahati sonrasıydı. Burası bile ne kadar renkli, ne kadar leş, ne kadar komik, ne kadar hafifti. Evet, burası vardı, blog gayet yoğun çalışıyordu, işinde gücünde yazdıkça yazıyordu. Sahiden de neler yaşanmış, neler bitmiş, gerçekten de kimler gelmiş kimler gitmiş hayattan, hayatlardan ...
Açıkcası hiç öyle aynaya bakıp "ne kadar yaşlandım, ne kadar zaman geçti, hayat geçip gidiyor" diye düşünenlerden değilim. Geçip gidiyor ama doğal olan da bu değil mi? Ve öyle olanlardan da çok sıkılıyorum. Özellikle kadınlardan. Sürekli "yaşlandım artık çizgilerimi görebiliyorum" veya "artık vücudum eskisi gibi hızlı zayıflamıyor" lafları edenleri. Erkeklerde ise olay daha fantastik çünkü onlar yaşlandıkça "öğreten adam"a dönüşüp neredeyse haddini aşan vaziyette "sen gelirken biz dönüyorduk" laflarına dönüyor ki bu da diğeri kadar sıkıcı.
Memory Lane'e geri dönersek...2010'da her şey bir hızlandı ama benim şahsi döngümde 2012'den itibaren hiçbir şey aynı kalmadı, her şeyin yeri değişti, her taş yerinden oynadı. Gidişat daha mı hızlı, daha mı yavaş bilmiyorum ama benim için olması gerektiği gibi gittiği kesin. Su akıp gidiyor kendi yolunu çiziyor işte. Manasızca hiçbir şeyine dahil olmadan, elini dahi sokmadan suyun akıp gittiğine baka da bilirsin ya da o akıp giderken içine girip oynayabilirsin. Bu kadar basit.
Blindfold da yıllar sonra şahaneydi. İyi ki, iyi ki, iyi ki her şey olması gerektiği gibi olmuş, geride güzellikler kalmış.
İ.K.'ya dediğim gibi "dün bugün, bugün de yarın".
No comments:
Post a Comment