Her hareketin en ince ayrıntısıni gösterecek şekilde aydınlatılmış neredeyse devasa bir arenayı andıran yeşil bir saha, çevresinde konuklanmış "et görmek" isteyen 80 bin küsür taraftar ve sahaya neredeyse savaşmaya çıkan 22 futbolcu. Bu 22 futbolcudan 1'i var ki, hakkında 90 dakika sürecek, her hareketinin görülmesini sağlayabilmek için 17 özel kamera kullanılmış, Art Forum dergisine çıkmış, 2006 Cannes Film Festivali'nde gösterilmiş Philippe Parreno & Douglas Gordon imzalı, bugüne dek çekilmemiş tarzda bir belgeselin kahramanı.
Film, birçoklarına göre "sıkıntıdan ibaret bir azap" niteliğindeyken, nedense bende yarattığı duygu bu olmadı. 90 dakika gerçekten de, tek bir adamın futbol sahasındaki hareketlerini seyretmek için oldukça uzun bir süre. Neticede 90 dakikalık film boyunca görülen sahneler, sürekli top peşinde koşan, tüküren, yüzünden ter damlayan, şortunu düzelten bir futbolcu.
Film, birçoklarına göre "sıkıntıdan ibaret bir azap" niteliğindeyken, nedense bende yarattığı duygu bu olmadı. 90 dakika gerçekten de, tek bir adamın futbol sahasındaki hareketlerini seyretmek için oldukça uzun bir süre. Neticede 90 dakikalık film boyunca görülen sahneler, sürekli top peşinde koşan, tüküren, yüzünden ter damlayan, şortunu düzelten bir futbolcu.
Ne var ki, filmin güzel tarafı Zidane'nın ensesine focuslanmış bir kameranın gösterdiklerinden öte, futbol sahasındaki bir adamın 90 dakika boyunca neler yapabileceğinin gösterilmesi. İşin ilginci görülenler de öyle büyük başarı veya muhteşem gol sahneleri değil. Hele hele herhangi büyük bir klubün 100. yıl aktiviteleri adına para verip çektirdikleri kupalarla süslü bir belgesel hiç değil.
Filmin beklenmedik ama futbola hiç de yabancı olmayan sonu güzeli daha güzel yapıyor, yemekten sonra yenen cheese cake'in yanında içilen espresso gibi acımsı ama lezzetli bir tat bırakıyor.
Filmi seyrederken insan, aslında sahadaki o büyük, koca adamların ne denli yalnız olduklarını görüyor. Bütün flaşlar gözlerinde patlasa da, binler isimlerini haykırsa da, bir şekilde o yeşil çimenlerin üzerinde tek başına olduklarını görülüyor. İyisiyle, kötüsüyle ama yalnız.
Film, bence, çoğu kişinin düşündüğünün aksine bir futbol filmi. Stadyumun insanı içine çeken büyüsü, tribünlerin uğultusu, ışıkların cazibesi, kramponların sesi ve tüm bunların koşan, terleyen, tüküren, gol atınca sevinen, kızınca küfredip kavga eden aktörleri ile futbolun her anını gösteren bir futbol filmi.
P.S. Filmin müzikleri en az filmin kendisi kadar etkileyici. Müzikler İskoç grup Mogwai'ye ait ve Zidane a 21st Century Portrait isminde albüm çoktan piyasaya çıkmış bile. Piyasada çok kolay bulunacağını düşünmediğimden, yine Japonya gibi manasız uzaklıktaki yerlere sipariş etmekten korkmaktayım.
P.S. (2) If! Mif! farketmez, türk seyircisi sinemada film seyretmeyi bilmiyor. Hoş, belki film bir Pasolini filmi olsaydı bu kadar gürültü, yorum duyulmayabilirdi ancak yine de o kadar umutlu değilim diyelim.
P.S. (3) Filmde çok ilginç bir hareketi var Zidane'nın: yürürken çifteleyecek at gibi ayaklarını sahada sürmesi. Muhtemelen kramponlardan kaynaklanan bir hareket olsa gerek ancak bu kadar yakından görmek epey ilginç geldi.
No comments:
Post a Comment