dönmek ama dönmek istememek;
paris, metronun bayıldığım ve çok özlediğim o kokusu, yanık lastik kokusu, le 18eme, bizim mahalle, f.t., hemen steak tartare (gerçi artık chez ginette'e değil le chinon'a gidiyoruz), bomba dedikodular derken, "biraz uyuyup sonra mı çıksak" deyip 22h'de f.t.'nin "yaşatacağım seni" deyip mahalledeki la mascotte ve huitres-bigorneau-palourde ile kendinden geçme, f.t.'ye yemekte "ya işte öyle biri, cidden başka yere gider bu iş" tadında cümleler sarfetmeler;
intolérance alimentaire'i paris'te kaale almayıp sabah viennoiserie peşinde koşma, "bu kahve makinesi minyatür insanlar için herhalde", sanki evde hissetme hali, yemek 16eme ve roberto-virginie ile elbette mon p't vittorio, vittorio'nun başucundaki resmim;
bir ara da artık f.a.'yı kırmayıp kitap fuarına uğrama, fransızların deli gibi kitap okuması, standa gelen aznavour sonrası standı basan genç ermeniler, aznavour'un "burası benim toprağım, yapmayın böyle şeyler" diye çıkışması, fnac kalabalıklığı, muhteşem kulaklıklı parisliler, wish item, akşama hazırlık, geç kalmaları kesin olan virginie& geraldine'i bilerek, yemek öncesi, l'office öncesi roberto ile buluşma, "19'da fourmie'de", biraz grolsch, biraz cacahuete derken roberto'nun "jules'u gördüm dün, o da gelecek bu akşam" deyip zaten pek sevdiğim jules'ü göreceğim diye düşünürken karşıma jules ile brüksel'de mesaj attığımız petrus'un de çıkması-bomba- ve benim için hayatın cumartesi gecesinde durması ...
Post-Paris Sendromu'nda olduğum kadar Post-Petrus Sendromu'ndayım. Hem de ağır vaziyette.
No comments:
Post a Comment