Sunday, February 27, 2011
Tütünün karşı konulmaz cazibesi
Küçük kız çocuklarının çok çok azı tütünün cazibesine kapılmadan geçip gidebilir (elbette modern yaşamlardan bahsediyoruz. lütfen "dünyada ne biçim yaşamlar var biliyor musun" gibilerinden laflarla gelinmesin). Hemen hepsi bir şekilde bir zaman kısa süreli bir heves de olsa balet yapmak, balerin olmak, o tütüyü bir kez olsun giymek ister. Ne de olsa prenseslik hali çoğunda vardır. Elbette tütünün "prenses" albenisi sonrası gelen fiziksel acılar, zorluklar, gereken disiplin, aşırı kilo kontrolü, yemek yemenin neredeyse kabul görmemesi, point'e çıkmanın ayakta yarattığı deformasyon, ayakların çirkinliği, çekilen acılarla çoğunda son bulsa da bulmayanlar balerin olarak devam ediyorlar hayatlarına. En azından bir süreliğine.
Elbette tütü hayalim oldu, elbette evde kendi kendime tütü ile dolaştım, elbette kursa gittim, elbette tütüden önce beyaz külotlu çorap üzerine mayo giymenin hayal kırıklığını yaşadım ve elbette sonrasında sıkıldım ya da J.A.'nın deyimiyle "3 dersten sonra resme geçmek istedin, mayolar, tütü de elde kaldı" .
Black Swan güzel film. Ama ben artık basit, fani, hafif filmler seyretmek istiyorum. İyi bir film işte ama çarpıcı değil. Zaten çarpıcı ne var ki artık film olarak? Natalie Portman zaten güzel ve yetenekli bir insan, burada da yine daha bir yetenekli ama -aşırı zayıflık sebebiyle- daha az güzel. Asıl çarpıcı olan kostümler, onlar da Rodarte imzalı. Hani şu Kaliforniya'lı iki kızkardeşin tasarımları olan harikulade marka. Ha, bir de bu film eğer olursa çocuğuma asla bale yaptırmayacağımın hatırlatışıdır bana.
Labels:
Cinéphile,
la mode,
Life is life
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment