(Dış dünyadaki) Her şeyin bok gibi olduğu, eldeki sahip olunan bütün güzelliklerin yok olmasının bir an meselesi olduğu, müthiş sıkıcı ve gerizekalı bir toplumsal hayatta yaşarken bazı duygulara, bazı hafifliklere, bazı keyiflere erişim her daim kolay olmuyor.
Ama yine de bir şeyler tamamen yok olmuyor, bir yerden bir filiz yeşeriyor ve güldürüyor.
İlginç bir şekilde bugün öyle bir gün oldu. Sabahtan beri.
Gerçi dün gece Sabahattin dönüşü sahilde U., Muzo, #8, hep beraber yürürken duyulan ağır iyot kokusu bu hafifliğin, tiril tiril ruh halinin ilk habercisiydi sanki. Öyle olmalı çünkü o kadar taze bir kokuydu ki... Üzerine bir de sabah, şehrin bütün gürültüsüne, betonlaşmasına, her tarafın hafriyat kamyonlarıyla çirkinleşmesine, İstanbul'un tüm cazibesini kaybetmesine rağmen yine de balkondan gelen çiçek kokusu ve -komik ama gerçek- kuş sesleri bir anda her şeyi değiştirdi, günü tam anlamıyla never on sunday haline soktu.
O kadar şaşırmışım ki kendimi gülerken yakaladım.
Diyeceğim şu ki; kendi küçük dünyamda her şey gayet iyi gitmesi ne yazık ki toplumsal hayatın her saniye çirkinleşmesi hatta leşleşmesini engellemediği için böyle hisler artık eskiye nazaran daha az daha seyrek varlığını hissettiriyordu.
Bugün böyle bir şeydi. Onca zaman sonra güzeldi.
P.S. Borsalino'm kırıldı. Yani kırılmadı da minik yırtıldı. Ara ara buhar tutmak gerekiyormuş gerçi 7 yıllık şapka ama işte yırtığı nasıl hallederim diye ararken youtube'dan öğrenmek ilginç oldu. Bir şekilde etamin kumaş bulmam lazım ama nasıl olacak bilmiyorum. Tam Nice öncesi biraz mutsuzum ama halledeceğiz bir şekilde. En kötüsü Roma 'ya giden olursa siparis vereceğim.
Viva Never On Sunday ...
No comments:
Post a Comment