Hayat her zamanki gibi yaşanıp gidiyor; 10 yıl da geçse 20 yıl da geçse henüz "günü durdurmanın", "güneşin doğuşunun engellemenin" formülünü bulamadı insanoğlu. Ama belli olmaz, içindeki kötülüğe inanan, kötülüğünden beslenen bir varlık olan insanoğlu belki bunun da peşindedir. Neden olmasın; daha fazla azap daha fazla cezalandırmak, daha fazla iktidar adına her şeyi yapabilen bir canlı neticede.
whatever.
Biz güzelliklerden, elimizde kalan, elden alınması-henüz- pek de mümkün olmayan güzelliklerden bahsedelim değil mi? Güneşten, havadan, müzikten, seksten, filmden, edebiyattan, arkadaşlıktan, keyiften, yemekten, alkolden...
Hayatımızın rotası yörüngesi bu olmalı bu saatten sonra çünkü neticede diğer taraf Dante'nin Cehennemi'nin ön provası gibi de içindekiler farkında değil.
Haziran boyunca ısınmayan havalar, gelmeyen yaz mevsimi, F.A.'nın ameliyatı, bir şekilde dedikodu kazanı olan işyerinin yeni fantastik dedikoduları, trafiksiz sabah yolu, eğlenceli sabah yolu, işyerinin değişen dinamikleri, değişen ilişkileri, değişen duyguları derken biten giden okul yılı, bitmeyecekmiş gibi gelen Ramazan ayı, arada D.'nin doğumgünü ve bayram ve Kıprıs ve mutluluk... #8
#1 Benim kutsal üç aylarım Nisan-Mayıs-Haziran hep bir keyif, hep bir kutlama, hep bir doğumgünü ayları. Havaların güzelleştiği, tiril tirilliğin ön plana çıktığı, hafif ceketlerin, kimonaların giyildiği, elde kadehlerin mutluluk verdiği, tüttürülen sigaraların, dinlenen müziklerin, okunan metinlerin keyifle yaşandığı dönemler. Dili ısırmak lazım deyip ısırsalım o halde.
# 2 Kimono şahane bir şey... Uzun zamandır giydiğim, hele hele bugünkü gibi varoş seviyede moda değilken, evde/sokakta giyip çıktığım müthiş kıyafet. Evde sabahlık olarak yaşattığı keyif sokağa da taşınınca ne isteyebilirsin ki? Herhalde o kolların geniş anvelop dökümlü hali beni mutlu ediyor. Şimdi hatırladım; M.'nin 2 yıl önceki doğumgünü yemeğine giymiştim kimonomu. Muhtemelen henüz moda olmadığı, Zara piyasaya sürmediği için masadakilere garip gelmiştir de bu gayet önemsiz bir detay. Neticede kalıpların insanı, ehliliğin örneği olmak da böyle şey.
# 3 Kıbrıs... Ne güzel yer, ne keyifli hayatlar. Yerleşir yaşarım, gözlerimle gördüğüm 43 derece sıcağı yaşarım umrumda olmaz. Ne de olsa deniz var, pıt diye üstündekini çıkar denize gir. O kadar şahane yer. Elbette adanın güzelliği Türkiye'den gidenlerin değil de Kıbrıslı türklerin, Kıbrıs'ın gerçek sahiplerinden geliyor. Biz ise her şeye imzamızı atıyoruz; Kilroy Was Here misali. Adada her şey medeni ve güzelken, nüfusu Sancaktepe'nin nüfusuna ulaşmayan yere uzaydan görülebilecek büyüklükte cami yapmak da tabii bizim marifetimiz. Cemaat yok, camiye o kadar giden yok, cami ihtiyacı ise hiç yok ama yol belli, amaç belli değil mi? Kötülük o kadar sıradan ki elini sallaman kafi.
# 4 Soulshine ... Bu aralar ciddi ciddi şahane program yapıyorum. Bir de şu mikrofon olayını halledebilsem... O da olur belki olmuyorsa da salla.
No comments:
Post a Comment