Kuaförde geçmek bilmeyen sıkıcı saatlerde yapılacak yegane şey (ipod'dan müzik dinlemenin dışında) sehpahalarda, tezgahta bulunan bilumum moda-magazin dergilerini okumaktır. Açıkcası kuaförde kitap okumak zordur çünkü sürekli çalışan saç kurutma makinesinin sesi, oradan oraya koşuşturan insanların telaşı insanın okuduğu kitaba yoğunlaşmasını zorlaştırır. Haliyle de önünde ne varsa ona gömülünür. Artık bu Alem mi olur, Elle mi olur, Marie Claire mi olur bilinmez ama saçlar kesilirken, boyanırken, eller manikür, ayaklar da pedikür suyundayken saatler başka türlü geçmez.
Sayfalar karıştırılmaya başlanır ve sıkıntı ile sıradanlık beraberinde gelir. Hiçbir özelliği olmayan, hep aynı şeylerden bahseden yazılardır bunlar arka arkaya sayfalarda dizilmiş. Orada bahsi geçenlerin hepsi zaten Vogue 'da, ilk elden okunmuştur, o halde daha "kötü" versiyonuna ne gerek var ki, diye düşünülse de saatleri geçirecek başka yol yoktur.
Bir de "editörden notlar" gibi derginin ilk sayfalarında yeralan yazılar vardır ki, aman yarabbim, tam anlamıyla evlere şenliktir bu yazılar.
Bütün moda editörleri mi kendisini Anna Wintour sanar? Evet sanırmış. Bu ülkedeki bütün moda dergilerinin editörleri birer Anna Wintour 'muş. Hepsi aynı aile soyundan gelmiş, aynı iktidara, beceriye, üretkenliğe, eğitime ve en önemlisi öngörüye sahiplermiş de, biz "fani" okuyucular farkında değilmişiz. Hani Anna Wintour denen şahsiyetten pek hazzetmesem de, yiğidin hakkını yiğide vermek lazım. Sevilir, sevilmez o tartışılır ancak kimsenin yapamadığını yaptı, kimsenin sahip olamadığı güce sahip oldu, yönettiği efsanevi dergi Vogue'dan dahi fazla bilinir oldu. O halde, bizdeki moda dergilerinde böyle bir durum var da, biz mi gözden kaçırıyoruz, göremiyoruz, hatta kıskançlığımız kör ediyor bizi?
E yok haliyle böyle bir şey ortada...
Ne var ki, Türkiye boşluğun varlığa dönüştüğü, herkesin her şeyi yaptığı, her şeyi bildiği ülke olduğu için ortaya bu tür bir yanılsama çıkıyor.
O aylık "editoryal mektubu" yazan kadın diyor ki: " ben geçen ay şuradaydım, oradan business class uçarak buraya gittim, aynen Sex and the City gibi hayatım var, hatta Carrie karakteri var ya, o benim işte (nedense türk kadını hayran bu Carrie karakterine. Kime sorulsa, kendisini bu karakterle özleştiriyor), ayrıca yapma sarışınım ama şimdi doğallık moda diye biraz kızıla döndüm, ne yazık ki ortadoğulu kadın genleri taşıdığım için kalçam biraz büyük, o yüzden sürekli rejimdeyim ama mantıya dayanamam ve size de iyi okumalar".
Gerçekten çok ama çok sıkıcı! Verilen paraya, tüketilen zamana yazık. Arada bir de olsa, bazı dergilerde free lance olarak çalışan ve modadan anlayan, iyi bir genel kültüre sahip moda editörleri de çıkmıyor değil hani, ancak bizim yerli, çılgın Carrieler bu editörlere pek geçiş izni vermiyor yüksek sıfatlara yükselmelerine.
Kısacası yerli moda dergileri pek bir vasat ve pek bir sıradan. Her ay yayınladıkları "must have" listeleri ayrı bir şekilde ilginç oluyor, çünkü "bu sezon herkes mutlaka 2500$ değerindeki Fendi B Bag almalı" diyen muhabirin 5 aylık maaşı değerinde böyle listeler yapması epey bir gülünç hatta grotesque kaçıyor.
Neticede yerli malı yurdun malı da, açıkcası yerli malı Elle, Madame Figaro vs. beni aşar, mümkünse uzak durayım. Onun yerine alırım her ay alırım Vogue UK 'imi, çeviririm sayfalarını keyifle, kâh elimde kahve, kâh şampanya.