Aslında sadece kar değil, hafif basit yaz mevsiminin de müziği ama olsun. 2013'ün ilk karlı günlerinde pikapta dönen; Paul Bryan a.k.a Sergio Sa. Zaten ne varsa Brezilya 'da var, onu anladik artık. Tumblr M. de yeni yıl kartında "bossa nova'lı günler olsun" diye yazmış. Gerçekten olsun, ruhum bossa nova olsun.
Asıl adı Sergio Sa ama işte Paul Bryan diye de biliniyor. Jazzanova 'cılar sayesinde duyduk öğrendik. Gerçi son zamanların lifestyle gazeteciliğine terfi eden müthiş müzik yazarı Mehmet Tez, Berlin'de kumaş pantalonu çekip de Berlin Filarmoni 'yi dinlemiş ama hiç Jazzanova 'dan Sonar Kollektiv 'den bahsetmemiş yazısında ama olsun (hoş, yalan değil, sonar kollektiv şahane de jazzanova kayıtları bazen fazla romantik fazla chill out oluyor, sıkıcılık sınırını zorluyorlar ama yine basılan albümlerin çoğu şahane) ... Evet, muhtelemen okunduğunda "büyük ukala" etiketi gelecek ama bir müzik yazarının klasik müzik konserine gitmeyi bambaşka bir deneyim gibi anlatması garip geldi. "Nasıl yani, ilk defa mı" diye düşündüm okurken ve eğer öyleyse iyice şaşırdım. Değildir herhalde. Öyleyse de son olmasın, ne diyeyim! Ah bir de yine müzik gibi hiç bilmediği konulardan olan mesela viski filan yazmasa. Ama biliyoruz bu davet edilen seyahatlerde, konserlerde yan koltukta oturan, viski tadımlarında otelde diğer odada kalan o küçük grubun işleyişini, hareket biçimini, iş planını. Ben, sen, bizim oğlan olsun, hep bunlar yazsın, hep bunlar nemalansın, hep bunlar gözüksün. Yapacak bir şey yok çünkü aslında hayat kimseye kolay değil, herkes ekmeğinin peşinde işte bir şekilde. Bir başka lifestyle/fashionista Buse Terim gibi bir olgu varken, "ilk bölümde hepsine tam not verdim, başta Beren Saat olmak üzere hepsi çok güzel giyiniyor” gibi ifadelerle, yorumlarla ortalıkta dolaşıyorken yalan değil, hep tetikte olmak lazım. Cidden kolay değil.
whatever. Brezilya'nın hafifliğinden, Türkiye'nin sıkıcılığına nasıl geldiğimi ben de anlamadım da olay müziktir, güzelliktir, keyiftir, kar müziği, yaz müziğidir. Ah, Listen of Paul Bryan, basitliğinle beni benden aldın, günlerdir neredeyse aylardır keyfime keyif kattın...
P.S. zaten sabah sabah aşil noktam müzikten bahsedince güzel hafiflikten iyice uzaklaştım, püskürdüm, o halde şunu da yazmadan etmeyeyim. insanların hastalıkları, ölümleri, intiharları elbette üzücü şeyler. haliyle de tanımasa bile kişinin bir başkası için samimiyetle üzülmesi gayet normal, vicdani bir şey ama o kişinin şahsına üzülmeyebilir. en azından ben öyle düşünüyorum. elbette kimse kötülükler yaşamamalı, hayattan vazgeçmemeli, umudunu yitirmemeli, hayatın güzelliklerini keyiflerini herkes yaşamalı vs ama işte ne bu hayat denilen zorluklar serisinde her zaman mümkün, ne de "kör ölünce badem gözlü" olmalı. metin kaçan intihar etmiş. çok üzücü bir şey insanın hayatından vazgeçmek istemesi, hayatını kendi elleri ile sonlandırması. ama işte her şeyin bir sonucu yok mu? ya da böylesi üzücü bir son, bundan yıllar önce kendisinin başrolde olduğu bir başka üzücü ve travmatik ve daha da vahimi bilinçlice yapılmış korkunç bir olayı unutturur mu? veya unutturmalı mı? güneş k. neyi ne kadar unuttu, ne kadar hayatına devam edebildi? ya da edebildi mi? peki ya gelen bu intihar haberi ile asıl o neler hissetti?
her davranışın bir sonucu mutlaka oluyor işte. ya o gün yaşanıyor ya da yıllar sonra, bir şekilde bir yerlerden çıkıyor. hastayım insanoğlunun davranışlarının sonucu olmayacağını düşünerek hareket etmesine, pervasızca saçmalayıp her şeyi kendinde hak görmesine. bugün buradaysak seninle, bunun bir sebebi var; değil mi?
cidden sabah sabah sinirlendim. oysa her şey müzikti, brezilya idi, güzeldi.
Asıl adı Sergio Sa ama işte Paul Bryan diye de biliniyor. Jazzanova 'cılar sayesinde duyduk öğrendik. Gerçi son zamanların lifestyle gazeteciliğine terfi eden müthiş müzik yazarı Mehmet Tez, Berlin'de kumaş pantalonu çekip de Berlin Filarmoni 'yi dinlemiş ama hiç Jazzanova 'dan Sonar Kollektiv 'den bahsetmemiş yazısında ama olsun (hoş, yalan değil, sonar kollektiv şahane de jazzanova kayıtları bazen fazla romantik fazla chill out oluyor, sıkıcılık sınırını zorluyorlar ama yine basılan albümlerin çoğu şahane) ... Evet, muhtelemen okunduğunda "büyük ukala" etiketi gelecek ama bir müzik yazarının klasik müzik konserine gitmeyi bambaşka bir deneyim gibi anlatması garip geldi. "Nasıl yani, ilk defa mı" diye düşündüm okurken ve eğer öyleyse iyice şaşırdım. Değildir herhalde. Öyleyse de son olmasın, ne diyeyim! Ah bir de yine müzik gibi hiç bilmediği konulardan olan mesela viski filan yazmasa. Ama biliyoruz bu davet edilen seyahatlerde, konserlerde yan koltukta oturan, viski tadımlarında otelde diğer odada kalan o küçük grubun işleyişini, hareket biçimini, iş planını. Ben, sen, bizim oğlan olsun, hep bunlar yazsın, hep bunlar nemalansın, hep bunlar gözüksün. Yapacak bir şey yok çünkü aslında hayat kimseye kolay değil, herkes ekmeğinin peşinde işte bir şekilde. Bir başka lifestyle/fashionista Buse Terim gibi bir olgu varken, "ilk bölümde hepsine tam not verdim, başta Beren Saat olmak üzere hepsi çok güzel giyiniyor” gibi ifadelerle, yorumlarla ortalıkta dolaşıyorken yalan değil, hep tetikte olmak lazım. Cidden kolay değil.
whatever. Brezilya'nın hafifliğinden, Türkiye'nin sıkıcılığına nasıl geldiğimi ben de anlamadım da olay müziktir, güzelliktir, keyiftir, kar müziği, yaz müziğidir. Ah, Listen of Paul Bryan, basitliğinle beni benden aldın, günlerdir neredeyse aylardır keyfime keyif kattın...
P.S. zaten sabah sabah aşil noktam müzikten bahsedince güzel hafiflikten iyice uzaklaştım, püskürdüm, o halde şunu da yazmadan etmeyeyim. insanların hastalıkları, ölümleri, intiharları elbette üzücü şeyler. haliyle de tanımasa bile kişinin bir başkası için samimiyetle üzülmesi gayet normal, vicdani bir şey ama o kişinin şahsına üzülmeyebilir. en azından ben öyle düşünüyorum. elbette kimse kötülükler yaşamamalı, hayattan vazgeçmemeli, umudunu yitirmemeli, hayatın güzelliklerini keyiflerini herkes yaşamalı vs ama işte ne bu hayat denilen zorluklar serisinde her zaman mümkün, ne de "kör ölünce badem gözlü" olmalı. metin kaçan intihar etmiş. çok üzücü bir şey insanın hayatından vazgeçmek istemesi, hayatını kendi elleri ile sonlandırması. ama işte her şeyin bir sonucu yok mu? ya da böylesi üzücü bir son, bundan yıllar önce kendisinin başrolde olduğu bir başka üzücü ve travmatik ve daha da vahimi bilinçlice yapılmış korkunç bir olayı unutturur mu? veya unutturmalı mı? güneş k. neyi ne kadar unuttu, ne kadar hayatına devam edebildi? ya da edebildi mi? peki ya gelen bu intihar haberi ile asıl o neler hissetti?
her davranışın bir sonucu mutlaka oluyor işte. ya o gün yaşanıyor ya da yıllar sonra, bir şekilde bir yerlerden çıkıyor. hastayım insanoğlunun davranışlarının sonucu olmayacağını düşünerek hareket etmesine, pervasızca saçmalayıp her şeyi kendinde hak görmesine. bugün buradaysak seninle, bunun bir sebebi var; değil mi?
cidden sabah sabah sinirlendim. oysa her şey müzikti, brezilya idi, güzeldi.
No comments:
Post a Comment